ESERE DAİR
— Yayınevi
TÖRE
AYLIK FİKİR ve SANAT DERGİSİ
Aralık 1978
ABDURRAHMAN ŞEREF GUZELYAZICI
— Hayatı
Doç. Dr. Meserret Diriöz
İmparatorluk devrinden intikâl edip, eski kültürümüzün şanlı elçileri gibi aramızda yaşayan değerli şahsiyetlerin sonuncuları da artık bizleri, yanlılıklarımızla, çaresizliklerimizle baş başa bırakarak, birer birer göçüp gitmekte. Sanki bir hazan mevsimindeyiz.
Şu son birkaç yıl içinde kaybettiklerimizin sâdece isimlerini bile sıralamaya kalksak; sütunlar kâfi gelmez. Eğer gidenlerin yerini tutacak insanlarımız yetişmiş olsaydı, belki bir dereceye kadar teselli aramaya çalışacaktık. Fakat heyhat; bizi besleyen, ayakta tutan kaynaklardan, her gün süratle uzaklaşmaktayız. Bu, bir mutlak yazgı mıdır; yoksa, kaderimizi, kendi elimizle mi oluşturuyoruz? Bilemiyorum. Fakat ne olursa olsun, her şeye rağmen, bu durum, bize zor geliyor.
Değişmez alın yazısı gereğince, yakın zamanda bizden kopup, başka bir âleme yol alanların kervanına katılanlardan birisi de, merhum İstanbul Müftüsü, Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı oldu. 16 Mayıs 1978 günü, onu da kaybettik. Eşimle, kırk yıla yaklaşan dostluk ve arkadaşlıkları olan bu melek-haslet zât, ilminin, irfanının, diğer (yüksek vasıflarının yanında, çok halûk, çok nâzik, çok hatır şinâs bir insandı. Meclis-ârâ, ehl-i dil, hatib ve edipti. Doğuştan şâirdi. Sayılamayacak kadar meziyetleri vardı. O, bir ömür boyu, güzel sıfatlar ve memduh tavırlarla, yâr ve ağyar, herkesin, sevgi ve saygısına mazhar oldu. Nihayet, hâk bellediği bir yolda yürürken, birdenbire, beklemediğimiz bir zamanda, «irci’î» emrine uyarak, bizlerden ayrılıp gitti.
Abdurrahman Şeref Bey, bir Hıdırellez günü, 6 Mayıs 1904 (23 Nisan 1320) tarihinde, bugün «mahzun hudutların ötesinde» kalan Petriç kasabasında doğdu. Petriç, o zamanki Selanik vilâyetimizin, Serez Sancağına bağlı, çok güzel manzaralı bir kaza merkezi idi. Babası, bu kasabanın müderrislerinden Sengel’li İbrahim Edhem Efendi ve annesi, Hattat Hacı Ali Efendi’nin kızı Lâtife Hanım’dır.
Sonradan ağabeyi Abdullah Hulûsî Bey’le birlikte aldıkları «Güzelyazıcı» soy adı, dedelerinin bu hattatlığıyla alâkalıdır. Aslında, merhumun arab harfleri ile olan DİRİÖZ Q yazısını görmüş olanlar, onun hattatlık istidadına sahip, hakikaten güzel yazı yazan, güzel muhtevalı yazan bir güzelyazıcı olduğuna şahadet ederler.
İlk mektebe Petriç’te, o zamanki usûle göre, ilâhîlerle, besmele çekerek, Hoca Halil Efendi’nin sınıfında başlamıştır. Bu mutlu devir çok sürmedi. Askerlerimizin politikaya karışması, partilerimizin birbiriyle post kavgası etmeleri sonunda, Makedonya’da, Balkanlarda ve Trakya’da elimizde kalan son şehir ve kasabaların da Sırplar, Bulgarlar ve Yunanlar tarafından işgâlleriyle biten Balkan Harbi felâketinde (1912), yurtlarını bırakıp önce İstanbul’a, sonra Amasya’ya gelmişlerdir.
