KİTABA DAİR
— Yayınevi
Musâhabetü’l İhvân
Ahmed Ziyauddin Gümüşhanevi (k.s.)
(metin 1)
Şadırvan
İstanbul 2012
Şadırvan: 28
Halk Kitaplığı: 19
yayin@semerkand.com
ISBN: 978-605-4565-65-8
Eserin orjinal adı: Musâhabetü’l-İhvân
Yazar: Ahmed Ziyâuddin Gümüşhânevî
Hazırlayan: Ali Sözer
Tashih: Mehmet Günyüzlü - Eyyüp Beyhan
Kapak: Mehmet Avcı
İç Tasarım: Nilgün Sönmez
Baskı: Elma Basım
Halkalı Cad. No: 164 B4 Blok
Sefaköy - Küçükçekmece - İstanbul
Tel: 0212 697 30 30 (yayın dağıtım)
Mayıs 2012, İstanbul
1.Baskı
© Bu eserin tüm yayın hakları Semerkand Basım Yayın Dağıtım A.Ş.’ye aittir.
GENEL DAĞITIM
POZİTİF Dağıtım
TÜRKİYE: Eyüpsultan Mah Esma Sokak. No7/A Samandıra-Sancaktepe-İstanbul
Tel: 0216 564 26 26
Faks: 0216 564 26 36
Online satış: www.semerkandpazarlama.com
AVRUPA: Erol Medien GmbH Kölner Str. 256-51149 Köln
Tel.; 0 22 03 / 36 94 90
Fax: 0 22 03/36 94 910
Online Satış: www.onlinefuar.de E-Mail: inlo@erolmedien.de
MÜRİDLERİN ARKADAŞLIĞI
Musâhabetü’l İhvan
Ahmed Ziyâuddin Gümüşhânevî (k.s.)
Hazırlayan
Ali Sözer
Şadırvan
— İçindekiler
Ahmed Ziyâuddin Gümüşhânevî Hazretleri [k.s]
Musâhabetü’l-İhvân
— Önsöz
Birçok yönüyle bir tasavvuf toplumu ve devleti olan Osmanlı, son yüzyılına geldiğinde büyük ölçüde bu yönünü kaybetmişti. Ta ki Mevlâna Halid-i Bağdadî hazretlerinin [kuddise sırruhû] öncülüğünde Nakşibendilik canlandı. Osmanlı’nın bütün kuramlarıyla gevşeyip köhnediği bir asırda, Mevlâna Halid Bağdadî k.s. hazretlerinin açtığı yolda ilerleyen halife ve müridler, Devlet-i Aliye için taze kan görevi görmüşlerdir. Kaynaklara göre sayıları değişse de, yüz altı halife ile Hâlidiyye önce Osmanlı coğrafyasına, sonra da bütün Islâm dünyasına yayılmıştır.
Böylece Ehl-i Sünnet’e sımsıkı bağlılığı, bid’atlardan arınmışlığı ve ilme önem vermesi ile 11. asırda Hâcegân, 14. asırda Nakşibendiyye ve 16. asırda Nakşî-Müceddidî olarak tazelenen tasavvuf yolu, 19. asırda Mevlâna Halid hazretleriyle birlikte Hâlidiyye olarak bir anlamda güncellenmiştir.
Hâlidiyye kolunun önemli temsilcilerinden biri de elinizdeki küçük risalenin sahibi Ahmed Ziyauddin Gümüşhanevî hazretleridir. Önce İstanbul’da daha sonra da Anadolu, Balkanlar, Arap Yarımadası’nda ve Kuzey Afrika’da Halidiyye’yi yaymış bir zattır. Tesiri ve yolu günümüze değin uzanmaktadır.
Nakşibendiyye ve Halidiyye’nin diri bir şekilde ayakta kalmasının şüphesiz en büyük vesilesi şer’-i şerife kayıtsız şartsız bağlılıktır. Bunun yanında tasavvuf adap ve erkânına uymakta gösterilen titizlik de bir diğer vesiledir. Nitekim bütün Nakşibendi büyüklerinin sohbetlerinde bu önem sürekli vurgulanmıştır. Bu sahada büyüklü küçüklü birçok eser de kaleme alınmıştır.
Tasavvuf erbabının mürşidinden feyiz alması ve tarikatından fayda görmesi adap ve erkana bağlılıkla alakalıdır. Nitekim bu usuller doğrudan ashab-ı kiramın ve tabiînin hayatından alınan edeplerdir. Dolayısıyla her biri dinî hayatın istikamet üzere olması için önemlidir.
