KİTABA DAİR
— Yayınevi
TASAVVUF RİSALELERİ
Hâcegân Tasavvuf Risaleleri: 6
yayin@semerkand.com
ISBN:
978-605-159-239-8
Yazar:
Ahmed Ziyâuddin Gümüşhânevî
Çeviren :
Yrd. Doç Dr. Fetullah Yılmaz
Editör:
A. Kasım Fidan
Dinî Tashih:
Fethullah Erdoğan
Tashih:
Mehmet Günyüzlü
Abdurrahman Altundağ
Kapak:
Ahmet Alataş
İç Tasarım:
M. Vehbi Ümit
Bask:
Sistem Matbaacılık
Davutpaşa Cad.
Ayazma Sok. No: 8
Davutpaşa/İstanbul
Tel: 0212 482 11 01
(yaygın dağıtım)
Ekim 2016, İstanbul
© Bu eserin tüm yayın haklan Semerkand Basım Yayın Dağıtım A.Ş.’ye aittir.
GENEL DAĞITIM
TÜRKİYE
Eyüpsultan Mah.
Esma Sokak. No, 3
Samandıra-Sancaktepe-lstanbul
Tel: 0216 564 26 26
Faks: 0216 564 26 36
online satış: www.semerkandpazarlama.com
AVRUPA
EROL Medien GmbH
Kölner Str. 256 51 149 Köln
Tel: 02203/369490
Fax: 022 03/36 94 91O
www.semerkandonline.de
— İçindekiler
GÜNAHLAR ve KURTULUŞ YOLLARI
— Kitap Hakkında
Kullarına iman ve salih amel yolunu lütfeden Allah’a hamd, insanlara küfrün ve isyanın karanlıklarından kurtulmayı öğreten resûle, âl ve ashabına salât ve selâm olsun.
Tercümesini sunduğumuz eser, büyük âlim ve mutasavvıf Ahmed Ziyâuddin Gümüşhânevî’nin [kuddise sırruhû] iki risalesinden oluşmaktadır.
Birincisi, «günahların dünya ve ahiretteki zararları, etkileri, cezaları ve onlardan kurtuluş yolları hakkında» yazılan Devâü’l-Müslimîn olup, «Müslümanların ilacı/tedavisi» anlamına gelmektedir.
İkinci risale ise, Netâicü’l-İhlâs fî-Hakki’d-Duâ ve Ma‘rifetih ve Erkânih ve Şurûtih ve Âdâbih ve Menâfi ih başlığını taşımaktadır. İsminden de anlaşılacağı gibi dua, âdabı, erkânı, şartları ve faydalarını ihtiva eden bir eser olup, Hadîs-i erbaîn ve Devâü’l-Müslimîn ile birlikte[1] yayınlanmıştır.
Eserin baskı yeri ve tarihi net olmamakla birlikte, sonunda kitabın tamamlanış tarihi olarak 1289 (1872) kaydı düşülmüştür.[2]
Anlaşılacağı üzere bu tercümeye, sadece Devâü’l-Müslimîn ve Risâle-i Netâici’l-İhlâs alınmış, Hadîs-i Erbaîn (kırk hadis) ise daha önce tercüme edildiği için alınmamıştır.
[1] İrfan Gündüz, Gümüşhânevî Ahmed Ziyâuddîn Hayatı-Eserleri-Tarikat Anlayışı ve Hâlidiyye Tarikatı, İstanbul: Seha Neşriyat, 1984, s. 111.
[2] Gümüşhânevî, Risâle-i Netâyicü’l-İhlâs, s. 26.
Devâü’l-Müslimîn adlı eser, Gâfillerin Kurtuluşu başlığıyla çevrilen[3] Necâtü’l-Gâfilîn’m bir nevi özeti[4] olarak görülmüşse de, iki kitap birbirinden farklıdır. Zira müellif Necâtü’l-Gâfilîride büyük ve küçük günahlar ile kötü huyların âdeta dökümünü vermiş, Devâü’l-Müslimîn’de ise günahların zararları ve bunlardan kurtuluş yollarını ele almıştır.
[3] Gümüşhânevî, Gafillerin Kurtuluşu (trc. Mehmed S. Bursalı), Konya: Vuslat Vakfı Yayınları, 2006.
[4] bk. Gündüz, Gümüşhânevî Ahmed Ziyâüddin, s. 107.
Eser hakkında, «Daha ziyade, Sülemî’nin Kitâbü Uyûbi’n-Nefs ve Müdâvâtühâ isimli risalesine benzemektedir»[5] tesbiti yapılmıştır.
Ancak şunu belirtmek gerekir ki, Devâü’l-Müslimîn, İbn Kayyim el-Cevziyye’nin (v. 751/1350) el-Cevâbü’l-Kâfîli-men Seele ani’d-Devâi’ş-Şâfî (ed-Da‘ve’d-Devâ) adlı eserinden büyük oranda özetlenerek ve bazı ilavelerle yazılmıştır.[6]
Ahmed Ziyâüddin Gümüşhânevî hazretleri, bu durumu açıkça belirtmemiş, fakat kitabın baş tarafında isim vermeden İbn Kayyim el-Cevziyye’yi «ârif» olarak nitelendirmiş ve, «Ariflerden biri şöyle demiştir: Bilinmesi gereken şeylerden biri de şudur ki günahlar kesinlikle zararlıdır. Onların kalplere verdiği zarar, zehirin bedenlere verdiği zarar gibidir. Dünyada bulunan ne kadar şer, hastalık, gam ve keder varsa hepsinin sebebi günahlardır»[7] diyerek, onun sözünü neredeyse aynen nakletmiştir.
[5] Gündüz, Gümüşhânevî Ahmed Ziyâüddin, s. 108.
[6] Devâü’l-Müslimîn tercüme edilirken kitabın büyük bir kısmı İbn Kayyim el-Cevziyye’nin ilgili eseriyle karşılaştırılmış, bazı baskı ve yazım hataları bu şekilde belirlenerek çeviride dikkate alınmış ve az da olsa parantez içi bazı cümleler İbn Kayyim el-Cevziyye’den iktibas edilmiştir.
[7] Gümüşhânevî, Devâü’l-Müslimîn [baskı yeri ve tarihi yok], s. 2; krş. İbn Kayyim el-Cevziyye, el-Cevâbü’l-Kâfîli-men Seele ani’d-Devâi’ş-Şâfî, Beyrut: Dârü’l-Kitâbi’l-Arabî, 1417/1996, s. 80.
Risale, genel itibariyle ahlâkla ilgili bir eser[8] olarak değerlendirilebilirse de, fıkıh ilmine dahil olan önemli bir alana işaret ettiği de dikkate alınmalıdır. Bu da, maslahat ve mefsedet konularıdır. Zira fakihlere göre şer’î emirler mutlaka dünyevî ve uhrevî maslahatlar için teşrî kılındıkları gibi, haramlar da mutlaka birtakım mefsedetlerin, zararların defedilmesi için bu hükmü almışlardır.
İşte bu risale, haramların, özellikle dünyevî zararlarını özlü bir şekilde işlemekte, kişiyi dinin maksatlarını gerçekleştirecek bir hayat yaşamaya yöneltmektedir. Tabii ki böyle bir hayat, öncelikle kötülüklerin sembolü olan haramların terkine bağlıdır ve eserin burada ilk vurguladığı husus da budur.
[8] bk. Gündüz, Gümüşhânevî Ahmed Ziyâüddin, s. 104,107.
Eser, günah işleyen ve ne yaptığını umursamayan, «Nasıl olsa bir şey olmuyor, ceza gelmiyor» deyip günahlara dalanlara, asıl cezanın günahın kendisi olduğunu çarpıcı bir dille anlatmakta, fert ve toplum hayatında karşılaşılan bütün sorunların arkasında günahların bulunduğunu özlü bir biçimde ihtar etmektedir.
Müellif, aslî görevlerini ihmal eden ve haramlar çukuruna yuvarlanmayı maharet sayan zavallı insanın bütün mazeret ve vehimlerini çürüterek şöyle seslenmektedir:
«Aldananlardan pek çoğu, Allah’ın kendilerine dünyada verdiği nimetlere güvenirler. Bunun, Allah’ın kendilerine olan sevgisi sebebiyle olduğunu ve ahirette de böyle nimetler vereceğini zannederler. Oysa bu bir aldanıştır. Büyükler demiştir ki: Sen Allah’a karşı günahlarla isyan ettiğin halde sana O’nun nimetleri peş peşe geliyorsa, bundan sakın. Çünkü bu, senin derece derece büyük bir azaba yaklaştırılman demektir».
Yani, günah işleyenlerin dünyadaki refah seviyelerinin, Allah’ın sevmesiyle bir ilgisi bulunmuyor. Büyük âlim, bunun gibi daha birçok uyarıda bulunduktan sonra kurtuluş yolunun, sabır, tövbe, doğru davranış ve dinin öngördüğü üzere bir sevgi ve aşktan geçtiğini ortaya koymaktadır.
Eserin sonunda iki ilim adamı tarafından yazılan şu notlar bulunmaktadır:
«Hamd, hamdin sahibi olan Allah’a; salât O’nun peygamberine ve ailesine olsun.