Şeref Bey, Amasya’da, Pandelli İlk Mektebi’nde okumuştur. Bir sene sonra, ailece, Tekirdağ’ın Vize kazasına bağlı Saray kasabasına iskân edilmişlerdir. Dört yaşında babasını, dokuz yaşında annesini kaybeden Şeref Bey, orada devam ettiği Ayaspaşa Mektebi’nin dördüncü sınıfını bitirdikten sonra, ağabeyi tarafından, İstanbul’a getirildi ve «Dârü’l-Hilâfetü’Laliyye Medresesi»nde imtihana sokularak, adı geçen medresenin «İbtidâ-Hâric» kısmının birinci sınıfına kaydettirildi. Orada, üç yıllık ibtidâ hâriç tahsilini tamamlayarak, «ibtidâ-dâhil»e geçti. Üç senelik tahsilden sonra, 1924’te orayı da bitirdi. Önce Tıbbiyye’ ye yazılmış ise de sonradan, maddî imkânsızlık yüzünden, İstanbul Darülfünunuma bağlı «İlahiyat Fakültesi»ne geçmiştir.
Şeref Bey, bu fakülte tahsilini yürütebilmek için, bir yıl husûsî «Nümûne-i İrfan» mektebinde muallimlik, arkasından da, önce Sebzeciler Hasır İskelesi’nde bulunan «Salih Ağa Mescidi»nde, sonra da Fâtih-Haydar «Hacı Ferhâd Mahallesi Mescidi»nde müezzinlik ve kayyumluk hizmetlerinde bulunmuş; diğer taraftan, Süleymâniye Kütüphânesi’nde açılan «Kütüphanecilik Kursu»na bir sene kadar devam ederek 1926’da a’lâ derecede ehliyetname almıştır.
Aynı zamanda Şeref Bey, çeşitli âlimlerden hususi dersler görmüş; bu arada, o günün Evkaf Nâzın bulunan «Hâk Dîni Kur’ân Dili» adlı dokuz ciltlik büyük tefsirin sahibi Elmalılı Küçük Hamdi Efendi’den çok istifâde etmiştir.
Şeref Bey, 1927 senesinde İlahiyat Fakültesini bitirdi. Aynı yıl, bin kuruş (10 lira) maaşla Millet Kütüphanesi Pertev Paşa Bölümü memurluğuna tâyin edildi. 1937’de Murad Molla Kütüphanesi, 1943’te Süleymâniye Kütüphanesi memurluklarına getirildi.
Abdurrahman Şeref Bey, bir yandan kütüphanecilik hizmetinde bulunurken, bir yandan da Vefa Lisesi’nde ve Zeyrek Ortaokulu’nda yardımcı öğretmen olarak Türkçe dersleri okutmuş; 1948-1961 yılları arasında da, Çapa Kız İlk öğretmen Okulu’nda «Dîn Dersleri» ve İstanbul îmam-Hatip Okulu’nda «Usûl-i Fıkh» hocalığı yapmıştır.
Abdurrahman Şeref Bey, asıl sahasına, ancak 1950 senesinde geçebilmiştir. Bu târihte kırk lira aslî maaşla, İstanbul Müftülüğünde, vaizlik ve Hademe-i Hayrat Murakıplığı vazifesine tâyin edilmiştir. 1953’te İstanbul Gezici Vaizliği, 1965’te İstanbul İhtisas Vaizliği ve 1966’da, İstanbul Merkez Vaizliği hizmetlerinde bulunduktan sonra, 1972’de İstanbul Müftüsü olmuştur. Bu son vazifesi, vefatına kadar sürmüştür. Şaşılacak bir şeye burada işaret etmeden geçemeyeceğim. Kırk küsur sene devlete çeşitli dallarda hizmet etmiş olan bu değerli insan, hep küçük kadrolarda çalıştırıldığı için, birinci derecenin dördüncü kademesini ancak geçen sene, 1977’de alabilmiştir.
