KİTABA DAİR
— Yayınevi
Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî
Müceddid Risâlesi & Vasiyetler ve Nasihatler
Tercüme ve Sadeleştirme
Dr. Mehmet S. Bursalı
Vuslat: 4
Tasavvuf-Hikemiyat Serisi: 3
Isbn: 978-605-61107-4-0
Basım Tarihi: Şubat 2006
Baskı / Cilt
Metkan Matbaası
Merkezefendi Mh. Yılanlı Ayazma Sk. Örme İş Merkezi No: 8/1
Davutpaşa - Zeytinburnu / İstanbul
Tel: (0212) 483 22 22
İç Tasarım: İrfan Güngörür
Kapak Tasarım: Sena İzgi
© Tüm yayın hakları VUSLAT VAKFI’na aittir.
Kaynak gösterilerek iktibas yapılabilir.
VUSLAT Eğitim, Yardımlaşma, Kültür ve Çevre Vakfı
www.vuslatvakfi.com
Şems-i Tebrizi Mah. İstanbul Cd. No: 149/2
Karatay / Konya
Tel: +90 332 350 64 99
— Eser Hakkında Birkaç Söz…
Elinizdeki bu risâle, Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve selem)’in: «Cenâb-ı Hakk, her bir yüzyılın başında bu ümmete, dinini yenileyen bir müceddid gönderir» hadîsi üzerine, Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî Hazretleri tarafından kaleme alınmıştır.
Eserinde, her yüzyılın başlangıcının, bir evvelki asrı idrak edenlerden kimsenin kalmadığı andan itibaren başlaması gerektiğine işaret eden Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî (K.S.) Hazretleri, bir evvelki asır ile bir sonraki asır arasında meydana gelen değişiklikler karşısında, insanlara anlayacakları dilden konuşan bir müceddidin gönderileceğini, bizzat Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem)’in ifade ettiğini belirtmiştir. Ancak bunun mutlaka âlim olması lâzım gelmediğine, bazen halife, bazen de melik olarak gelebileceğine işaret etmiştir.*
Risâle, Kitâbül-Âbir’in sonunda yer almaktadır.
MÜTERCİM
* Gümüşhânevî Ahmed Ziyâüddîn ve Hâlidiye Tarikatı: Dr. İrfan Gündüz (sh. 135-136)
MÜCEDDİD RİSALESİ, VASİYETLER VE NASİHATLER
— Müceddid Risâlesi
Risaletün Makbûletün fî Hakki’l-Müceddid
Kelime anlamı, yenileyen, düzenleyen, ıslah eden kimse anlamına gelen müceddit, terim olarak; toplumun dinin özünden sapma göstermesi durumunda, onların dini doğru anlayıp yaşamalarına öncülük eden İslam bilgini anlamına gelmektedir. [43] Hz. Peygamber tecdid kavramına işaret etiği için, İslam literatüründe müceddit kavramı kullanılagelmiştir. İçtihat ve tecdit yapabilme ilim ve ehliyet sahibi Müslüman olma şartına bağlanmıştır. [44]
Bu risale “Allah bu ümmete her yüz yılın başında ümmetin dinini hurafelerden koruyan bir müceddit gönderecektir” [45] hadisini ve bu minvalde başka rivayetleri konu edinen tek sayfalık bir bildiri niteliğindedir. [46] Ancak müellif bu risalesinde, Allah’ın göndereceği bu şahsın mutlaka İslam bilgini olması gerekmediği, bazen halife, öncü bir komutan, bazen de kendisine itaat edilen bir melik olabileceğini söylemiştir. [47]
Müellif, “kitabu matlabi’l-mücahidîn” in girişinde ümmetin bazı işleri yerli yerinde yapamadığı ve bazı meseleleri ihmal ettiği için, bazı ciddi zorluklarla karşı karşıya kaldığını belirtmiştir. Osmanlının sürekli toprak kaybetmeye başladığı ve dağılma süreçlerinin yaşandığı, ümitsizliğin topluma hakim olmaya başladığı bu dönemlerdeki karamsar havayı dağıtmak, toplumun diğer unsurları yanında başta alimlere düşmektedir. Müellif, bir taraftan girdiği bu çabayla yaşadığı topluma müceddit hadisiyle ümit verirken, diğer yandan, toplumun kalkınması, dünya ve ahirette rezil ve rüsva olunmaması için gereken her türlü tedbirin alınması amacıyla yapılan, nazari, fikri ve ameli faaliyetlerin içerisinde bulunmuş olmaktadır
Bismillâhirrahmânirrahîm
Hamd, onun ehli olan Allah’a, salât ve selâm da O’nun Peygamberine olsun.