Bu yazılan risaleyi mütalaa ettiğimde, üstün faydalar ve kıymetli mücevherleri topladığını gördüm. Onu bilen ve gereğiyle amel eden kişi, dünyada iyi hal sahibi olmakla üstünlük kazanır, ahirette ise kurtuluşa erer.
Bu risaleyi derleyen, böyle kıymetli bir eser ortaya koymaya muvaffak olduğu için tebrik edilmeye layıktır. Allah bu eseri, yüce rızasına uygun ve büyük mükâfata vesile eylesin».
«Ben, fakir, Şehri Hâfız Hoca Hazret-i Şehriyârî diye meşhur Hacı Seyyid Mehmed Emin.
Ey bizi doğru din içinde, en güzel ahlâka muvaffak kılan zat, sana hamd ediyoruz. Salât ve selâm bizi dosdoğru yola ileten resule ve onun şerefli izlerini takip eden ailesine olsun.
Burada şunu söyleyelim ki, ben bu değerli risalenin içindekileri mütalaa ettim ve hepsini Hz. Peygamberin sünnetine uygun buldum. Risaledeki bilgiler, Resûlullah’ın [sallallahu aleyhi vesellem] hadislerinden seçilmiş olup, temiz zatlar katında da makbuldür. Allah bize bunlarla amel etmeyi nasip etsin, bunlar sayesinde bize Muhammed Mustafa’nın [sallallahu aleyhi vesellem] feyizlerinden lütfetsin.
Ben, fakir Yusuf b. Osman el-Harpûtî. Allah ona gizli lutfuyla muamele buyursun».[9]
[9] bk. Gümüşhânevî, Devâü’l-Müslimîn, s. 13-14.
Yrd. Doç. Dr. Fetullah YILMAZ
Gümüşhane 2013
GÜNAHLAR VE KURTULUŞ YOLLARI
— Giriş
İtaat edenlere sevap bahşeden, onları fazlıyla cennetlerine koyan ve günah işleyenlere adaletiyle ceza vererek onları cehennemlik yapan Allah’a hamd[10]; yaratılmışların en mükemmeli olan Resûlullah’a, onun aile ve ashabına salât ve selâm olsun.
[10]
Soru: Allah’ın bağışlaması, rahmeti, affı ve keremi geniş olduğu ve de rahmeti gazabını geçtiği halde cezalandırması nasıl olur
Cevap: Evet durum böyledir, Allah en yüce, en merhametlidir fakat, işte böyle günah işleyenleri de layık oldukları yere koyacaktır.
Çünkü yüce Allah, hikmet, izzet, zalimlerden intikam alma ve hak edeni cezalandırma sıfatlarına da sahiptir. Şayet sırf Allah’ın sıfatları ve isimlerine bakıp hüsnüzanda bulunarak güvenilecek olsaydı bunda, iyi ve kötü, mümin ve kâfir, Allah’ın dostu ve düşmanı ortak olurdu. Oysa azabı hak etmiş, İlâhî gazaba uğramış bir günahkâra Allah’ın isim ve sıfatları fayda sağlamaz.
Hüsnüzan ancak tövbe eden, pişmanlık duyan, günahları terk eden ve kötülükleri bırakıp yerine iyi işler yapana fayda sağlar.
Birçok cahil Allah’ın rahmetine, af ve keremine güvenip, emir ve yasaklarını ihmal etmektedirler. Kim bu şekilde Allah’ın affına itimatla günahlarda ısrar ederse, o kişi Allah’a karşı inatlaşan biri gibidir.
Ey kalpleri evirip çeviren Rabbimiz! Kalplerimizi dinin üzere sabit kıl.
Fakir, hakir ve zayıf Ahmed Ziyâuddin b. Mustafa -Allah onu ve babasını Muhammed Mustafa’ya [sallallahu aleyhi vesellem] komşu eylesin- der ki:
Zekilerden biri benden günahların dünya ve ahiretteki zararları, etkileri, cezaları ve onlardan kurtuluş yolları hakkında bir risale yazmamı istedi. Ben de istihârede bulunduktan, Allah’tan hayırlısını talep ettikten sonra bu isteğe olumlu karşılık vererek, bu risalenin adını «Devâü’l-Müslimîn» adını koydum.
— Günahların Zararları
Derim ki; ister büyük, ister küçük olsun bütün günahların ve kötü huyların birçok çirkin tesir ve sonuçları, kalbe, bedene, dünya ve ahirete zararlı etkileri vardır ki, bunları tam olarak sadece Allah bilir.
Hatta âriflerden biri şöyle demiştir:
«Bilinmesi gereken şeylerden biri de şudur ki günahlar kesinlikle zarar verir. Onların kalplere verdiği zarar, zehirin bedenlere verdiği zarar gibidir. Dünyada bulunan ne kadar şer, hastalık, gam ve keder varsa hepsinin sebebi günahlardır».
Günahların zararları şunlardır:
1. İlimden mahrum olmak. Çünkü ilim, Allah’ın kalbe verdiği bir nur olup, yüce Allah’a karşı isyan etmek bu nuru söndürür.
2. Allah’ın sevgisinden mahrum olmak. Çünkü muhabbet, yakınlığı (kurbiyet) gerektirdiği gibi, günah da uzaklığı gerektirir ve ikisi bir arada bulunmazlar.
3. Hz. Peygamber’in [sallallahu aleyhi vesellem] sevgisinden mahrum olmak. Çünkü bu sevgi, Allah sevgisinin bir sonucudur. Sebep ne kadar olursa, sonuç da o kadar olur. Aynı şekilde tersi de geçerlidir.
4. Günah işleyen kişi ile Allah arasında bir soğukluk, yabancılık meydana gelir ve günahkâr, bütün dünyanın zevklerine sahip olsa bile hiçbir zevk, asla bu boşluğu dolduramaz.[11]
[11] Allah ile ünsiyet ancak takva ile olur.
5. Günah işleyen kimse ile diğer insanlar ve özellikle de peygamberler arasında bir uzaklık peyda olur. Onlara olan uzaklığı arttıkça kişi, şeytanın grubuna daha çok yaklaşır.
6. İşleri kendisine zorlaştırılır; yöneldiği her işin kapısı yüzüne kapatılır. Çünkü kolaylık takva iledir.[12]
[12] Allah Teâlâ kudsî hadiste buyurur ki: \"Ey âdemoğulları! Bana ihtiyacınız kadar itaat edin; cehenneme dayanabileceğiniz kadar bana günah işleyin, bir zamana kadar ertelenen ecellerinize, hazır olan rızıklarınıza ve örtülen günahlarınıza bakmayın. Benden başka her şey helâk olacaktır ve bana döndürüleceksiniz.\"
7. Kalbinde gerçek bir zulmet (karanlık) bulur. Bu karanlık şiddetlendikçe de bid’atlara batar, yolunu şaşırır ve helâke sebep olacak işlere dalar.
8. Günahlar kalbi ve bedeni zayıflatır. Kalbi zayıflatması açık bir durumdur. Bedeni zayıflatması ise dolaylı yoldan olur. Bu sebepledir ki peygamberlerin bedenleri güçlüydü.
9. İbadetlerden, taatlerden mahrum olur. Günahın başka bir cezası olmasa bile, onun bir taatin, ibadetin önünü kesmesi, sonra diğerinin, sonra daha başka iyi işlerin önünü kesmesi ceza olarak yeter.
10. Günahlar ömrü kısaltır ve bereketini yok eder. Çünkü bereket ömrü uzattığı gibi, günahlar da onu maddi veya manevi olarak kısaltır.[13]
[13] Bazıları demiştir ki:
«Ömür nasıl ki bazı sebeplerle kısalıyorsa, aynı şekilde bazı sebeplerle de uzayabileceği kabul edilebilir. Rızıklar ve eceller, saadet ve şekâvet, sağlık ve hastalık, zenginlik ve fakirlik her ne kadar yüce Rabb’in takdiriyle oluyorsa da, O dilediği gibi takdirde bulunurken, bazı şeyleri diğerleri için sebep kılarak takdir eder».
Bir grup ise, günah işleyenin ömrünün noksanlaşmasını, hayatının bereketinin gitmesi şeklinde açıklamıştır. Bazıları da, «Hayat hakikatte kalbin hayatıdır, onun için kişinin ömrü sadece Allah ile geçirdiği hayattır; kişi Allah’tan yüz çevirip, günahlara daldığında hayatına ait bütün zamanları boşa gitmiş olur» demiştir.
Ancak işin aslı şu âyette belirtilmiştir:
«Onlar ölülerdir, diriler değildirler» (Nahl 21).
11. Günahlar kendi gibi diğer günahlara yol açar, birbirlerinin meydana gelmesine sebep olurlar. Durum o hale gelir ki, insan için artık onlardan ayrılmak çok zorlaşır.
Denilmiştir ki:
Kötülüğün cezası, o kötülükten sonra işlenecek olan diğer bir kötülüktür.[14]
[14] Aynı şekilde, iyiliğin bir karşılığı başka bir iyilik olur. Kişi bir iyilik yaptığı zaman diğer iyi iş onu kendisini de işlemeye çağırır. Onu yapınca üçüncüsü davet eder vb. İşte günahlar da böyledir.