Elinizdeki eser de Gümüşhanevî hazrederinin müridlerin arkadaşlığı hususunda yaptığı nasihatlerin manzum hale getirilmiş halidir. Biz hem bu manzumeyi hem de nesre çevrilmiş halini okurun istifadesine sunduk. Eser hakkında inceleme bölümünde detaylı bilgi verdik. Adap konusunda birçok eser olsa da müridlerin arkadaşlığı ve iyi geçinmeleri üzerine çok fazla eser yoktur. Dolayısıyla bu eser önemli bir boşluğu da dolduracaktır inşallah.
Hacmi küçük fakat manası büyük bu eser, müminlerin kardeşliği noktasında bir nebze de olsa hayırlara vesile olacaktır. Rabbimizden temennimiz böyledir.
Tevfık ve inayet Allah’tandır.
Ali Sözer
AHMED ZİYÂEDDİN GÜMÜŞHÂNEVÎ HAZRETLERİ [K.S.]
— Hayatı
1813 yılında Gümüşhane’nin Emirler mahallesinde doğdu. Babasının adı Mustafa, dedesi ise Abdurrahman Efendi’dir. Beş yaşında iken Kur’ân-ı Kerîm’i okuyordu ve hafızdı. 1822 yılında ailesinin ticaret için gittiği Trabzon’da Şeyh Osman Efendi ve Şeyh Halid es-Saîdî gibi âlimlerden sarf, nahiv ve fikıh dersleri aldı. Babası ticaretle meşgul olduğu için bir gün:
- Oğlum, okuduğun kâfidir, artık ticarete başla, dediyse de okumayı bırakmadı. Bir yandan okuyor bir yandan da kese örüp satarak geçimini sağlıyordu.
1831 yılında amcasıyla birlikte ticarî bir amaçla İstanbul’a geldi. Burada ilim öğrenme isteği daha arttı ve babasının izniyle İstanbul’da kaldı, bir daha da dönmedi. Beyazıt Medresesi’nde dinî ilimleri öğrenirken adı tesbit edilemeyen bir şeyhe intisap etti. Bu zatın vefatından sonra tahsilini Mahmud Paşa Medresesi’nde sürdürdü. Sultan Abdülmecid’in hocası Hafız Muhammed Emin Efendi ve II. Mahmud’un hocası Abdurrahman Harpûtî gibi zatların öğrencisi oldu. Sonra Mahmud Paşa ve Beyazıt camilerinde ders okutmaya başladı, icazet verdi, tekrar okuttu, tekrar icâzet verdi.
İstanbul’da tahsil hayatı boyunca tasavvufi çevrelerle münasebetini sürdüren Gümüşhânevî hazretleri [kuddise sırruhû], 1845 yılında Üsküdar Alaca Minare Tekkesi’nde Halidiyye tarikatını yaymakla vazifeli Şeyh Abdülfettâh Ukarî ile tanıştı. Ona intisap etmek istediyse de kendisini İstanbul’a irşad etmeye gelecek başka bir şeyhin yetkili olduğunu söyleyerek dostluklarının samimiyet ve sohbet sınırları içinde devam etmesini istedi.
Daha sonra İstanbul’a gelen Trablusşam müftüsü diye meşhur olan Halidî şeyhi Ahmed Ervâdî hazretlerine [kuddise sırruhû] intisap etti. Ervâdî hazretleri, Mevlânâ Halid-i Bağdâdî hazretlerinin [kuddise sırruhû] halifelerindendir. Gümüşhânevî hazretlerinin hilâfeti Nakşibendî, Kadirî, Sühreverdî, Çiştî ve Kübrevî tarikatları üzeredir.
— İrşadı
İrşada başladıktan sonra şöhreti yaygınlaşan Ahmed Ziyâuddin Gümüşhânevî hazretleri [kuddise sırruhû] 1859 yılında Cağaloğlu’ndaki Fatma Sultan Camii’ni tekke [1] haline getirmiştir. Buraya hücreler ve harem dairesi yapılmıştır. Hüseyin Vassâf’ın [kuddise sırruhû] naklettiğine göre binlerce mürid bu tekkeye bağlanmıştır. «Müridleri 1 milyonu aştı» denilmiştir. Anadolu ve Rumeli’nde halifeleri vasıtasıyla tarikatın yayılmasına muvaffak olmuştur.
[1] Bu tekke 1957 yılında istimlak edilerek yıkılmıştır. Günümüzde yerinde Defterdarlık binası vardır.
1863 yılında sarayın tahsis ettiği bir gemiyle, muhtemelen resmî bir görevle hacca gitti. 1877 yılında Şeyhülharem-i Nebevi Mehmed Emin Paşa’nın kızı Havva Seher Hanım ile evlenmiştir. Aynı yıl ikinci defa hacca gitti. Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’de hadis ilmi okuttu. Hac dönüşü İstanbul’a gelmeyip üç yıl kadar Mısır’da kaldı. Tanta ve Kahire’de Nâsıriye, Ezher ve Seyyidinâ Hüseyin Camii’nde 200’den fazla talebeye ders okuttu. Burada Mısır müftüsü Muhammed el-Menûtî, Şeyh Cevdet, Şeyh Mustafa es-Saîdî ve Şeyh Rahmetullah el-Hindî’ye hilâfet verdi. Tanta’da Seyyid Ahmed Bedevi hazretlerinin [kuddise sırruhû] kabr-i şerifini ziyaret edip İstanbul’a döndü.