Hamd ve salât ü selâmdan sonra şunu ifade etmek isteriz ki; yardımı, ancak kâinatın yaratıcısı olan Rabb’imizden isteriz.
Resûlullah (sallallahü aleyhi ve selem) buyuruyor ki: «Allah-u Teâlâ, her bir yüzyılın başında, bu ümmete dinini yenileyen bir müceddid gönderir».
Şunu bilmiş ol ki, Allah (c.c.)’ın her yüzyılın başında, bu ümmete, dinini yenileyecek bir kişiyi göndermesinin sırrı, şu hikmetlere bağlıdır:
Birincisi: Yüz sene, tam bir asır sayılır. Çünkü insanlar, bir asrın kaç sene olduğunda ihtilâf etmişlerdir. Bazısı, bir asır kırk senedir derken; bazıları altmış senenin, diğer bazıları da seksen senenin bir asır olduğunu ifade etmişlerdir. Bu konudaki görüşlerin çoğu ise, her bir asrın yüz sene olduğu yönündedir.
Yüz seneden ibaret olan bir asırda, çoğunlukla geçmiş asırda yaşayanlardan hiç kimse artık hayatta kalmamıştır. Hayatta kalan bir kimse bulunursa da, bu çok nadirdir veya geçmiş asrın başını ve sonunu idrak etmiş olan bu kişi, yeni başlayan asrın başında küçük yaşta olması gerekir.
Dolayısıyla, yeni asrın başında yaşayanlar, geçen asrın başında yaşayanlar gibi değildirler. Önceki asrın birçok hâl ve durumları değişmiş, kaybolup unutulmuş; dini esaslar, başka kültürler, başka dinlerle karışıp gitmiştir.
Bu sebeple insanlar, kendilerine bu durumu hatırlatacak, kendilerinin Allah (c.c.)’a olan bağlılıklarını yenileyecek bir hatırlatıcıya ihtiyaç duyarlar.
İşte, Allahü Teâlâ, bu ümmete lütfeder ve her yüzyıl başlangıcında dinlerini yenileyecek bir kişiyi kendilerine gönderir.
İkincisi: Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ’den rivâyet edilen şu hadis-i şeriftir:
Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir sabah vakti, Ashâbına:
«Bu geceyi görüyor musunuz?» diye sordu. Ashâbı Kirâm (radiyallahü anhüm):
«Evet ey Allah’ın Resûlü», dediler. Resûl-i Ekrem Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem):
«İşte, bu geceden itibaren yüz sene sonra, bugün yeryüzünde olanlardan hiç kimse hayatta kalmayacaktır» buyurdular.
Bu hadisin manası şudur: O gece yaşayanların hepsi, büyük ve küçük herkes, yüz sene içerisinde ölecek, o nesil yok olarak yeni bir nesil gelecek, gelecek yüz sene içerisinde yaşayacak olan bu yeni nesil, Peygamberimiz’i (sallallahü aleyhi ve selem) gören, O’ndan ilim öğrenen, O’ndan hidâyet ve şeriatı alan kimseler olmayacaktır.
O halde, kendilerine dini yenileyecek, bilmediklerini öğretecek, ihmâl ettikleri şeriat binasını yeniden ikame edecek bir kişi gerekecektir.
Hicrî ikinci asrın durumu böyle olursa, üçüncü asrın, dördüncü asrın ve ondan sonraki asırların hâli nasıl olur? Sonraki asırlar, dini yenileyecek kişiye, muhakkak ki, hicrî ikinci asırdan daha çok ihtiyaç duyacaklardır.
İşte, Allahü Teâlâ bu ümmete lütfeder ve her yüzyılın başında, kendilerine, dine olan bağlılıklarını yenileyecek bir kişiyi gönderir.
Üçüncüsü: Bu ümmet, başka ümmetlere nazaran her yönden üstün kılınmış, şereflendirilmiş bir ümmettir. Çünkü İsrail oğullarına her asırda bir peygamber gönderilirdi. Allahü Teâlâ, bu ümmete, peygamberler yerine âlimler vermiştir. Resûlullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve selem) şöyle buyurur: «Ümmetimin âlimleri, İsrail oğullarının peygamberleri gibidir».