12. Tövbe isteğini zayıflatır, kademeli olarak günah işleme iradesini iyice kuvvetlendirir. Sonunda artık tövbe etme iradesi tamamen ortadan kalkar.[15]
[15] Bil ki aslında kul, günah ve gafletin dünya ve ahireti için zararlı olduğunun farkındadır, fakat nefsi onu şu yollarla yanıltır ve aldatır: Bazan Allah’ın affına ve mağfiretine güvendirir, bazan tövbeyi erteletir, «sonra tövbe edersin» der, bazan sadece dille tövbe etmeyi yeterli görür, kimi zaman mendupları yaptırmakla oyalar, bazan bilgiyle yetindirir, bazan kaderi öne sürer, bazan başkalarının aynı şeyi yaptıklarını söyler, kimi zaman da büyük sayılan kişilere uymaya teşvik ederek aldatır.
Bütün bunlar nefsin birer aldatması ve hilesidir, şeytanın ayartmasıdır. Bütün bunlar, Allah’ın huzuruna çıkacağına, Allah’ın kendi konuştuğu her şeyi işittiğine, nerede bulunduğunu gördüğüne ve gizli açık her şeyini bildiğine kesin olarak inanan bir kulun kalbinde nasıl yer alabilir?
İnsanların birçoğu zannediyor ki yapacağını yaptıktan sonra, «Allah’ım, beni bağışla!» dediği zaman, günahların etkisinin yok olacak, bu sözle kötü tesirlerin kalkacaktır.
Evet, Allah’ın bağışlaması ve O’nun hakkında hüsnüzan da bulunmakla ilgili deliller vardır, fakat bunlar ancak iyilik yapma ve günahta ısrar etmeme şartına bağlıdır.
Nitekim Hasan-ı Basrî [k.s] şöyle der:
«Mümin, Rabb’i hakkında güzel düşünür, hüsnüzan eder ve güzel amel işler. İsyankâr ise, Rabb’i hakkında kötü düşünür ve kötü işler yapar». Çünkü günahların ve zulmün getirdiği soğukluk ve yabancılık, onu hüsnüzan dan alıkoyar. Nitekim yüce Allah böyleleri hakkında şöyle buyurur:
«İşte bu sizin Rabb’iniz hakkındaki zannınız, sizi bir yıkıma uğrattı, böylelikle hüsrana uğrayan kimseler oldunuz» (Fussılet 23).
13. Kalbinden günahı çirkin görme duygusu silinir ve artık günahlar onun için sıradan hâle gelir. Bunun sonucunda günah işlerken insanların kendisini görmesinden ve kendisi hakkında olumsuz konuşmalarından da çekinmez olur.
14. Günahlar kişiyi, (Allah’ın günahlarından ötürü helâk ettiği) önceki kavimlere benzetir. Çünkü her günah onlardan miras kalmıştır.
Mesela livâta Lût [Aleyhisselâm] kavminden, faiz Şuayb [Aleyhisselâm] kavminden gelmiştir.[16]
[16] Yeryüzünde:
15. Günahlar, kişinin Rabb’i katında değersizleşmesine sebep olur. Bir kul Allah’ın katında değersiz hale gelince artık kimse ona ikramda bulunup, onu yüceltemez. Çünkü âyette, «Allah kimi hor ve hakir kılarsa, hiç kimse onu değerli kılamaz» (Hac 18) buyrulmuştur.
16. Kişinin günahları çoğalınca, kalbi mühürlenir ve gafillerden olur.
Âyette, «Hayır! Bilakis onların işlemekte oldukları (günahlar) kalplerini kirletmiştir» (Mutaffifîn 14) buyrulmuştur.[17]
[17] Bu âyetle ilgili olarak hadisi şerifte şöyle buyrulmuştur:
«Mümin, günah işlediği zaman, kalbine siyah bir nokta konur. Eğer tövbe ederse kalbi parlatılır. Şayet günaha devam ederse, kalbini tamamen ele geçirir. İşte Allah Azze ve Celle’nin zikrettiği kir budur»
(İbn Mâce, Zühd, 29; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/297).
17. Günahlar kişiyi, Hz. Peygamber’in [sallallahu aleyhi vesellem] lânetledikleri arasına sokar. Çünkü Resûlullah, livâta yapan, faiz vo rüşvet alıp veren, içki içen, tasvir yapan ve iftira edenlere lânet etmiştir.[18]
[18] Yine Allah Resûlü dövme yapan ve yaptıran kadına, saça saç ekleyen ve ekleten kadına, faiz yiyen ve yediren kimseye (üç talakla) boşanan kadının tekrar ile kocasına helâl olması için hülle (geçici nikah) yapan ve kendisi için hülle yapılan (kocaya) lanet etmiştir (Nesâi, Talak, 13).
18. Sevgili Peygamberimiz’in [sallallahu aleyhi vesellem] ve meleklerin duasından mahrum olur. Çünkü onlar, Allah’ın kitabına ve resûlün sünnetine tâbi olanlar için dua ederler. Bunlardan başkası bu duaların icâbete mazhar olacağı ümidini besleyemez.
19. Uykusunda korkutucu, çirkin ve şiddetli rüya görür; çünkü ruhu arşın altına kadar yükselemez ki sağlıklı, iyi hal üzere olsun.[19]
[19] Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem] buyurmuştur ki:
«Biriniz uykuda korktuğunda,
Allah’ın eksiksiz, tam olan kelimeleri ile O’nun gazabından, ikabından, kulların şerrinden, şeytanların vesveselerinden ve beraberliklerinden Allah’a sığınırım de» Böyle derse ona zarar veremezler.
(Tirmizî, Daavât, 100)
20. Günahlar yeryüzünde, suda, havada, ekinlerde, meyvelerde ve evlerde pek çok fesadın meydana gelmesine sebep olurlar.[20]
[20] Âyette şöyle buyrulur:
«İnsanların kendi yaptıkları yüzünden karada ve denizde bozulma ortaya çıktı. Dönerler umuduyla Allah onlara yaptıklarının bir kısmını böylece tattırmaktadır» (Rûm 41)
21. Günahlar, kalpte kişinin hayatı ve düzelmesi için göstermesi gereken «gayret» (izzet-i nefis) ateşini söndürürler; zira kişiyi kötü sıfatlardan uzaklaştıran bu gayrettir.
22. İşlenen günahlar, hayâ duygusu ortadan kaldırır. Hayâ ki bütün hayırların temelidir (Hayânın gidişi, bütün hayırların gidişi demektir). Kim günah işleyeceği zaman Allah’tan hayâ eder, çekinirse, Allah ahirette o kulu cezalandırmayı şanına layık görmez.[21]
[21] Hayânın en üstünü, Allah Teâlâ’dan hayâ etmek; sonra günah ve mekruh olmayan konularda insanlardan hayâ etmektir. Fakat iyiliği emretmek, kötülükten menetmek gibi emredilen ve misvak kullanmak, selâm alıp vermek, ezan ve kâmet gibi sünnet olan fiilleri hayâ gerekçesiyle terk etmek ise kötü görülmüştür.
23. Kalpte Allah’a olan saygıyı, O’nun yüceliğini tanımayı (tazim) zayıflatır. Allah’a saygının, O’nu tazimin kalpten silinmesinden daha bariz hangi ceza bulunabilir?
24. Allah’ın günah işleyen kişiyi unutmasına,[22] terk etmesine ve nefsi ve şeytanı ile baş başa bırakmasına sebep olur.[23] «Allah’ı unutun ve bu yüzden Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın» (Haşr 19) buyurmuştur.
[22] Allah’ın kişiyi unutmasından murat, unutma fiilinin sonucudur. Yani Allah’ın kulunu terk etmesi ve ona rahmet nazarıyla bakmamasıdır. Nitekim âyette, «Onlar Allah’ı unuttular, Allah da onları unuttu» (Tevbe 67) buyrulmuştur.
[23] Bunun çaresi, besmele ve «lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh» sözlerini söylemektir.
Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem] şöyle buyurmuştur:
«Zor bir duruma düştüğünde, ‘Bismillâhirrahmânirrahîm ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm’ de. Çünkü Allah, bu sözlerle, dilediği kadar çeşitli belaları savuşturur» (Taberânî, ed-Duâ, s. 546).
25. Günahlar kişiyi Allah’ın ihsan ve ikram dairesinden çıkarır. İhsan, kalbe geldiği zaman kişiyi günahlara gitmekten men eder. Çünkü ihsan mertebesindeki kişi sanki Allah’ı görüyor gibidir.
26. Kalbin Allah’a doğru yürümesini (seyr) keser. Günah, tâlibin hedefini şaşırtır, seyrü sülük edenin yolunu keser, vâsıla da perde olur.
27. Nimetleri yok eder, felaketleri davet eder. Nitekim Hz. Ali [radıyaiiahu anh] demiştir ki:
«Gelen her bela mutlaka bir günah sebebiyle, kaldırılan her bela da mutlaka tövbe vesilesiyledir»[24].
[24] Aldananlardan pek çoğu, Allah’ın kendilerine dünyada verdiği nimetlere güvenirler. Bunun, Allah’ın kendilerine olan sevgisi sebebiyle olduğunu ve ahirette de böyle nimetler vereceğini zannederler. Oysa bu bir aldanıştır.