İstanbul’a dönünce daha önceki yıllarda olduğu gibi vaaz, ders okutma ve irşad ile meşgul oldu. On altı yıl bizzat müridlerini irşad etti, ardından yaşlılık sebebiyle bu işi halifesi Hasan Hilmi Efendi hazretlerine havale etti.
Sefine-i Evliyâ müellifi Hüseyin Vassâf [kuddise sırruhû] o yılları kendi tanıklığıyla şöyle anlatır:
«Ziyaretçilerin ve müridlerin çokluğu şeyh hazretlerinin herkese yetişebilmesini imkân haricinde bırakmıştı. Gayet mücahid, riyâzetkâr ve ilmiyle amel eden âlimlerdendi. Çok azimliydi, hastalığında bile ders okutmuşlardır. Senede iki defa halvet ederlerdi. Biri zilhicce ayında, diğeri de receb ayında. Zikir esnasında müridleri arasında acayip haller zuhura gelirmiş. Vecd ve istiğrak haline düşenler pek çoktu. Şeyh hazretleri daima hizmetkârlarıyla birlikte yemek yerlermiş. Yatsıdan sonra söz söylemezler, esasen lüzumsuz sözden hoşlanmazlardı. Fecrde mutlaka uyanırlar, sabaha dek ibadet ederlerdi.
Şeyh hazretleri herkesin sevdiği biriydi. Nitekim âlimlerden, fâzıllardan, devlet adamlarından pek çok zatın ve muhabbet erbabının baş tacıydı. Müridleri kendisine ziyadesiyle hürmetkâr ve muhabbetliydiler.
Gümüşhânevî hazretlerini [kuddise sırruhû] bir ramazan-ı şerifte istekleri üzerine Beyazıt Camii’ne getirmişlerdi. Özellikle yapılmış bir arabaya koymuşlar ve arabayı müridleri çekmekteydi. Büyük bir kalabalık arabanın etrafını almış bir halde cami-i şerife getirirlerken gördüm. Latif cemalleri nur doluydu. Beyaz sakalı, başının tacı (sarığı), yüzündeki letafet kendilerine farklı bir parlaklık vermişti.
Cami-i şerifte hünkâr mahfilinin altındaki maksurenin pencere önünde şal yaydılar. Şeyh hazretleri buraya getirdiler. Sağ elinin şahadet parmağı sürekli hareket ediyordu. Çok teşbih kullanmaktan olduğu belliydi ve kalb-i şeriflerinin Allah zikriyle meşgul olduğuna parmağı şahitlik ediyordu. O zamanlar çocuk yaştaydım. Yanlarında bulundum, temaşa ettim. Kalbime büyük bir hürmet ve heybet hissi geldiğini elan hatırladım. Çok büyük bir zattı.
Boyu uzun, kırmızıya mail beyaz yüzlü, çekme burunlu, açık alınlı, mübarek sağ gözünün altı biraz siyah, yuvarlak çehreli, kara gözlü, uzun kirpikli, beyaz sakallı ve başı traşlıydı. Entari, hırka, cübbe ve biniş giyerlerdi. Beyazı severler ve daima beyaz giyerlerdi». [2]
[2] Hüseyin Vassaf, Sefîne-i Evliyâ-i Ebrâr (haz. Mehmet Akkuş - Ali Yılmaz), İstanbul: Kitabevi, 2006,2/335,336,337.
Ahmed Ziyauddin Gümüşhanevî Hazretleri, dünyadan kaçmayı korkaklık olarak telakki etmiş ancak dünyaya kapılanmanın ve ona yönelmenin de yanlış olduğunu savunmuştur. Özellikle alternatif fikir üretmede eşsiz bir kişidir. Lafa hiç önem vermemiştir.
Hatta müridlerine nasihatla diyor ki:
«Allah, insana kocaman bir vücud, ufacık bir ağız vermiştir. İnsanların bütün organları üretici, bir tek ağzı tüketicidir. Her Müslüman, her müridan vücudu kadar düşünüp ağzı kadar tüketse her şeyin geliri giderinden fazla olur, dünyada fakir kalmaz. Yine insanlar, vücudu kadar düşünüp ağzı kadar konuşsa her hareketleri akıl ve şuurla olacağından o insan başarılı olur. Oysa insanların çoğu, ağzı kadar bile üretmiyor ama vücudunun iki üç katı kadar tüketiyor».