Bu kâide bu şekilde ortaya çıkınca, geçmiş asırlarda dini yenilemeye kâim olan kişilerin tâyininde şöyle bir netice ortaya çıkar. Allahü Teâlâ’nın her asrın başında gönderdiği kişilerin âlim olması şart değildir. Bu kişi, bazen âlimlerden biri olabileceği gibi, bazen bir halife, bazen ileri gelen bir kişi, bazen de insanların itaat ettiği bir melik olarak da gelebilir.
— Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi (k.s.) Hazretlerinin Müridlerine ve bütün Müminlere Vasiyetleri
Vasiyetler*
* Bu vasiyetler; Ahmed Ziyauddin Gümüşhânevi’nin «Kitabül Abir fil Ensar vel Muhacir» kitabının 1859 (H.1276) senesi baskısının 51ve 52. sayfalarında yer almaktadır.
«Önemli tembihler ve pek çok teşvikler ihtiva eden bu lâtif risale, öncelikle ve bizzat, tarikata intisab etmek suretiyle (eski hayatını terk edip yeni bir hayata hicret etmiş olan) muhâcirlere, daha sonra da umûmi olarak bütün müridlerime değerli bir hediyedir».
Bismillahirrahmanirrahim
Her şeye kâfi olan Allah’a hamd, seçtiği kullarına selâm olsun. Bundan sonra şunu ifade etmek isterim ki;
Ey Muhacirler! Ey İhvân-ı safâ! Sizlere âcizane vasiyetim şudur:
Sizlerden İstanbul’a gelmeyi murâd eden kimse, buraya vardığında önce burada ikamet edeceği yerini belirleyip, daha sonra üstâdını (şeyhini) ziyarete gitmelidir. Bu ziyaretini —mümkünse— Recep ayında, Ramazan Bayramı’nda veya bayramın ilk haftasında yerine getirmelidir.
En az on kişi bir araya gelindi mi, akşam ve sabah hatm-i hâce icra edilmeli, mümkünse Kur’ân-ı Kerim’in tamamı, üçte biri veya cüz yok ise hatimsiz olarak toplu zikir yapılmalıdır. Zikirlerini kalpte olan kalpte, Letâifte olanlar mealletâif, nefy ü isbatta olan ise üçüne birden devam ederek zikrini yapmalıdır. Eğer kendinde bir tesir hissetmezse vukuf-u kalbiye devam etmeli, cezbe galebe gelirse nefy ü isbat, istiğr âk zuhûr ederse murâkebe ve tehlile (Lâ ilâhe illallah zikrine) devam edip, her zaman evliyâ ve sâdâttan istimdâd istenmelidir. Dâim râbıta, vukûf-u kalbî, huzûr-u meallah’a riâyet ederek, duâyı, tazarrû ve niyâzı elden bırakmamalıdır.
Helâl kazanca ve helâl lokmaya dikkat ediniz. Bir şey yiyip içtiğinizde huzûr ve râbıta ile adâb ve sünnetleri yerine getiriniz. Haramları terk ile az yeme ve içmeye devam ediniz.
Yeme ve içmenin âdâb ve sünnetleri Necât-ı Kebir (Necâtül Gâfilin) kitabının hâşiyesinde yer almaktadır.
Belde ahâlisine, ana ve babaya, diğer dostlarınıza hased etmeyiniz ve onlarla ihtilâfa girmeyiniz. Zira tasavvufun ilk başlangıcı, mahlûkatı incitmemektir.
Yedi yaşından yukarı olan kız çocuklarınızı ayrı yataklarda yatırınız, onları mahremlerinden başkasına göstermeyiniz. Büyük kızlarınıza ve ailelerinize ihtimâm ediniz. Bütün peygamberler ailelerini, çoluk çocuklarını korumakla emrolunmuşlardır.
Peygamberimiz (s.a.v.)’in: «Sa’d bin Ebî Vakkas’ın kıskançlığına hayret mi ediyorsunuz? Muhakkak ki ben ondan, Allah da benden daha gayretlidir (kıskançtır)» hadis-i şerifi, aileleri muhâfaza etmek konusunda kâfidir.