Büyükler demiştir ki:
Sen Allah’a karşı günahlarla isyan ettiğin halde sana O’nun nimetleri peş peşe geliyorsa, bundan sakın. Çünkü bu, senin derece derece büyük bir azaba yaklaştırılman demektir
(Bu durumun Allah’ın sevmesiyle pek de ilgisinin olmadığını şu âyet göstermektedir)
«Şayet insanların küfürde birleşmiş bir tek ümmet olma (tehlikesi) bulunmasaydı, Rahmân’ı inkâr edenlerin evlerinin tavanlarını ve çıkacakları merdivenleri gümüşten yapardık» (Zuhruf 33).
28. Allah günah işleyenin kalbine korku verir. Halbuki itaat edip ibadet yapmak Allah’ın en büyük kalesidir, oraya giren iki dünyada da güvende olur.
29. İbadetlere karşı soğukluk meydana getirir.[25] Oysaki kişi ibadete ve onun tadına ünsiyet kazanıp, onu sevse bu sefer günahları sevmez olacaktır. Aynı şekilde, günahlara alışan kişiye de ibadet etmek zor gelir.
[25] Peygamber Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem] buyurur ki:
«Ümmetim hakkında en çok korktuğum şunlardır: Karın büyüklüğü, kesintisiz uyku, tembellik ve yakîn zayıflığı»
(Süyûtî, el-Fethu’l-Kebîr, 1/56).
30. Kalbin sağlığını ve istikametini yok ederek, hasta olmasına[26] ve yoldan çıkmasına sebep olur. Kalp ve ayrılık azabından başka daha büyük azap olabilir mi?[27]
[26] Kalp, kişi hevaya uyduğu sürece sağlığına kavuşamaz. Âyet-i celîlede şöyle buyrulmaktadır:
«Rabb’inin makamından korkan ve nefsini kötü arzulardan (hevâdan) uzaklaştırmış kimseye gelince, şüphesiz cennet onun barınağıdır» (Nâziât 40-41).
[27] Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem] buyurmuştur ki:
«Kim Allah’a kavuşmaktan hoşlanırsa, Allah da onun kavuşmasından hoşlanır; kim Allah’a kavuşmaktan hoşlanmazsa, Allah da onun kavuşmasından hoşlanmaz».
(Buhârî, Rikâk, 41; Müslim, Zikir, 5)
Kudsî hadiste ise,
«İyi kullarım bana kavuşma iştiyakındalar. Ben ise onlara kavuşmaya daha iştiyaklıyım» buyrulmuştur.
(Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, 10/193)
Başka bir rivayette ise,
«Kulum beni zikrettiği ve dudakları benim için hareket ettiği sürece ben kulumla birlikteyim» buyrulmuştur.
(Buhârî, Tevhîd, 43)
Âyette de,
«Kim Rabb’ine kavuşmayı umuyorsa salih amel işlesin» (Kehf 110) buyrulmuştur.
31. Kalbin basiretini kör eder, nurunu söndürür, kalbin doğru yolu gösteren işaretleri görmesini engeller; dolayısıyla kalbin nuru giderek söner ve onu zulmet kaplar, bir de bakmışsın kalp kör olmuş.[28]
[28] «Kim burada kör ise, o ahirette de kör ve daha şaşkındır» (isrâ 72).
32. Allah’ın emirlerine uymak nasıl ki nefsi kötülüklerden arındırıyorsa,[29] günahlar da nefsi hor ve hakir kılar, kötülüklere boğar ve perişan eder.
Nitekim âyette, «Nefsi arındıran kurtulmuş, onu kötülüklere gömen de kaybetmiştir» (Şems 9-10) buyrulur.
[29] Bu babda Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem] şöyle buyurmuştur:
«Hac ve umreyi peş peşe yapınız. Çünkü, körük nasıl ki demirin pisliğini gideriyorsa, bunlar da fakirlik ve günahları giderirler» (Nesâî, Menâsikü’l-Hac, 5).
33. Günah işleyen, şeytanın peşinde, nefsanî arzularının hapishanesinde ve hevâsının ipleriyle bağlı durumdadır[30]. Kalp bir kuş gibidir; böyle günah bağlarından çözülünce uçacaktır.
[30] Şöyle ki, günahlar kalbi sürekli zayıflatmaya devam eder ve sonunda onun hayatına tamamen son verirler.
34. Kişi günah işleyince Allah katında ve mahlûkat arasındaki makam ve mevkiini, değerini ve yüce şanını kaybeder.[31] Çünkü, «Sizin Allah katında en değerli ve şerefli olanınız, O’na karşı en çok saygılı olanınızdır» (Hucurât 13).
[31] Resûlullah [sallallahu aleyhi vesellem] şöyle buyurur:
«Ümmetim dünyayı yücelttiğinde onlardan İslam’ın heybeti çekilip alınır. İyiliği emir ve kötülüğü yasaklamayı bıraktıklarında vahyin bereketinden mahrum olurlar. Ümmetim birbirlerine sövdüğünde ise, Allah’ın gözünden düşerler»
(Hakîm et-Tirmizî, Nevâdirü’l-Usûl, 2/270).
35. Günahlar, sahibinin övgü ifade eden isimlerini kaldırırlar. Artık ona mümin, iyi insan, ihsan sahibi, müttaki, itaatkâr, Allah’a yönelen, veli, vera‘ ehli, muslih, âbid gibi isimler verilmez olur. O kişi bu isimlerin zıtlarıyla nitelendirilir. «İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir isimdir!» (Hucurât 11).
36. Günahlar, kişinin aklını noksanlaştırır; itaatkâr ve isyankâr iki insanı karşılaştırdığında, itaatkârın aklının daha mükemmel ve sağlıklı olduğunu görürsün. Bundan dolayı Kur’an akıllı insanlara hitap eder: «Ey akıl sahipleri, ibret alın!» (Haşr 2).[32]
[32] Ne kadar garip! Şayet akıllar sağlıklı olsalardı, sevinç ve zevki elde etme yolunun, güzel ve temiz yaşamanın Allah’ın rızasında olduğunu bilirlerdi.
37. Günahlar kul ile Rabb’i arasındaki bağları koparır. Bu bağlar kopunca da, artık hayır ve iyilik bağları koptuğu için, kişinin önüne kötülük yolları açılır. Böylece asıl dostu onu terk etmiş, düşmanı onun dostu olmuş olur.[33]
[33] Kul Allah ile şeytan arasına bırakılmıştır. Eğer Allah ondan yüz çevirirse, onu şeytan dost edinir. Fakat Allah onu dost edinirse, şeytan ona güç yetiremez.
38. Günahlar rızkın, ilmin, amelin, kısaca din ve dünyanın bereketini yok ederler. Âyette buyruldu ki: «Eğer o şehirlerin halkı inanmış ve bize karşı gelmekten sakınmış olsalardı, onlara göğün ve yerin bolluklarını verirdik» (A’râf 96).[34]
[34] Şeytanın birlikte olduğu her şeyden bereket çekilip alınır. Bundan dolayı her şeyin başında besmele çekilir. Kişi kendisine gelecek olan rızıktan, günahı sebebiyle mahrum olur.
39. Günahlar kişiyi aşağılık insanlardan yapar; her günah işlediğinde bir aşağı dereceye iner ve sonunda aşağıların aşağısına (esfel-i sâfilîn) indirilir.
40. Şeytanlar günah işleyene eziyet, aldatma, vesvese ve korku verirler. Aynı şekilde insan şeytanları da hem gıyabında, hem de yüzüne karşı saldırıda bulunurlar.
41. Günah işleyen, kendine karşı hainlik yapar; çünkü herkesin kendisine dünya ve ahirette fayda ve zarar verecek şeyleri bilmeye ihtiyacı vardır. Bunları en iyi bilen kişi, nefsine hâkim olur.[35]
[35] Hadiste buyurulduğuna göre,
«Yüce Allah şöyle buyurmuştur: Ey insanlar! Tedbir gibi hayat, ahlâk güzelliği gibi bir kıymet, eziyetten vazgeçme gibi bir sakınma, tövbe gibi bir şefaatçi, ilim gibi bir ibadet, haşyet gibi bir namaz, sabır gibi bir zafer, muvaffakiyet gibi bir saadet, akıldan daha süslü bir zinet ve hilimden daha iyi bir dost yoktur»
(Benzer lafızla Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, 3/69).
42. Kalp hastalanır; o hale gelir ki artık kişi Rahmân’ın dostları ile şeytanın dostlarını birbirinden ayıramaz olur, hatta neyin hastalık, neyin ilaç olduğunu dahi ayıramaz. Algı ve anlayışı tersine döner ve işlerini düzene sokamaz.
43. Şeytanın yakını olur ve en ufak bir rahat ve mutluluk bulamaz. Âyette buyrulur ki:
«Kim Rahmân’ı (olan Allah) zikretmekten yüz çevirirse, şeytanı ona musallat kılarız ve onun yanından ayrılmaz» (Zuhruf 36).
44. Günahlar kişinin sûretini değiştirir; çünkü her davranışın ve huyun farklı farklı şekil ve süratleri vardır. Biz göremesek de, yapılan şey hayırlı ise, onun şekli de hayırlı, kötü ise şekil ve sürati de kötü ve şerlidir.[36]
[36] Günah işleyenler, işlenen günaha uygun düşen hayvanın şekline girerler; kimisi evcil, kimisi yırtıcı hayvan, kimisi kuşlar, kimisi haşereler sûretinde olur. Günahkâr kimse, bazan tek şekil üzere, bazan da farklı şekillerde bulunabilir.