Osmanlı bakiyesi meşhur âlimlerimizden Muhammed Zâhid el-Kevserî, onu şöyle anlatmaktadır:
«Müşârun ileyh Ahmed Ziyâuddîn-i Gümüşhanevî Hazretleri, bir âlim-i Rabbânî ve fâzıl-ı nurânî olup gayet vakar ve sekinet sahibi, zühdü takvada bir, sahib-i kâmil, imtisâl idi. Muhabbet ve celâli galip olmakla her gören kimse ondan çekinirdi. Kendisi huzur ve murakebe-i sermediyyeye olmakla daima sükût ederek, ziyarete gelenlere bir miktar tatyib-i hayatından başka hiçbir şey söylemez, söylediği kelamlara şerîat, tarikat ve hakikatten başka, mâlâyâni hiçbir şey mezceylemezdi. Kendisi mahbûbu’l-kulûb ve sâhib-î keşf bir zat olup huzurunda bulunanların kalplerine gelen havâtırı fennine göre keşfederek mene işaret eder; bazen da açıkça tenbîh ederdi».
Bir milyondan fazla müridi olduğu söylenen Gümüşhanevî Hazretlerinin, tesir sahası dünyanın çeşitli bölgelerine yayılmış bulunmaktadır. O, çeşitli bölgelere halifelerini göndererek etkinliğini artırmış, Müslümanların uyarılmasına ve İslam’ın ihyâsına büyük gayret sarfetmiştir. Meselâ Gümüşhanevî hazretlerinin büyük değer verdiği Lüleburgazlı Muhammed Eşref Efendi Pekin’e gönderilmiş, o Pekin’den dönerken Pekin’li Müslümanlar II. Abdülhamid adına üniversite yaptırmaya başlamışlardır. Bu Hoca Efendi’ye bundan sonra «Çinli Hoca» denmiştir.
Mısır’da Türkiye’den daha çok tanınmaktadır. Onun etkinliği, günümüzde de devam etmektedir. Komor adalarında bile faal bir Gümüşhanevî Dergâhı vardır. 1976 yılında İstanbul’da tertiplenen İslâm Ülkeleri Dişişleri Bakanları Toplantısı’na katılan Komor Adaları Dışişleri Bakanı’nın, Gümüşhanevî silsilesinin ülkemizdeki temsilcilerinden Mehmed Zahid Kotku Hazretlerini ziyaretlerinde söyledikleri, Gümüşhanevî’nin günümüzdeki tesirlerine işaret etmektedir.
«1880’lerde II. Abdulhamid Han hilâfetin İslam Âlemindeki müessiriyetini artırmak için çeşitli İslam memleketlerine derviş kafileleri gönderdiği zaman Komor Adalarına Gümüşhânevî Dergâhı’na mensup dervişler gönderilmiştir. Onların bölgemizde tesis ettikleri halka, o zaman azınlıkta kalan Müslüman nüfusu, bugün çoğunluğa dönüştürülebilmiştir. Halen mevcut ve faal olan Komor Adalarındaki Gümüşhânevî Dergâhı’na mensup bir kimsenin mânevî zevki ile zât-ı âlîlerini ziyaret etmekten şeref duyarım».
— İlme Verdiği Değer
Ahmed Ziyâuddin Gümüşhânevî hazretleri [kuddise sırruhû] zâhirî ilimlerin tahsiline büyük önem vermiş, halifelerinde her şeyden önce ilmî yeterliliğin bulunmasını şart koşmuştur. Dergâh mensupları arasında bir yardımlaşma ve borç sandığı kurarak ev ve iş yerlerinde âtıl duran menkul servetleri bu sandıkta toplatmış, bu para ile matbaa kurarak basılan eserlerin ücretsiz dağıtımını sağlamıştır.
Dinî ilimleri öğrenme ve sünnete uyma konusunda Gümüşhânevî hazretleri [kuddise sırruhû], tekkesinde hadis okutmaya ağırlık vermiş, böylece bu dergâh bir dârülhadis hüviyeti kazanmıştır. Tekkelerde görülen yozlaşmaya karşı çıkmış, ulema ve meşâyih arasındaki anlaşmazlıkları birleştirici bir tavırla gidermeye çalışmıştır. Aşağıda da anlatılacağı gibi dinî ilimler sahasında birçok eser kaleme almıştır.
— Vefatı
Ahmed Ziyâuddin Gümüşhânevî hazretleri [kuddise sırruhû] 13 Mayıs 1893 yılında vefat etmiştir. Yine Hüseyin Vassâf’ın [kuddise sırruhû] tanıklığıyla o gün İstanbul âdeta bir matemgâh olmuştur. Mübarek naaşları binlerce halkın katılımıyla Süleymaniye Camii’ne nakil olmuş, Kanûnî Sultan Süleyman merhumun türbesi bitişiğindeki kabre defnolunmuştur.