Vücûdunuzun, bulunduğunuz yerin ve elbisenin temizliğine dikkat ediniz. Vücüdunuzdaki, özellikle şu sekiz uzvun, yâni: göz, kulak, burun, ağız, koltuk altı ve avret yeri temizliklerine, tırnakların kesilmesine önem veriniz. «O erkekler ki, temizlenmeyi severler» ayeti bu konuda kâfi, «Temizlik imandandır» hadisi de bu mânâyı teyid etmektedir.
Tuvalette ve banyoda konuşmamalı, yol kenarlarına, cami yakınlarına, ağaç altlarına ve insanların kullandıkları diğer yerlere, güneşe aya ve rüzgâra karşı küçük abdest yapmaktan sakınmalıdır.
Bu konuda tafsilâtlı bilgi «Necâtul-Kebir» (Necâtül- Gâfilin) kitabında mevcuttur.
Namaz, oruç, hac, zekât, nezir (adak), kefâret vermek, yerde bulunan kayıp eşyâ, sadaka-i fıtır, kurban, cenaze techizi, sözünü tutmak, anlaşmaya uymak, hasta ziyareti ve diğer ilâhi hükümleri, bütün vacipleri ve sünnetleri ile yerine getirmeye devam ediniz. Halinizde bir değişiklik bir ziyâdelik olmasa da bu ibadetlerden her birinin aslını terk etmeden, bunlara devam ediniz. Bu tarikatta, az amel ile çok sevaba nâil olunacağından şüphe yoktur. O halde farz, vâcip, sünnet, nafile ve müstehabların hepsini yerine getirmek gerekir.
Üstad, mürşid, ana-baba ve akraba haklarına riâyet edip, onlara ezâ ve cefâ etmeyiniz. Komşu haklarına da dikkat edip, onların rızâ ve duâlarını talep etmelisiniz. Salât-ı Münciye, Seyyidüs-Salavât, Seyyidül-İstiğfâr ve Duâyı-Ferec’i, namazlardan sonraki tesbihleri, Ayet’el-Kürsi, Haşr Suresinin sonu (Hüvallâhüllezi...), Bakara Sûresini, «İnned-dine indallâhil-islam»... (Al-i İmran Sûresi, 19.) ve «Kulillâhümme mâlikel mülk».. (Âl-i İmran Sûresi, 26) ayet-i kerimelerini okumalı, Muavvizeteyn (Kul eûzü bi-rabbil felâk, kul eûzü bi-rabbin-nâs), abdest, gusül ve yemek duâlarına, elbise giyerken okunacak duâya ve başka şeylerde vârid olmuş bütün duâlara riâyet ve devam ediniz.
Kur’an’ı hatmetmek, Delâil-i Hayrât’dan günde bir hizip okumak, Hizb-i Bahr’i tamamıyla okumak, gerektikçe diğer duâları okumak ve başka hizipleri (virdleri) de mübarek gün ve gecelerde bazen okumak gerekir. Kendi tarikatının dışındaki evrâdı ise, okumamalıdır.
Beyaz horoz edininiz, patik, el değirmeni, âsâ, misvâk, ayna, sürmedanlık, divit, diş kürdanı, tarak, makas ve iğne gibi eşyaları kullanınız, bunları yanınızdan hiç eksik etmeyiniz. Sahur yemeği, tirit çorbası, yemekten önce ve yemekten sonra tuz almak ve elleri yıkamayı ihmâl etmeyiniz. Mercimek, çörek otu, bal, mantar, alıç, temr-i hindi, habbetur-reşâd ve diğer şifalı yiyecek ve bitkileri kullanınız.
Her gerektiğinde, keyfiyetine riâyet ederek hacamat yaptırınız (kan aldırınız). Sülük tutmasını tatbik ediniz.
Bu konularda tafsilatlı bilgi için «Hacamat Risalesi»ne bakınız.
Kınayı, erkekler sakallarına, hanımlar da istedikleri her yere kullanmalı, haftada veya ayda bir defa kına yakılmalıdır. Bunun dışındaki bütün boyalardan ve renklerden uzak durulmalıdır.
Erkekler sarık sarmalı, sarığın bir ucunu arkaya bırakmalıdır. Hanımların ise baştan ayağa kadar örtünmeleri, çarşaf ve ayaklarına çorap giymeleri gerekir. Seslerini erkekler işitmemelidir. Yedi yer hariç, kadınların dışarı çıkmasına izin vermemelidir.