45. Günah işleyenlerin nefisleri süslü, boş ve bâtıl sözleri hoş karşılar; doğru sözleri dışlar ve kabul etmez.
«(Şeytanlar) aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar» (En‘âm 112)[37]
[37] Denilmiştir ki:
Eğer hüsnüzan kişiyi amele teşvik edip yönlendiriyorsa, doğru ve yerindedir. Fakat tembelliğe ve günahlara dalmaya çağırıyorsa bir aldanmadır. Hüsnüzan, ümit etmek demektir. Kimin ümidi kendisini taate, kulluğa yöneltiyor, günahlardan engelliyorsa, bu doğru bir ümittir.
Kim de Allah’ın emirlerine uyup yasaklarından kaçınmadan, ebedî cenneti ve yüksek dereceleri elde edeceğini ümit ediyorsa, o akılsızların en akılsızıdır. Bu kişinin durumu, evlenmeden çocuk sahibi olmak ve tahsil yoluna girmeden ve tam istekle sarılmadan ilim elde isteyene benzer.
46. Kişiyi Allah’ı zikretmekten, düşünmekten meşgul eder; kişi hakkı dile getirmekten, kitabını okumaktan ve Allah’ın kullarına nasihatten uzak durur. Oysa hakkı söylemeyen kişi dilsiz şeytandır.
47. Günahlar, düşmanın yardımcıları ve askerleridir; kişi günah işleyerek düşmanı kendisine karşı savaşması için güçlendirir. Halbuki düşmana karşı sürekli uyanık olunmalı ve gaflete düşülmemelidir. Yoksa düşman gaflet sancağını kişinin kalbine diker.
48. Sabır ve sükûneti yok ederler; çünkü şehvetin köpeklerini insanın üzerine salarlar.
Âyette, «Ey iman edenler! Sabredin, düşmana karşı sebat gösterin, hazırlıklı ve uyanık olun, Allah’tan korkun ki kurtuluşa eresiniz» (Âl-i İmrân 200)[38].
[38] Allah Teâlâ kudsî hadiste buyuyor ki:
«Ey âdemoğulları!
Ben sizi boş yere ve başıboş yaratmadım. Nerede olursanız olun, sizden gafil değilim. Siz, katımdaki nimetlere ancak sevmediğiniz şeylere karşı benim rızam için sabrederek ulaşabilirsiniz. Sizin için bana itaat etme konusundaki sabır, bana isyandaki sabırdan daha kolaydır. Dünyayı terk etmek, cehennemin sıcağına karşı mazeret bildirmekten daha kolaydır. Dünyanın azabı sizin için ahiretin azabından daha kolaydır, çünkü ahiretin ve cehennemin azabı daha şiddetli ve süreklidir».
49. Kişiye kendisini unutturur, nasıl düzeleceğini ve kurtuluşa ve saadete ereceğini, ayıplarını, kusurlarını ve kötü sonla karşı karşıya olduğu unutturur ve bunun sonucunda insan kendindeki nefsanî hastalıkları tedavi etmek için gayret göstermez olur.[39]
[39] Günahlar kişiye kendi nefsini unutturunca, o artık kârlı ticareti bırakır, zarar edeceği bir ticarete yönelir. Bu ise ona bir ceza olarak yeter.
Allah Teâlâ buyurur ki: «İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır» (Necm 39).
Halbuki insanlar kendilerini gerçekten unutmuş, Allah’tan alacakları nasiplerini zayi etmiş ve bu nasibi çok değersiz bir fiyata satmışlardır. Ancak bütün bu kayıplar ölüm anında ortaya çıkacaktır.
50. İman zayıflığına ve şehvet unsurlarının güçlenmesine sebep olur; dünyadaki peşin olanı sevdirir. «Onlar ahireti satarak karşılığında dünyayı almışlardır. Bundan dolayı azapları hafifletilmeyecek ve onlara yardım da edilmeyecektir» (Bakara 86)[40].
[40] Yüce Allah buyurur ki:
«Öleceğini kesin olarak bildiği halde şımarana şaşarım.
Hesap vereceğini yakînen bildiği halde, dünyalık biriktirene şaşarım.
Kabre gireceğini bildiği halde gülene şaşarım.
Ahirete gideceğini bilmesine rağmen rahatına bakana şaşarım.
Dünyaya ve onun yok olacağına mutlak inandığı halde ona bağlanana şaşarım.
Dilde âlim olup da kalpte cahil olana şaşarım.
Su ile dışını temizleyip, kalbini temizlemeyene şaşarım.
Kendi ayıplarından gafil olduğu halde insanların ayıplarıyla meşgul olanlara şaşarım.
Allah’ın ondan haberdar olduğunu bildiği halde Allah’a nasıl isyan ediyor?
İnsan tek başına öleceğini, kabre tek başına gireceğini ve yalnız hesaba çekileceğini bilmiyor mu ki, insanlara bağlanıyor, onlarla ünsiyet kuruyor?
Hakikat şu ki, benden başka ilâh yoktur ve Muhammed kulum ve resûlümdür»
(İbn Hibbân, es-Sahîh, 2/78; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, 1/167).
51. Günah işlemek, ebedî olanı vererek fâni olanı, değerli olan karşılığında âdi olanı, yüce karşılığında hakir olanı satın almaktır. Oysa bu büyük bir aldanmadır. Çünkü dünya, ahirete göre bir gün gibidir (Tâhâ 104).
52. Günahlar, eldeki nimetleri yok eder, gelecek olanların da önünü keserler. Çünkü nimetlerin gelmesini sağlayan sebepler Allah’ın emirlerini yapmak, nimetleri kaybetmenin sebepleri ise Allah’ın emirlerini çiğnemektir.
53. Kişinin yanında bulunup ona dostluk eden melekleri ondan uzaklaştırırlar. Çünkü insan Allah’a isyan ettiğinde, melekler bu günahın büyüklüğü nispetinde ondan uzaklaşır, o günahın çirkin kokusundan kaçarlar.
54. Kulu helâk edecek unsurları çekerler. Çünkü günahlar hastalıklara benzer: Hastalıklar arttıkça, kişinin helâk olma ihtimali de yükselir. Fakat manevi hayatın sürdürülmesi ancak iman ve salih amelle beslenmeye bağlıdır.
55. Bazı günahlar kişinin dince belirlenen, ölüm, sürgün, hapis ve ta’zir gibi dünyevî cezalara (hadler) çarptırılmasına sebep olurlar.
56. Dinî cezaların yanında bir de, tabii cezalar vardır. Eğer günah gizli işlenirse, zararını sadece işleyen görür. Ancak açıkça işlenen günahın zararı, onu görüp de engel olmaya çalışmayanlar başta olmak üzere herkese ulaşır [41].
[41] Denilmiştir ki:
Kim iyiliği emir ve kötülükten nehyetmeyi insanlardan korktuğu için terk ederse, o ibadet ve taatten mahrum bırakılır.
Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem] buyurmuştur ki:
«İnsanlar kötülüğü görür de onu düzeltmezlerse, Allah onların neredeyse hepsine ceza gönderir»
(İbn Mâce, Fiten, 20).
Âyette de,
«Siz doğru yolda olduğunuz sürece, dalâlette olanlar size zarar veremez» (Mâide 105) buyrulmuştur.
57. Günahların bu cezaları dışında bir de, günahkârlar için ahirette sayılamayacak kadar çok cezalar, aşağılanmalar ve perişanlıklar vardır. Çünkü Rabbimiz şöyle buyurmuştur: «Kim zerre kadar kötülük yaparsa onu görecektir» (Zilzâl 8) [42].
[42] Günahların ceza ve zararları kalbe, bedene, ruha veya hepsine dünyada, kabirde, dirilirken ve mahşerde gelir. Çünkü günahlar kesinlikle cezasız kalmaz. Fakat insan sarhoş ve acıyı hissetmeyecek derecede uyuyan biri gibi, verilen cezayı bilemez ve hissedemez.
— Günahları Büyüten Sebepler
Sonra şunu bil ki günahlar şu sebeplerden dolayı katlanarak büyürler:
Mesela, zina eden kişi yaşlı ise diğer insanlara göre günahı daha büyük olur; eğer evli ise evli olmayanlara göre günahı katlanır; Mekke ve Medine gibi hürmet edilmesi gereken ve mübarek yerlerde işlenirse daha büyük olur; haram aylarda veya namaz vakti ve duaların kabule yakın olduğu vakitler gibi Allah katında değerli olan zamanlardaki zinanın günahı daha fazla olur; komşusunun eşiyle zina edenin günahı daha şiddetli olur.
Günahların sebep olduğu kötü sonuçları ve onların cezalarının büyümesine neden olan diğer unsurları yukarıdakilere kıyas edebilirsin.[43]
[43] Allah Teâlâ buyuruyor ki:
«Ey iman edenler! Allah’a karşı hakkıyla saygılı olun ve ancak Müslüman olarak ölün» (Âl-i İmrân 3/102).
Ey âdemoğlu!
Amelsiz âlim, yağmursuz yıldırım ve şimşek gibidir. İlimsiz amel, meyvesiz ağaç gibidir. Amelsiz âlim, kirişi olmayan yaya benzer. Zekâtı verilmeyen mal, taşa ekilen tuza benzer. Ahmakta bulunan ilim, hayvanların önündeki inci ve cevherlere benzer, ilim bulunan katı kalp, sudaki faydalı taşa benzer. İstekli olmayanlara öğüt vermek, kabirlerin yanında zurna çalmaya benzer. Haram maldan sadaka vermek, elbisedeki pisliği idrarla yıkamaya benzer. Zekâtsız namaz, ruhsuz bedene benzer. Tövbesiz amel, temelsiz binaya benzer.