Vefatı haberi gazetelerde çıktığı gün, eşim Haydar Ali Diriöz, merhum için, büyük üzüntüsünü dile getiren şu târihi yazmıştır:
Gitti kırk yıllık eski bir dostum
Böyle bir derdin âh yok ilâcı
Şeyhi ahrâr u müftî-i Sakaleyn
Dil tavaf eylemiş huceste hacı
Sözü baldan da tatlı bir er idi
İftirakı bize ölümden acı
Âğlasın cümleten ricâl-i Yemin
Ağlasın cümle fırka-i Nâcî
Geçdi târihe Hayderâ
(bu ziya’ Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı)
Merhum, çocukluğundan itibaren, çok sıkıntı ve çok acı çekmiştir. Harbin ve (1978) muhacerat yıllarının verdiği ızdıraplardan sonra, 1934’te kızı Hilâl Câvidan’ı, 1937’de de, eşi Hürmüz Hanımı kaybetmesi, ona hayâtı zehir etmişti. 1938’de elemlerini yansıtan «Eylül Yaprakları» adlı şiir kitabını neşretmiştir.
Aşağıdaki beyit, o eserden alınmıştır:
Gelir hilâle bakınca «Hilâl» hatırıma
«Hilâl»! sormada her bir melal hatırıma
Bastırmak imkânını bulamadığı ve Abdülhak Hâmid’in «Makber»ine nazire olarak yazdığı «Mezar» adlı eseri de, onun bu elemlerini dile getirir.
Bu acılardan sonradır ki, Şeref Bey, kendisini tasavvufa vermiş; Serezli Hacı Abdullah Hasîb Efendi’ye intisâb etmiştir. 1940’ta Kevser Hanımla evlenmiştir. Bu gün arkasında hayrülhalef olarak bıraktığı iki oğlu, dört kızı vardır.
Merhum, Arabça, Farsça ve Fransızca bilirdi. Daha medresede iken, şiir yazmaya başlamıştı. «Eylül Yapraklarından» sonra, «Gönül Yolcuları» isimli şiir kitabını bastırmışsa da, maalesef, «Divân»! ile, «Perişan Çiçekler» ve «Ayna Kırıkları» adlı şiir mecmualarını neşretmek imkânını bulamamıştır.
Abdurrahman Şeref Bey, şiirlerinin bir kısmını hece vezniyle yazmakla beraber; umumiyetle aruz veznini kullanmıştır. Aruzla yazdığı manzumelerinde de, en çok klasik gazel tarzını tercih etmiştir. Şiirleri, ekseriyetle san’at endişesinden uzak, sâde ve samimîdir. Izdıraplarını, elemlerini, inceliğini, hassasiyetini, zekâsının parıltılarını, bol bol şiirlerinde görmek mümkündür. Yer yer, yepyeni buluşlar ve orijinal teşbihlere rastladığımız, mânâ yüklü bu şiirler, kendilerine kollarını açacak ciddî araştırmacıları beklemektedir.
Merhumun şiirleri hakkında bir fikir vermek maksadiyle, bir gazelinden birkaç beyti buraya alıyorum:
Hayadan kalmasın gül-bergi ruhsârm îer altında
Yazıkdır mahvolur ezhâr-ı hüsnün seller altında
Mikabı zülfünü kaldırma kim cânâ Kıyâmet’dir.
Gubâr-ı hattile âmâli sevda Mahşer altında
Beyaz sinende çarpan kalbini sşhâd kâfidir
Hayât olmaz diyen ol münkirine mermer altında
Zılâl-i hecr-s düşdükten bu âna sünbülî aşkım
Baharı neş’e pinhandır sehâb-ı esmer altında
Şeref bûs-i lebinle ni’met-i vasim edâ eyler
Kalır ma âşık-ı sâdık vefayı dilber altında
Abdurrahman Şeref Beyin, sözünü ettiğim manzum eserlerinin dışında, basılmış ve basılmamış daha başka eserleri de vardır; matbu olanları şunlardır: «Din Dersleri», «İrşâdü’l-mü’minîn ilâ fezâili’d-dîn-hutbeler», «İslâm İnanışının Değişmez Metinleri».
Sözlerimi, merhumun vefatında cebinden çıkan ve son şiiri olduğu anlaşılan, koşma tarzındaki manzumesiyle bitirmek istiyorum. Kendisine Hâk Teâlâ Hazretlerinden rahmet ve mağfiret niyaz eder; başta muhterem Ağabeyi Abdullah Hulusi Güzelyazıcı olmak üzere, bütün ailesi efradına, Diyanet camiasına ve bütün yakınlarına, dostlarına baş sağlığı dilerim. Bu münasebetle, arşivlerinden faydalanmamıza yardımcı olan Diyanet İşleri Reisi Muhterem Tayyar Altıkulaç Beyefendiye, teşekkür ederim.