Vefatı üzerine halifelerinden irfan ehli Kolağası Fevzi Efendi şu tarih beytini söylemiştir:
Söyledi Fevzi mücevher tarihi feryâd idüp
Fahr-i bezmim mürşidim pirim efendim el-firâk
Yani: «Fevzi, feryat ederek bu mücevher gibi tarihi söyledi: Bezmimin övüncü, mürşidim, pîrim, efendim. Ah ayrılık»!
Bu beytin ikinci mısrası ebced hesabı ile vefat yılı olan hicri 1311 yılına tekabül etmektedir.
Gümüşhânevî hazretlerinin [kuddise sırruhû] eşi de yanma defnolmuştur. Eşinin mezar taşında devrin önemli şairlerinden Muallim Nâci’nin şu beyti yazılıdır:
Hak-perestim arz-ı ihlâs etdiğim dergâh bir
Bir nefes ayrılmadım tevhîdden Allah bir
Yani: «İhlâs ile arzettiğim kapı birdir, Allah’ın kuluyum. Bir nefes tevhid ehli olmaktan ayrılmadım, Allah birdir».
Ahmed Ziyâuddin Gümüşhânevî hazretlerinin [kuddise sırruhû] mezar taşında da şu manzume yazılıdır:
Nazar kıl çeşm-i ibretle makâm-ı ilticâdır bu
Erenler dergehi bâb-ıfüyûzât-ı Hudâdır bu
Ziyâeddin-i Ahmed mevlidi anın Gümüşhâne
Şehîr-i şark u garbdır mürşid-i râh-ı Hudâdır bu
Muhakkak ehl-i Hak ölmez ebed haydır bil ey zâir
Sarâ-yı kalbini pâk eyle bâb-ı evliyâdır bu
Şuâ-i dürr-i vahdet menba-i ilm-i ledünnîdir
Mükemmel vâris-i şer-i Muhammed Mustafâdır bu
Hilâfet müddetinden «irciî» vaktine dek hakkâ
Tarîk-ı Hâlidî’yi neşr eden hak-reh-nümâdır bu
Oku îhlâs ile bir Fâtiha kalbinde dâim tut
Cilâ rûhâni-i kalb-i mürîdâne gıdâdır
Yani:
«Bu mezara ibret gözüyle nazar et, burası sığınma makamıdır. Erenlerin dergâhı ve Allah’tan gelen feyiz-lerin kapısıdır.
Bu mezar Ahmed Ziyâuddin’indir ve doğum yeri Gümüşhane’dir. Doğu ve batının tanıdığı Allah yolunun mürşididir.
Ey ziyaretçi! Ehl-i Hak kişiler ölmez, onlar daima diridirler. Burası eyliya kapısıdır, kalp sarayını burada pak et. Buradaki zat, vahdet incilerinin şuası ve ledün ilimin kaynağıdır. Muhammed Mustafa’nın [sallallahu aleyhi vesellem] şefinin mükemmel bir vârisidir.
Halifelik aldığı zamandan «Allah’a dön» vaktine kadar, Halidiliği yaymaya çalıştı, bu kabr-i şerifteki kişi Allah yolunun aynasıdır.
İhlâs ve Fatiha oku, kalbini daima bu tavırda tut. Çünkü bu müridlerin kalbinin ruhanî gıdasıdır, kalbe ciladır».
— Halifeleri
Aralarında Kastamonulu Hasan Hilmi, Safranbolulu İsmail Necati, Dağıstanlı Ömer Ziyâuddin, Tekirdağlı Mustafa Fevzi, Lüleburgazlı Mehmed Eşref Efendi [kuddise sırruhüm] gibi huzur dersi muhatap ve muharrirliğine kadar yükselmiş âlimlerin de bulunduğu 116 kişiye hilâfet vererek Nakşibendiyye tarikatının Halidiyye kolunun yayılmasına hizmet etmiştir.
— Eserleri
Ahmed Ziyâuddin Gümüşhânevî hazretlerinin [kud- dîse sırruhû] Arapça kaleme aldığı elli iki eseri vardır. Bu eserlerin bazıları şunlardır:
Hadis: Râmûzul-Ehâdîs, Levâmiul-ukûl(c. 1-5), Garâi-bul- Ehâdîs, Letâifii’l-Hikem, Hadîs-i Erbain.
Fıkıh ve Akaid: Câmiul-Menâsik alâ Ahseni’l-Mesâlik, Câmiul-Mü- tûn, el-Âbirfiİ-Ensârvel-Muhâcir, Matlabü’l-Mücâhidîn.
Tasavvuf: Câmiul-Usûl, Rûhul-Ârifin, Mecmûatul-Ahzâb, Ki- tâbü’l-Arifin fi Esrâri Esmâi’l-Erbaîn.