«Yoksa onlar, Allah’ın tuzağından mı emin oldular? Halbuki Allah’ın tuzağından, hüsrana uğrayan kimselerden başkası emin olamaz» (A’râf 99).
— Günahkardan Kurtuluş Yolları
Bu amansız günah hastalığının ve öldürücü isyanın tedavisinin ve bu konuda başarıya ulaşmanın[44] mümkün olup olmadığı sorulacak olursa, buna şöyle cevap verilebilir: Evet, Allah her hastalığın bir şifasını mutlaka yaratmıştır.
Nitekim Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem],
«Allah, gönderdiği her derdin şifasını da göndermiştir. Bunu bilen bilir, bilmeyen bilmez»
(Buhârî, Tıb, 1; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/413) buyurmuştur.
Tirmizî demiştir ki:
«Hadiste şifası bulunan hastalıklar kalbî, ruhî ve bedenî hastalıkları ve onların şifalarını kapsamaktadır»[45].
[44] İlâhî yardıma nail olmanın alametleri şunlardır:
Amel etmek niyetiyle ilim öğrenmek, isyandan selâmette olmak için susmayı tercih etmek, iffetini muhafaza için zorunlu miktar ile yetinmek.
Yardımsız bırakılmanın alametleri de şunlardır:
İlmi, tartışmak için öğrenmek; gösteriş ve dünyalık elde etmek için amel etmek.
[45] Dua en faydalı ilaç ve tedavi yöntemlerindendir. Dua belanın düşmanıdır; gelmesini önler, geldikten sonra defedilmesine vesile olur, ona karşı kişiyi müdafaa ve muhafaza eder.
Resûlullah [sallallahu aleyhi vesellem],
«Dua müminin silahıdır, dinin direğidir, göklerin ve yerin nurudur»
(Hâkim, el-Müstedrek, 1/669) buyurmuştur.
Duanın belaya göre üç konumu vardır.
Duadan daha faydalı ve maksuda daha iyi ulaştıran bir yol yoktur. Dua tam bir silahtır; güçlü olduğu her durumda kişiyi düşmanından kurtarır ve muradına erdirir.
Peygamberimiz [sallallahu aleyhi vesellem] buyurur ki:
«Kim Allah’tan dua edip istemezse Allah ona gazap eder»
(İbn Mâce, Duâ, 1).
Bu hadis gösteriyor ki Allah’ın rızası, O’ndan istemede ve O’na ibadet ve taatte bulunmadadır.
Nitekim Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem] cehaleti hastalık olarak nitelemiş, ilacının da âlimlere sormak olduğunu beyan buyurmuştur[46].
Yine, Kur’an’ın bütünüyle şifa olduğunu belirtmiştir ki, Kur’an gerçekten cehalet ve şüphe gibi kalbî hastalıklara karşı şifadır.
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
«De ki: O (Kur’an) iman edenler için bir hidayet ve şifadır» (Fussılet 44).
«Biz Kur’an’ı müminler için şifa ve rahmet olarak indiriyoruz» (İsrâ 82).
«Müminler topluluğunun kalplerine şifa versin» (Tevbe 14).
«De ki: Ey insanlar! Rabb’inizden size bir öğüt, kalplerdekine şifa, müminler için hidayet ve rahmet gelmiştir» (Yunus 57).
«Hastalandığımda bana O şifa verir» (Şuarâ 80)[47]
[46] Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem],
«Âlimlere tâbi olun, çünkü onlar dünyanın ışıkları, ahiretin kandilleridir»
(Deylemî, Firdevsü’l-Ahbâr, 1/71) buyurmuştur.
[46] Bil ki şifa amaçlı okunan zikirler, âyetler ve dualar aslında faydalı ve şifalıdır. Ancak şifa gerçekleşmez veya geç gelirse, bu ya dua edenin kalbinin zayıflığından ya dua ederken Allah’a tam yönelmemesinden -ki, bu durumda dua yaydan zayıf çıkan ok gibidir- ya istenen şeyin gerçekleşme imkânının bulunmamasından, ya duanın kendisinde bir sorun olmasındandır: Allah’ın sevmediği bir şeyi istemek gibi ya da duanın kabulüne mâni bir durumun bulunmasındandır, haram yemek, haksızlık yapmak, günahların, şehvetin, boş şeylerin ve gafletin kişiyi galebesi altına alması gibi.
—— 1. Sabır
Bu hastalık ve belalardan kurtulmanın yolu, onlar gelmeden önce sabırla engel olmak, geldikten sonra istiğfarla, nasuh tövbe ile uzaklaştırmaktır. Bunların her ikisi de, Allah’ın kendilerine kolaylaştırdıkları kişiler için kolay, yardımdan mahrum ettikleri için zordur.
Sabır, birkaç şeyi yapmakla elde edilir:
1. Günah işleyeceği zaman korkmak.[48]
[48] Hasan-ı Basrî [rahmetullahi aleyh] demiştir ki:
«Amelinin iptal edilmesinden ancak mümin korkar ve ancak münafık emin olabilir».
İbn Ebû Müleyke [rahmetullahi aleyh] ise şöyle demiştir:
«Allah Resûlü’nün ashabından otuz kişiye ulaştım. Onlar kendileri hakkında münafık olmaktan korkuyorlardı ve hiçbiri, ‘Ben Cebrâil ve Mîkâil’in imanı üzereyim’ demiyordu»
(Buhârî, imân, 36).
2. Tefekkür
3. Susmak[49] ve hayâdan ayrılmamak.
[49] İlk dönem âlimleri ve sonraki ulemâ, kulun her söylediğinin mi, yoksa hayır ve şer olarak söylediklerinin mi yazılacağı konusunda ihtilaf etmişlerdir. Ancak en doğrusu, her söylenen sözün yazılacağıdır.
Çünkü Allah Resûlü [sallallahu aleyhi vesellem] buyurmuştur ki:
«Âdemoğlunun her sözü kendi aleyhinedir. Ancak iyiliği emir, kötülükten nehiy ve Allah’ı zikretmek bundan müstesnadır»
(Tirmizî, Zühd, 62; ibn Mâce, Fiten, 12).
4. Allah’ın verdiklerine kanaat etmek.
5. Allah’ın takdir ve hükmüne razı olmak.
6. Nefse Allah’ın rızası yolunda boyun eğdirmek.
7. Allah’ın emrine uyma düşüncesine yönelmek.[50]
Allah’ın emrine uymak, kulun dünya ve ahiret mutluluğunun zirvesini oluşturur. Çünkü kul için, Rabb’inin emirlerine uymaktan daha faydalı hiçbir şey yoktur. Dünya ve ahirette saadete erip bahtiyar olanlar mutlaka Allah’ın emrine uymuş; dünya ve ahirette şekavete düşenler de mutlaka Allah’ın emirlerini çiğnemişlerdir.
[50] Bu ise ancak kâmil ve hayırlı insanların arkadaşlığı ve sohbetiyle mümkün olabilir.
«Her topluma doğruyu gösteren biri vardır» (Ra‘d 13/7).
8. Gözü haramdan uzaklaştırmak. Çünkü harama bakmak, İblîs’in zehirli oklarından biridir. (Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, 6/101) Dolayısıyla, bakışları indirmekte pek çok menfaat bulunmaktadır:
[51] Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem] şöyle buyurur:
«Oturduğunuz yerlerin, meclislerin hakkını verin: Allah’ı çokça zikredin, insanlara yol gösterin ve gözlerinizi haramdan sakının»
(Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, 6/87).
[52] Bakış, insanın başına gelen şeylerin temelinde bulunur. Çünkü bakmak, hâtırı (ilk düşünce) doğurur; hâtır, görülen şey üzerinde ayrıntılı düşünmeyi (fikri), bu da arzulamayı (şehvet), arzulamak iradeyi doğurur ve güçlendirir ve sonunda istek kesin karara (azimet) dönüşür ve nihayetinde kişi günaha düşer.
Bakmak, üzüntülere, inilti ve tutuşmalara sebep olur. Kişi kendini hem güç yetiremeyeceği hem de sabredemeyeceği bir durum karşısında bulur.
Kalp boş bir levhadır. Kalbe gelen düşünceler onu şekillendiren nakışlar gibidir. Eğer kötü ve aşağılık düşüncelerden kurtulamazsa, faydalı düşünceler oraya gelip yerleşemez.
İlim, hikmet ve hidayetin kaynağını oluşturan doğru düşünceler kalpten kaybolunca, şeytan gelir, kalbi boş bulur ve sahibinin haline uygun şeylerle onu meşgul eder. Şu sözde bu durum dile getirilmiştir:
«Onun arzusu bana geldi, ben arzuyu bilmezken; boş bir kalbe tesadüf etti ve oraya yerleşti». Buna göre insanların en mükemmeli, kalbine güzel düşünceler gelen ve Rabb’ini isteyen ve O’nun rızasını elde etmeye çalışandır.