— Nereye
Nereden kaynıyor hayat ırmağı,
Bu, durmaz karanlık akış nereye?
Annem mi açılan mezar kucağı?
Ebedî geceden bakış nereye?
Meçhul bir yolcuyum, bu son akşamda,
Ümit nurum söndü, siyah bir camda...
Evim, çocuklarım, gözüm arkamda,
Ahbaplar bu itiş-kakış nereye?
Artık ne mavilik, ne pembe bahar,
Ne mehtap, ne sahil, ne sandal.. Hep kar.
Söyleyin benimle ey uçan kuşlar!
O yazlık dünyadan bu kış nereye?
Gönlümde yıldız yok, gözümde ışık,
Emeller, rü’yalar, karma karışık...
İmânım, neredesin? Gel karşıma çık!
Bu derin girişten çıkış nereye?
Birkaç rekât namaz, zekât, oruç, hac
Dualarım gibi kabule muhtaç!..
«Şeref», son nefesle edince mi’râc,
Semâlardan koptu alkış... Nereye?..
HAKKINDA SÖYLENENLERDEN BAZILARI
— İhsan Süreyya Sırma
“Doktora çalışmaları sırasında kendisiyle tanışma şerefine nail olduğum Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı İstanbul’daydı. Kendisiyle görüşürdüm. Şer’i Siciller’de çalışırken Güzelyazıcı Hoca’yı gördüm. Hoca bana derdi ki, “Evlat yorulunca bana gel çayımı iç.” Bir gün yine yanındayken bana, “Bir Müslüman için en zor şey nedir?” diye sordu. Ben “Siz bilirsiniz.” dedim. O da dedi ki, “Bir Müslüman içın en zor şey irfan öksüzü olmak.” “Ne demek hocam?” dedim. Dedi ki: “Burası ilim merkezidir. İstanbul bir ilim merkezidir. Bazı dinî meselelerde sıkışıyoruz, altından çıkamıyoruz. Soracağımız bir âlim kalmadı, irfan öksüzü olduk.”
— Prof. Dr. Mahmut Kaya
“Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı eski İstanbul müftülerindendir, çok güzel sohbet ederdi. Elmalılı Hamdi Efendi’nin talebesidir. Kendisi edipti, şairdi… O öyle halk vaizi değildi. Onun seçkin bir cemaatı vardı. Çok edebi sohbetler yapardı. Sekiz sene ben Bayezid Camii’nde onun vaazlarını dinledim. Pazar günü ikindiden sonra vaaz ederdi. Önce bir ayet-i kerime okurdu. O arada ne inciler ne cevherler anlatırdı, fevkaladeydi.”
— Emin Saraç
“Yine Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı’nın hutbe kitabını alın da bir bakın. Mübarek her hutbe için o konuya uygun bir “hamdele” ve “salvele” okurdu. Şimdi ise bütün hutbeler aynı hamdele ile başlıyor, bu bile bizim ne derece iflas ettiğimizin göstergesidir.”
— Said Çekmegil
“O dönemlerde namaz kılan üniversite talebeleri parmakla gösterilecek kadar azdı. Turgut Özal onlardan biriydi. Sadece musalli bir genç değil, İslâmî muhitleri bulan, ilim adamlarına koşan gayretli bir münevverdi de.. Yıl 1949. Bir gün beni, İstanbul’da tanıdığı tanınmış bir ilim adamı olan Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı hocaefendiye götürdü. 1948’de 1. baskısını yapmış bulunduğumuz “Ruhta İnkılâp” adlı şiir kitabımızı vererek bizi tanıttı. O zat-ı muhterem de, biraz okuduktan sonra, “Benim de bir şiir kitabım var ama sana veremeyeceğim. Sizinkiler manâ dolu, benimkiler ise gül-bülbül teraneleri...” dedi ve “Ehl-i Sünnet İnanışının Değişmez Metinleri” adlı kitabını imzalayarak verdi. Biz şiir kitabını da rica edip almıştık o zaman. Bu muhterem ilim adamı, sonraları İstanbul müftüsü de olmuştu...”