Ahlâk: Necâtul-Gâfilîn, Devâul-Müslimîn, Netâicul-İhlâs. [3]
[3] Ahmed Ziyâuddin Gümüşhânevî hazretleri [kuddise sımıhû] hakkındaki bu bilgiler TDV İslâm Ansiklopedisi, «Gümüşhânevî, Ahmed Ziyâuddin» maddesinden (14/276-277) ve Sefine-i Evliyâ-i Ebrârdan yararlanılarak hazırlanmıştır.
— Musâhabetü’l-İhvân Hakkında
Musâhabetü’l-İhvân adlı eser, Manzûme-i Adâb-ı Zikr adlı Osmanlı döneminde basılmış tarihsiz bir risâlenin içinde bulunan yetmiş üç beyitlik bir manzumedir. Manzumenin başında «Hâzihi’r-risâletü’l-manzûmeti fî hakkı’n-nasîhati ve musâhabetü’l İhvân» yazmaktadır.
Yani: «Bu eser nasihat ve müridlerin kardeşliği hakkında manzum bir risâledir».
Eserin kim tarafından nazmeldildiği belli değildir. Fakat eserin yedinci beytinde şöyle denilmektedir:
Buyurdu kim bunu üstâdımız Ahmed Diyâüddîn
Kim ister emrini tutsun kaçıp nehy-i Hudâ’sından
Yani: «Şeyhimiz üstadımız Ahmed Ziyâuddin Gümüşhâ- nevî hazretleri [kuddise sırruhû], müridlerin Allah Teâlâ’nın emrini tutmaları ve nehyettiklerinden, yasakladıklarından kaçmaları için nasihat buyurdu».
Buradan itibaren bazan çoğul, bazan da tekil bir hitap ile müridlere nasihat edilmektedir. Eserin konusu müridlerin arkadaşlık hukuk ve edebi hakkındadır.
Gazel ve kaside kafiye usulüyle yazılan eserin içeriği bu türlere alışılmış muhtevaya uygun değildir. Nitekim bu tür eserler daha çok mesnevi türünde yazılmıştır. Vezni «mefâîlün mefâilün mefâîlün mefâîlün’dür.
Eser, muhtemelen birkaç sohbetin manzum halidir. Zira iki yerde «Nasihatü Uhrâ» (Diğer nasihat) başlığı konulmuştur.
MUSÂHABETÜ’L-İHVÂN (MÜRIDLERIN ARKADAŞLIĞI)
— Giriş
(Bu risale, müridlere nasihat ve onların arkadaşlıkları hakkındadır)
Sâdât-ı Kiram İçin Allah’a Hamd
Allah’a hamdolsun ki onun safasından cihana safalar geldi. Onun ışıkla dolu cemali, bütün cihanı aydınlattı.
Bülbülün bahtı, kırmızı güle meylettiği için açıldı. Artık onun güzel sedasının figanları, cihanı mest ve lâl eder.
(O bülbül) Gül bahçesinin çevresinde dolaşır durur, Necm ve Tûr sûrelerini okur. Aradan dikenleri kaldırır ve Cenâb-ı Mevlâ’dan vuslat ister.
Bülbülün canı, şeb-i hicrânda, yani ayrılık gecesinde, yanıp durmaktan sıkıldı, (bülbül artık) usandı. (Onun) Arzusunun mertebesinden bütün cihanı, çığlığı, figanı kapladı.
Bezm-i ezelde bülbülün canı, gülün yüzüne damga olarak vuruldu ve (bülbül) nihayet cemâl-i Kibriya’nın vuslatına erdi.
Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevî [kuddise sırruhû] Buyurdu
Birader, kardeş! Eğer sen de cemâl-i rü’yetullahı, yani Allah’ın cemalini görmek istersen buradan itibaren anlatacağım hasletleri tut, uygula.
Şeyhimiz üstadımız Ahmed Ziyâuddin Gümüşhânevî hazretleri [kuddise sırruhû], müridlerin Allah Teâlâ’nın emrini tutmaları ve nehyettiklerinden, yasakladıklarından kaçmaları için nasihat buyurdu.
«Cümle ihvana, müridlere, şer ve beladan kurtulmaları için şu hasletleri vasiyet eylerim»:
Bütün Müslümanlar ile kardeş ve yâren olun ki
Allah için sevmeyi eda edin, yerine getirin.
— Müridlerin Kusurlarını Örtün
İhvandan biri, bir günah yahut bir kusur işlese, onun kusurunu affet, onun başından geçenleri unut.
Böylece Allah Teâlâ da senin ayıp ve noksanını örtsün, gizlesin; silsin, yok etsin. Günahlarının, cezasından vazgeçsin.
Bütün müridlere, mümin kardeşlerine karşı hüsnü zan üzere ol, arkasından hayır gelmeyen suizandan vazgeç.