İnsanların en eksiği ise, kalbi kötü düşüncelere bulanan, nefsanî arzuları için iradesini kullanandır. İnsanın kalbine gelen düşünceler (havatır) on çeşittir ve hepsi de nefsin arındırılmasına manidir. Burada kurtuluşun yolu, adımını sadece sevap gelecek şeyler için atmak ve aklına kötü düşünceler gelince Allah’tan hayâ etmektir.
Yüce Allah buyurmuştur ki: «Allah, gözlerin hain bakışını ve kalplerde gizli olanları bilir» (Mü’min 19).
Sözün özü, gözü her tarafa çevirmek nasıl ki en büyük felaket, rezalet, mefsedet, perde ve zulmetlerden ise, gözü haramlardan ve nefsanî arzulardan alıkoymak da en büyük menfaatlerdendir[53].
[53] Resûlullah [sallallahu aleyhi vesellem] şöyle buyuruyor:
«İlmin âfeti unutmaktır. Sözün âfeti yalandır. Yumuşak huyluluğun (hilim) âfeti sefahettir. İbadetin âfeti ara vermektir. Zerafetin âfeti aşırı hoş görünme çabasıdır. Şecaatin âfeti, azgınlıktır. Hoşgörünün âfeti başa kakmaktır. Güzelliğin âfeti kendini beğenmişliktir. Cömertliğin âfeti israf etmektir. Soyluluğun âfeti övünmektir. Dinin âfeti ise nefsine uymaktır»
(Kudâî, Müsnedü’ş-Şihâb, 1/78).
Yine şöyle buyuruyor:
«Dinin âfeti üçtür: Günah işleyen âlim, zalim yönetici ve cahil müctehid»
(Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, 10/183)
—— 2. Tövbe
Tövbe ve Allah’a dönme yoluna gelince; eğer kişinin günahı borçlarla ilgili değilse, istiğfar, nasuh ve sağlam tövbe ile kurtuluşa yönelmelidir.
Şayet yüce yaratıcıya olan borçlarla ilgili ise, yapacağı şey, kaza etmek, istiğfarda bulunmak ve bunlarla birlikte kefâret vermektir.
Eğer bir mükellefe ait hak ve ödenecek borç ile ilgili ise, yapılacak şey borcunu ödemek, bedelini vermek, özür dileyerek helâllik istemek yahut da anlaşmaya varmak ve istiğfar etmektir.
Çocuklar ve hayvanlar gibi mükellef olmayanlara ait bir hak ve borç söz konusu ise, istiğfarda bulunmalı, borcunu eda etmeli, eda mümkün değilse Allah’ın affını ümit etmelidir.
Ölmüş veya kaybolmuş mümin bir mükellefe ait hak ve borcun olması halinde ise, iyilik yapıp sevabını ona bağışlamalı, istiğfarda bulunmalı ve Allah’tan o kulu razı etmesini ummalıdır.
Kâfir veya mükellef olmayıp da ölen veya kaybolanlara ait hak ve borçlar için de, istiğfar etmeli ve Allah’ın onları razı edeceğini ümit etmelidir.
—— 3. Muhabbet
Allah’a karşı isyandan kurtulmanın en hızlı yolu ise sevgi[54], Allah’ın cemâline âşık olma, O’na çokça ibadet yapma, özellikle gece yarısından sonra ve gündüz istiğfarda bulunma[55], ölümü ve cehennemi düşünme, mahlûkata merhamet, hüsnüzan, şerli insanlardan kaçma, öfke, nefsanî arzular ve kötü düşüncelere karşı sabretme yoludur.
[54] Ulvî ve süflî âlemdeki bütün hareketlerin temelinde muhabbet (sevgi) vardır. Bu muhabbet âlemlerin var ediliş sebebi ve nihai gayesidir.
Varlıkların düzelmesi ancak, sevgi ve bütün hareketlerin hiçbir ortağı bulunmayan Allah için olmasıyla mümkündür. Şayet muhabbet ve aşk olmasaydı felekler dönmez, bulutlar ve rüzgarlar hareket etmezdi.
Anne karnındaki ceninler bile muhabbet sayesinde hareket ederler. Aşk ve muhabbet olmasaydı, türlü türlü bitkiler tohumdan çıkıp büyümez, denizlerin dalgaları çarpışmaz, işleri düzene sokan ve yöneten melekler hareket etmezdi.
İşte bunlar hep muhabbetin ve aşkın sırrı, ibadet, şehadet ve taatlerin hikmetidir. Allah’ın dostlarını sevmek de muhabbetin tamamlayıcı unsurlarından olup, İlâhî muhabbete tâbidir. Muhabbet ne kadar güçlü olursa, sevenin alacağı lezzet o kadar mükemmel olur.
[55] İblîs demiştir ki:
«Ben âdemoğullarını günahlarla helâk ettim, onlar da beni istiğfarla ve ‘lâ ilâhe illallah’ sözüyle helâk ettiler». Nitekim âyette buyrulur ki: «Onlar istiğfara devam ettikleri sürece Allah onlara azap edecek değildir» (Enfâl 33).
Allah’a sığınma, hamdetme, dünyayı, tamahkârlığı ve bid’atı terk edip sünnete tâbi olma da aynı şekilde gereklidir.
Sevgi dört çeşittir:
1. Allah sevgisi. Bu, tek başına düşmanlardan kurtulmak ve İlâhî mükâfata ermek için yeterli değildir. Çünkü kâfirler ve müşrikler de Allah’ı severler.
2. Allah’ın sevdiklerini sevmek. İşte bu sevgi, kişiyi küfürden çıkarır ve İslâm dairesine dahil eder. İnsanlar içerisinde Allah’ın en çok sevdikleri, bu muhabbette en ileri derecede olanlardır[56].
[56] Bu sevgi, saadetin başı ve temelidir. Öyle ki hiç kimse bu olmaksızın azaptan kurtulamayacaktır. Kulun Allah ve Resûlü’nü sevmesi onlara itaat etmesi ve emirlerine uymasıdır.
Allah Teâlâ buyuruyor ki: «De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tâbi olun ki Allah da sizi sevsin!» (Âl-i İmrân 31).
Allah’ın kulu sevmesi ise, onu bağışlaması ve lütuflarda bulunmasıdır. «Allah kesinlikle bozguncuları sevmez» (Kasas 77).
3. Allah için sevmek. Bu da Allah’ın sevdiklerini sevmenin bir gereği olup, Allah’ın sevdiklerini sevmenin tam olabilmesi için Allah için sevmenin bulunması şarttır.
4. Allah ile birlikte sevmek. Kim bir şeyi Allah için ve Allah sevgisi dolayısıyla olmamak üzere Allah ile birlikte severse onu Allah’a ortak edinmiş olur[57].
[57] Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurur:
«İnsanlardan bazıları Allah’tan başkalarını Allah’a denk ilâhlar edinir ve onları Allah’ı sever gibi severler» (Bakara 165).
Oysaki yüce Allah nasıl tek ilâh ise, her hâlükârda ibadet de yalnız O’na yapılmalıdır. Bu nedenle Allah’ın sevgisi başka şeylerin sevgisi gibi olmamalıdır. Kişi bu anlayışı bütün taatlerde, niyet, düşünme ve zikirde de korumalı ve nefsine, hevâsına, şeytana ve dünyaya bu konularda hiçbir pay vermemeli, her şeyi yalnızca Allah’a tahsis etmelidir.
İnsan tabiatının kendisine uygun gelen şeylere meyletmesi tabii muhabbettir. Susuz kalmış birinin suyu sevmesi, uykuyu sevmek, eşi ve çocuğu vs. sevmek gibi. Bu tür sevgiler yerilmiş değildir. Fakat böyle sevgiler kişiyi Allah’ı anmaktan, O’na kulluk yapmaktan ve O’nu sevmekten oyalar ve meşgul ederse kötülük vasfı kazanır ve yerilirler.
Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur:
«Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız sizi Allah’ı zikretmekten alıkoymasın» (Münâfikûn 9).
«Onlar öyle kimselerdir ki ticaret ve alışveriş onları Allah’ı anmaktan alıkoyamaz» (Nûr 37).
«Mallarınız ve çocuklarınız ancak bir imtihan sebebidir» (Tegâbün 15).
Sonra, bir de «dostluk» var ki, bu da sevginin kemâli ve son noktasıdır. Şöyle ki bu durumda artık kalpte sevdiğinden başkasına yer kalmaz. Bu ise en yüce makamdır.
Doğru sevgi, sahibine dünya ve ahiretinde fayda verecek şeyleri getirir ve saadetin başı budur[58]. Yanlış sevgi ise, sahibini dünya ve ahiretinde zarar verecek şeylere maruz bırakır ve bedbahtlığının adresi olur.
[58] Doğru sevgi (muhabbet-i sâdıka), kalbin din tarafından meşru kılınan bir şeye meyletmesidir.
«Hillet», muhabbetin kemali; «aşk» hilletin kemalidir.
Zerrûkî [rahmetullahi aleyh] demiştir ki:
«Muhabbet, sevgilinin cemâlinin kalbin sevgisini ele geçirmesidir. Öyle ki artık kalp başka bir şeye yönelmeye mecal bulamaz, ondan ayrılamaz, onun muradına muhalefet edemez. Sevgilinin hâkim cemâli karşısında onun ihtiyar ve iradesi kalmaz, başka bir şeyi görmez. Sevgi onun başka amaçlarını ve diğer hakikatleri siler atar. Sevgiliyle birlikte başka bir şeyin varlığı söz konusu olmaz. Artık başkalarının haberleri onu ilgilendirmez».