Kedi, köpek ve diğer hayvanları dövmemelidir. Pire, bit, tahta kurusu, böcek, karınca, arı ve diğer haşarata eziyet etmemeli, özellikle bunları ateşte yakmamalıdır. Çünkü ateşte yakmak Allah (c.c.)’a mahsustur.
Bütün ilâhî emirlere ta’zim, mahlukata merhamet etmeli, vaaz, nasihat, zikir ve Kur’an hatmi ile meşgul olmalı, kabirleri ziyaret etmelidir.
Kadir gecesi ve bayram günleri, Regâib kandili, Berâat Kandili, Mevlid Kandili, Aşure Günü ve diğer mübarek gün ve gecelere ta’zim etmelidir. Tam bir tövbe ile tövbe edip insanlarla helâlleşmeli, hayvan haklarını ve ilâhi hakları yerine getirmelidir.
Bir an bile olsa vaktini zâyi etmemelidir. Özellikle akşam ile yatsı namazı arasındaki vakti, gece yarısı teheccüd vaktini ve sahur vakitlerini ihya etmelidir.
Tarikat ehli, def-i kabız (içindeki sıkıntıyı def etmek) için, enbiyâ ve evliyâ kabirlerini ziyaret, üstazın (şeyhin) sohbet ve ziyaretine devam etmelidir. Çok zikir ve çok râbıtaya ve tasavvuf kitaplarını okumaya devam etmelidir.
Uyku ve fetreti (gevşekliği) def için, önce zikir mahallini değiştirmeli, muhabbet üzere rabıta, üstâza mektup yazmak suretiyle istiâze ederek, zikirde fütûrun (gevşekliğin, bezginliğin) giderilmesine çalışılmalıdır. Çünkü fütûrsuz bir amel, fütûrlu binlerce amelden daha hayırlıdır.
Def-i gazap (kızgınlığı gidermek) için bulunduğu yeri değiştirmek, ayakta ise oturmak, oturuyorsa ayağa kalkmak, abdest almak ve de «Onlara şeytandan bir vesvese dokunduğu zaman»... (A’raf Suresi, 201) âyeti mucibince «Esteîzu billâh»... diyerek istiâzede bulunmak (Allah’a sığınmak) gerekir.
Aslî heyetinizi (görünüşünüzü) ve elbisenizi değiştirmeyiniz. Sigara, tömbeki, nargile, kahve, enfiye, afyon ve diğer habis şeyleri terk ediniz.
Câmiye, mescide ve ev içine tükürmeyiniz. Elinizin yağını elbisenize silmeyiniz.
Müsâfahaya, cemâate, sabır, şükür ve kanâate devam ediniz. İhyâ-i evkât (vâkitleri değerlendirmek), ihyâ-i beled (memleketi ihyâ etmek), ihyâ-i mahlûk (yaratılmışları ihyâ), ihyâ-i evkâf (vakıfları canlandırmak) ve devam-ı ubûdiyyete (Allah’ a kulluğa devama) önemle riâyet ediniz.
Dikkat ediniz. Ahmed (Gümüşhânevi) (k.s.)’nin bu vasiyetlerini öğreniniz ve iyi tutunuz.
1276 Hicri Senesi
— Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi (k.s.) Hazretlerinin Nasihatleri
Nasihatler*
Bu vasiyetler; Ahmed Ziyauddin Gümüşhânevi’nin “Kitabül Abir fil Ensar vel Muhacir” kitabının 1859 (H.1276) senesi baskısının 51ve 52. sayfalarında yer almaktadır.
Tenbihât-ı Azîme ve Terğîbât-ı Kesîre
Kitabu’l-abir’in sonunda iki sayfadan oluşan bu risale, Gümüşhanevî’nin tavsiyelerini içermektedir. Tamamen tasavvufi bir dil ve terminoloji ile bazı tavsiyelerde ve tenbihatlarda bulunulmuştur. Gümüşhanevî’nin hicret ve cihatla ilgili ayet ve hadisleri bir araya getirdiği bu eserinde, özelde tarikat yoluna girenlere, genelde ise, tüm mü’minlere tavsiyelerine yer verilmiştir.