— Hürmet Üzere Olun
Yaşta, ilimde, amelde ve seyrü sülükte sizden öncekilere saygı ve hürmet üzere olmak gerekir.
Bütün akranlarına ve senden aşağıdakilere merhamet ve şefkat üzere olun ki Cenâb-ı Mevlâ da sizlere merhamet etsin.
Yaşı sizden büyüklere niçin hürmet gerekir? Çünkü onlar, sizden daha önce tevhid sırrına ermişler, mâsivadan sıyrılmışlardır.
Akranınızı da şöyle tevil edin, «Onlar bizden daha çok ihlâslı bir şekilde, hayâ ile ibadet ettiler» deyin.
Yaşı küçük olanları ve «Bizden daha az günah işlediler, hatasından sual olmaz» diyerek tevil edin.
Onlara kâmil (bir) gözle nazar et, onları kâmil gör, kendini noksan bil ki nefsin arzularından vazgeçsin.
Sürekli kendini herkesten aşağı bil; zâhiren değil manen herkesten yüksek ol.
— Yardımlaşın
Daima mümin kardeşlerinin canını, ırzını koru; güvenilir, emin bir kimse ol.
Eğer sizlerde zâhiren yahut maneviyatta bir fütuhat olsa, Allah’ın cömertliğinden sadaka verin ve diğer kardeşlerinizi kendinize tercih edin.
Zorlamadan, dinî usullere uygun biçimde, gücünüzün yettiği kadar birbirinizin ihtiyacını giderin.
Kardeşlerin, müridlerin sıkıntısını giderin, bu şekilde yardımlaşın. Doğru olan budur.
Hasta olanları sürekli ziyaret edin, hızlı bir şekilde hizmetini yapın.
Vefat edenlerin işlerini takip edin, düzenleyin. Son raddeye kadar -yapabildiğiniz kadar- işlerini bitirmeye gayret edin.
— Allah ve Resûlü’nün Kelâmını Konuşun
Sohbetin ardından, latif bir şekilde toplanın ve müridlerle, mümin kardeşlerinize daima güler yüzlü ve onlarla muhabbet üzere olun.
Gıybet ve koğuculuk yapmaktan sakın, uzak dur. Mâlâyâni şeyleri de bırakmak, dile almamak gerekir.
Eğer sizden biri bu hale bütünse, gıybet ve koğuculuk yapsa, mâlâyâni konuşsa, onu yumuşakça menedin, onun hatasını düzeltin.
Aranızda sürekli din ve tarikat sohbeti yapın, böylece cehaletiniz gider, onun hastalığından, kötülüğünden kurtulursunuz.
Allah ve Resûlullah kelâmından konuşun, Allah dostlarının sözlerinden ve başlarından geçenlerden bahsedin.
— Zikir ve Fikir Üzere Olun
Daima zikir ve tefekkür üzere olun, sürekli ibadet edin, içinizi olduğu gibi ahlâkınızı da süsleyin, güzelleştirin.
Halkanın başına izinsiz geçmeyin, insanlara eziyet verirsiniz. Eğer insanlar (sizi) hüsn-i kabul ile karşılarlarsa halkanın başına geçmekten geri durma, hemen yap.
Acaba hangi ihvandan bir feyiz zuhur edecek ve biz de ondan irşad olacağız diye, sürekli beklemede ol.
Her kimden feyz-i rahmânî zuhur ederse, şu yüce olandan, şu aşağı olandan deme; o an hemen canı gönülden kabul et.
Teheccüd kılmaya veya kardeşlerinizi uyandırmak için kalktığınızda yumuşak davranın, latif olun.
Eğer kalkmazlarsa o an kaldırmaya zorlamayın, güzelce tevil edin, dedikoduyu bırakın.
«Gözleri uykuda fakat kalbi zikrediyor, onların uykuları nafile namazlarından hayırlıdır» deyin.
— Fitneden Sakının
Düşmanlık ve husumet olmaması için, fitneli sözlerden son derece sakının. Suizanna sebep olan sözlerden de sakının. Özellikle de müridler hakkında olanlardan... Çünkü bu fitneyi uykudan uyandırır.
Müridleri güzele sevk ettirecek, güzele meylettirecek sözler söyle, böylece bütün müridler kalplerinden muhabbet beslerler.
Büyük bir gayretle hepiniz aynı söz ve kalp üzere olun. Öyle sağlam irtibatlı olun ki tek vücut gibi görünün.
Müridler arasında husumet meydana gelse, latif sözlerle nasihat edip aradan küslüğü kaldırın.
Müridler hakkında biri edepsizlik yapsa tevazu ile kalbinden istiğfar ve tövbe etsin.
Hatasını anlayarak af talep etse, özür dilese, «Bana hakkını helâl et» diye gelse affet.
Müridlerden biri size cevr ü cefa etse, eziyet yapsa ve sonra da özür dilese, özrünü gönülden kabul et.