Müellif, aslında müritlerine tasavvufun tüm inceliklerine ve gereklerine sarılmalarını tavsiye ederken, onları bir anlamda uyanık olmaya çağırmaktadır. Tasavvuf terminolojisinde hicret ve cihadın yeni anlamlar kazandığı bilinen bir gerçektir. En genel anlamıyla hicret, nefsin ve çevrenin kötülüklerinden uzak durmak, günahları terk etmektir. [48] Cihat ise, i’la-yı Kelimetullah için göğüs göğse çarpışmanın dışında, insanın kendi nefsi ve nefsinin emrettiği kötülüklere karşı savaşması olarak da yorumlanmıştır. [49]
Gümüşhanevî’nin tenbihatlarından bazıları şunlardır: Kur’an okumak, hatm-i hace icra etme, günlük vird ve zikre devam etme, daima tazarru ve niyaz halinde olma, helalinden kazanıp helal yeme, yaşadığı beldenin insanını sevme, ana ve babaya saygı, mahlukatı incitmekten
sakınma, evliya kabirlerini ziyaret, sohbet ve tasavvuf kitapları okumaya devam etmek, sabır şükür ve kanaat üzere olma, ağız ve beden temizliğine dikkat, mübarek gün ve geceleri ihya, tütün, tömbeki, enfiye, afyon vb, habaisi terk etmek. [50]
Gümüşhanevî bu tenbihatlarıyla, kendi muhibbanını fethe ve zafere hazır olmaya, başka bir ifadeyle fethin ve zaferin gerçekleşmesine zemin hazırlayacak davranışları onlara kazandırmayı amaçladığı söylenebilir.
1) Mahviyet ve tevâzü icâbı, kendinizi daima cahil ve avam kabul ediniz.
2) Amelleriniz, tahsilleriniz ve ahlâkınız bakımından âlim olunuz ve insanlara akıllarının ereceği kadar söyleyiniz.
3) Birbirinize arka çevirmeyiniz, buğz etmeyiniz, ayrılmayınız, haset etmeyiniz ve kardeş olunuz.
4) Âlimlerin zâlimlerinden ve inatçılar dan olmayınız.
5) Dâimâ müzâkere ve hakkı ızhâr için, ilminizi ve araştırmalarınızı arttırınız.
6) Cemâate, cumaya, bayrama ve evrâdlarınıza, va’d ve ahdinize riayetkâr olunuz.
7) Cemâati, zekâtı, haccı, orucu, emâneti ve emr-i bil-ma’rûfu terkedenlere yakın olmayınız.
*Bu Nasihatler: ‘Tasavvuf-î Ahlâk: M.Z. Kotku (Birinci cild, 116-118) sayfaları arasında yer almaktadır.
8) Avretlerini açanlara, gençlere, yâni saç ve sakalı bitmeyenlere yakın olmayınız ve kadınlara benzemeyiniz.
9) Muhkem (yüksek) binalar ve kabirleri taş ve kireçle yapanlara yakın olmayınız. Binalara kurban kesmeyiniz.
10 ) Fâiz, haram mal ve yetim malı yemeyiniz ve yiyenlere yakın olmayınız.
11) Zûlmen gasb olunan malı yemeyiniz ve gasp edenlere yakın olmayınız.
12) Âlimlere, meşâyiha ve anne-babaya ezâ etmeyiniz. Kalplerini kırmayınız ve inâd etmeyiniz.
13) Sakallarınızı kesmeyiniz ve kısaltmayınız. Âdette ve görünüşte Yahudi ve Hıristiyanlara benzemeyiniz.
14) Zina edenlere, livâtacılara, deyyuslara, fuhuş işleyenlere ve rüşvet alanlara yakın olmayınız.
15) Sapık fırkalara, dinsizlere (mülhidlere), sihirbazlara, tembellere, tenâsuha (ruhun insandan insana geçtiğine) inananlara yakın olmayınız.
16) Kâhinlere, yıldıza bakanlara, falcılara, cin ve ifrit sâhiplerine yakın olmayınız.
17) Cinlerle uğraşanlara, muskacılara, «gizli şeyleri bilirim» diyenlere yakın olmayınız.
18) Tılsım bilgilerine, filozofların ilimlerine ve sözlerine yakın olmayınız.
19) Her nevî şarap, sarhoşluk veren içki içenlere yakın olmayınız.
20) Her çeşit ilâca, yabancı memleketlerden gelen ilâçlara ve küffâr eliyle yapılan eşyâya yakın olmayınız. (Kendiniz yapın demektir).
21) Ressamlara, oyunculara, çalgıcılara yakın olmayınız.
22) Vücûtlarına dövme yapanlara ve saçlarını siyaha boyayanlara yakın olmayınız.23) Nâmahrem olan yabancı kadınlara bakmayınız ve yakın olmayınız.
24) Kâfirler, putperestler ve müşriklerin kestiklerine yakın olmayınız.
25) Ashâb-ı Kirâm’a ve evliyâullah’a sövenlere, müctehidlere sâdât (Peygamberimiz (s.a.v.)’in soyundan gelenlere) ve selefe (sahâbe, tâbiin ve tebe-i tâbiin)e ta’n edenlere(onları kötüleyenlere) yakın olmayınız.
26) Harp meydanından, tâun, vebâ gibi bulaşıcı hastalıklardan, meşâyiha ve ulûl-emre itâatten kaçanlara yakın olmayınız..
27) Yemeklerdeki ve cenazelerdeki bid’atlere yakın olmayınız.
28) İnsanlar arasında söz taşıyanlara (koğuculara) ve Kur’an ve hadisten başka şeylerden yardım ve medet umanlara yakın olmayınız.
29) Hiçbir israfa ve israfçılara yakın olmayınız.
30) Kâfir ülkelerden gelen yağ, şeker vesâir yiyeceklere, kaplara ve elbiselere yakın olmayınız. (Kendiniz yapın demektir).
31) Zâlimlerin kapısına, oyun, eğlence ve töhmet yerlerine (plaj, dans yeri, balo ve emsali yerlere) yakın olmayınız.
32) Satılığa çıkarılan vakıf mallarına, fâsit ve noksan alışverişe, ham meyveleri alıp satmaya ve vakıf malını değiştirmeye, tebdil ve tağyîre yakın olmayınız.
33) Kuş (güvercin) uçurmaya, nefes ve celbî havâs ve cin çağırma toplantılarına yakın olmayınız.
34) Küfre götüren sözlere, haram sözlere ve yabancı kelimelere (şehinşâh gibi) yakın olmayınız
35) Amirlik, imamlık, kadılık gibi şeylere ve sâlih kimseleri azletmeye, zalimleri tâyin etmeye yakın olmayınız.
36) Ayakta, yollara ve mübarek yerlere küçük abdestinizi yapmayınız.
37) Yolları kapatmak, onlara pislik dökmek ve geçenlere ezâ veren zararlı şeyleri atmaya yakın olmayınız.
38) Zühd, verâ, velâyet, keşif, ker âmet, ilhâmât ve «Allah (c.c.)’ı ve Resûlullah (s.a.v.)’i gördüm» iddiasında bulunmayınız.
39) Yüksek binalara, köşklere, bineklere, her türlü ziynet, süs eşyâsına ve mal zâyiâtına yakın olmayınız.
40) Mescidlerde seslerinizi yükseltmeyiniz, küçük çocuk, deli ve dilencileri câmiye sokmayınız.
41) El ve başla selâm vermeyiniz. Âlimlerden başkasının elini öpmeyiniz. Hiç kimseye eğilmeyiniz ve sarılmayınız.
42) Kuş (güvercin) uçurmayınız, süt kuzusunu kesmeyiniz, evde köpek bulundurmayınız.
43) Haktan ve doğruluktan ayrılan müftülere ve hadis âlimlerine, dinini bilmeyen doktorlara ve iflâs etmiş tüccarlara yakın olmayınız.
44) Hırsızlara, hainlere, ganimetten çalanlara, harpten kaçanlara, yetim malı ve haram yiyenlere yakın olmayınız.
45) Baston ve her çeşit küffâr âdetlerine yakın olmayınız.
46) Memleketin saâdet ve selâmeti için, siyaseti sağlam ve dürüst yapınız.
47) Şer’î cezaların tatbik edilmesine, dinî esasların yerine getirilmesine ve mazlumlara yardım ediniz.
48) Zulmü terk ile, bütün günahlardan tövbe ve istiğfar ediniz.
49) Hak sahipleriyle helâlleşiniz, kimseyi incitmeyiniz, hor ve hakir görmeyiniz.
50) Bütün işlerinizi ve niyetlerinizi düzgün ve sağlam yapınız.