Eğer özür dilemese, sen yine de affet, elemlen- me, üzülme. Benim günahlarıma karşı Allah’tan bir uyarıdır, diyerek hem nefsini kına hem de tövbe et, oruç tut. Böylece Allah Teâlâ cömertliğiyle seni affeder.
Cenâb-ı Mevlâ’dan kendin için hayırlı ne istersen, mümin kardeşlerin için de iste.
Bütün ihvanı, müridleri, müminleri dualarında unutma, onları da hayırla yâdet. Yüz yüze de, gıyabında da kardeşlerin hakkında güzel söyle.
— Bilgisiz-Belgesiz Konuşmayın
Eğer bir şey vaat edeceksen mutlaka inşallah de. Böylece cömert olan yüce Mevlâ işini kolaylaştırır.
Bilgisiz, belgesiz konuşma; yanılıp hata etme, cehennem yoluna gitme, dinsizlerin yolundan ayrıl.
İhtiyacın kadar bu dünya için çalış, daha fazlasıyla uğraşma, sadece dünya binası yaptırmaktan el çek. Hayrat için sarfet, diğer arzuları, bu dünyalık amaçları bırak.
— Çocuklarınıza Dini Öğretin
Çocuklarına şer‘î ilimleri okut, böylece hilim elde ederler. Nefsinden o zulümatı, zulmü götür ve onun belasından kurtul.
Her dem kanaat üzere ol ve Allah’a tevekkül et. İşlerini o yüce padişaha arzet, gerisinden ümidini kes.
Herkese hüsnüzan ile davran bütün mahlûkata ki Allah Teâlâ da sana merhamet etsin.
Çoğa şükret, aza kanaat eyle ki Allah sana cömertliğinden bol bol ihsanlar yazsın.
Daima fıkıh üzere ol, temiz ve abdestli ol ki istikamet üzere kulluğunu yerine getirebilesin.
İşini Cenâb-ı Mevlâ’ya bırak, yaratılmış olandan korkma; hasbünallahı oku, emin bir şekilde bu dünyadan geç.
— Şeyhinize, Anne Babanıza İtaat Edin
Hem şeyhine hem de anne ve babana itaat et. Çünkü mahşer günü işin onlarla bitecek, kolaylaşacak.
Kibir ve şehvetten; isyan etmekten ve düşkünlükten sakın! B öylece eline fakr makamı geçer.
Bu kitabımı, yadigârımı siz okuyun; okumayan bundan faydalanmaz.
Benim yolumdan dosdoğru gidenler, belalardan kurtulurlar. Bu yol üzere olamayıp da ihtilafa düşen kafasını taşa vurur.
Sürekli kendini Allah’ın huzurunda bil, böylece derdine derman erişir. Rahmân olan Cenâb-ı Mevlâ cömertliğiyle size yardım eder.
Her an ittifak üzere olun, böylece Allah Teâlâ’nın rızâsını elde edersiniz.
Bir kâseye Yâsîn yazıp, su ile harflerini iyice ezin ve için. Bu sudan sıhhat, şifa gelir.[4]
[4] Ahmed Ziyauddin Gümüşhanevî hazretleri hadis-i şeriflerle sabit olan Yasîn-î Şerîf’in bu özelliğini tavsiye etmektedir. Şifa niyetiyle içildiğinde Allah’ın izniyle şifa bulunacağını müjdelemektedir.
— Ahiret Azığı Toplayın
Sakın ömrünü boş şeylerin peşinde heba etme, sonra pişmanlık fayda vermez. Daha ilk baştan azığını tedarik etmekle meşgul ol.
Daima, yalnızken ve dışarıdayken -elinden geldiğince- Allah’ın huzurunda olduğunu bil ve şeyhini rabıta yap.
Hatm-i hâcegânı terk etme, müdavimi ol. Bu şekilde arayıp her muradını bulursun, bundan geri kalma.
Sakın bir kimseyi kırma, darılıp kızıp tokat vurma, yersiz yere eziyet etme. Bunlar asla doğru değildir.
Kadınlarla, zamane sevgilileri ile oturup kalkma. (Bu fitne) Gözünü kemanın yayıyla örer, gözünün körlüğünden sakın.
Mürid, şeyhine sürekli muhabbet etmelidir, can ve baştan geçerek tam bir teslimiyetle bağlanmalıdır.
Tarikatının sırrını erbabından başkasına verme, sonra sana zarar verir. Bu beladan uzak dur.
Sakın kimseye yük olma, ısrar edip eziyet verme, onu hizmete yorma, (şeyhinden başka) kimseye de aşırı bağlanma, müptela olma.
Güzel bir bitirişle üstada, şeyhimize her zaman dua et. O da sana, Allah’ın izniyle misliyle kazandırsın.