Allah sevgisinin bazı alametleri vardır:
Allah’ın emrini, nefsinin arzularının önüne geçirmek, dinin sınırlarına riayet etmek, takva, vera‘, Allah’a kavuşma iştiyakı, ölümü sevmemeyi bırakmak, Allah’ın hükmüne razı olmak, O’nun kelamını sevmek, Kur’an okumaktan ve dinlemekten zevk almak, Allah’ın adını andığında veya işittiğinde neşelenmek,
Mâlumdur ki aklı başında olan kimse, kendisine zarar verecek ve kendi bahtını karartacak şeylerin sevgisini tercih etmez. Böyle bir seçim ancak cehaletten ve zulümden kaynaklanır. Çünkü nefis, kendisine fayda yerine zarar veren şeyleri arzulayabilmektedir. Bu durum ise hevâsına uyanların halidir.
——— a) Şekil Aşkı
Yanlış ve şeklî aşkın dünya ve ahirette sebep olduğu zararlar vardır. Çünkü bu aşk kalbi fesada uğratır. Kalp bozulunca, hem iradeler, hem sözler ve hem de ameller bozulur. Bu hastalık sadece iki sınıfa karşı söz konusu olur: Lûtîler ve kadınlar. Bu öyle bir hastalıktır ki insanlar onun ateşinden kurtulmakta çok zorlanmışlar ve doktorlar onu tedavi etmekten aciz kalmışlar.
Bu aşkın kısımları vardır: Bazan kişiyi küfre götürür. Mesela, mâşukunu Allah’a ortak edinen ve onu Allah’ı sever gibi seven kişinin hali böyledir. Kişinin âşık olduğu fâni varlığa olan sevgisi kalbinde Allah’ın sevgisinden daha büyük olunca onun hali ne olur? Bu öyle bir sevgidir ki ona sahip olanlar, tövbe etmedikçe bağışlanmayacaklardır.
Bu şirk aşkının alameti, âşığın, sevdiğinin rızasını, Rabb’inin rızasından önde tutması; mâşukunun hak ve payı, Rabb’inin hakkıyla ve O’na itaatle çatıştığında, mâşukunun hakkını öne çıkarması ve tercih etmesi ve onun uğruna gücünün yettiğinin en iyisini sunmasıdır. Rabb’i için ise -tabii yaparsa- yapacağının en kötüsünü sunar.
Böyleleri bütün gayretlerini mâşukunun rızasına, ona itaate ve yaklaşmaya harcarken, mâşukuna ayırdığı saatlerden artakalanı da, -itaat ederse- Rabb’ine itaate ayırır.
Şekil ve sûret âşıklarının halini ve zamanımızın âşıklarının çoğunun durumunu düşünürsen, anlatılanlara birebir uyduğunu görürsün[59].
Onlardan bazıları, sevgilisine kavuşmayı, Rabb’inin birliğini ifade edip, buna göre yaşamaktan daha sevimli bulduğunu açıkça ifade etmektedir. Kimisi de, mâşukuna kavuşmayı, Allah’ın rahmetinden daha çok arzuladığını söylemektedir[60].
Allah’ım! Senin yardımından mahrum kalıp böyle perişan olmaktan, hevaya uymaktan ve taşkınlıktan sana sığınırız!
[59] Bu şekildeki surî ve tabii aşkın dinî ve dünyevî hiçbir menfaat ve maslahatı bulunmamaktadır. Hatta zararları mevcuttur. Bu zararlar şunlardır:
[60] Kalp için Allah’a duyulan muhabbet ve aşkın dışında hiçbir lezzet, nimet, kurtuluş ve hayat bulunmamaktadır. Çirkin işlerden, fuhşiyattan, zulüm, azgınlık, haksızca üstünlük taslamaktan duyulan zevke gelince, Allah bunları yapanları sadece en büyük azabı ve elemi tatsınlar diye derece derece helâke yaklaştırır ve böylece onları lezzetlerin en büyüğünden mahrum eder. Böyle kimseler, helâk olmaları için kendilerine sunulan lezzetli fakat zehirli yemeği yiyenlerle aynıdırlar. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurur: «Biz onları bilmedikleri bir yerden derece derece azaba yaklaştıracağız» (A’râf 182).
Bu âşıklardan çoğu, kalbinde mâşukundan başkasına kesinlikle yer olmadığını, hatta kalbini tamamen mâşukunun ele geçirip sahip olduğunu açıkça söylemektedirler. Halbuki gerçek kulluk; sevginin, boyun eğme ve diz çökmenin en mükemmel manada Allah’a karşı ortaya konmasıdır. Bunlar ise, bütün sevgi, boyun eğme ve diz çökme güçlerini mâşukları yolunda harcamaktalar. Bundan daha kötü bir bedbahtlık olabilir mi?[61]
[61] Sevilmeye layık «gerçek sevgili»nin muhabbeti ile sûret aşkı birbirine zıt olduklarından asla bir kalpte bulunamazlar. Birisi kalbe girerse diğerini oradan çıkarır. Kimin bütün sevgisi Allah için olursa, bu sevgi onu diğer sevgilerden alıkoyar ve o kişi sevdiği şeyleri sadece Allah için ve Allah’ın sevgisine vesile olduğu için sever. Çünkü Allah’tan başka her şeyin sevgisi bâtıl ve O’ndan başkasını sevenin bu sevgisi sahibi için azaptır.
Doğru sevgi (sadık muhabbet), gerçek sevgilinin tek olmasını ve başka şeyin bu sevgiye ortak edilmemesini gerektirir.
Allah’tan başkası için olan sevgilere gelince, bu sahibi için vebaldir, felaket ve üzüntü sebebidir, aşağılık ve değersizliğin son noktasıdır. Çünkü insan, ne ve kim olursa olsun, sevdiğine kulluk etmektedir.
«Hevâ ve hevesini ilâh edinen ve Allah’ın saptırdığı kişiyi gördün mü?» (Câsiye 23).
Sûret aşkında âşık ve mâşuktan her biri birbirlerine zulmeder. Sevilen, kendisini sevene çirkin fiil işleme, dine karşı gelme ve sevenin hem kendisine hem de başkasına zulmetmesi konusunda yardım eder. Bundan dolayı yanlış aşk, zulmün pek çok çeşidini içinde bulundurur. Hatta kişi kendisini bile bu uğurda telef etmeye yeltenir. İnsan bu aşktan dolayı her yola, kötü huy ve günahlara başvurur ve bu yaptıklarını da umursamaz. Dünya ve mal âşıkları, bina, makam ve diğer nefsanî arzuların âşıkları da böyledir.
——— b) Şeklî ve Tabii Aşk
Şeklî ve tabii aşka gelince; bu, karışıklıkla birlikte[62] aşırı ve baskın kalbî bir meyildir.
[62] Karışık olması, nefsanî ve şeytanî saiklerle birlikte bulunmasındadır.
Üç kısımdır:
1. Makbul olan: Bu, erkeğin karısını sevmesidir. Bu sevgi aynı zamanda faydalıdır. Çünkü kişinin gözünü ve kalbini ailesinden başkasına çevirmesi engeller.
2. Mübah olan: Kişinin bilerek ve isteyerek bir teşebbüste bulunmaksızın sadece kendisine anlatılması veya bizzat görmesi sonucunda âşık olmasıdır. Fakat bu aşkın kişiyi bir günaha sevk etmemesi lazımdır.
3. Menfur aşk: Bu, Allah tarafından iğrenç görülen ve rahmetinden uzaklaştıran kısım olup, tüysüz erkek veya başkasının karısına âşık olmaktır. Bu, kulun din ve dünyasına en zararlı olanıdır ve kişiyi Allah’tan uzaklaştıran en büyük engel ve perdedir. Nitekim Allah Teâlâ, Lût [Aleyhisselâm] kavmi hakkında şöyle buyurmuştur:
«Onlar, sarhoşlukları içinde bocalıyorlardı» (Hicr 72)[63].
[63] Belanın en büyüğü, tüysüz erkeğe âşık olmaktır. Bu belaya bulaşan kişi, ancak Allah’ın gözünden düşmüş, kapısından kovulmuş ve kalbi Allah’tan uzaklaştırılmış birisi olabilir. Bu hastalığın ilacı, kalpleri evirip çeviren Allah’tan yardım istemek, O’na sadakatle sığınmak, O’nun zikriyle meşgul olmak, başka sevgilerden soyutlanıp, yerlerine Allah’ın sevgisini, yakınlığını ve rızasını koymaktır.
——— c) Mecazi Aşk
Mecazi, kalbi ve ruhanî aşka gelince; bu, ruhanî bağlantılar vasıtasıyla olan manevi bir cezbedir.
Üç kısımdır:
Bu aşk kişiye pek çok fayda sağlar[64], güzel ahlâkı kazanmaya vesile olur ve İlâhî aşk için bir sebep ve mukaddime olur.
[64] Yüce Allah şöyle buyuruyor:
«Resulüm, de ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tâbi olun ki, Allah da sizi sevsin» (Âl-i İmrân 31).
«Sadıklarla beraber olunuz» (Tevbe 119).
«Allah’a yaklaşmak için vesile arayınız» (Mâide 35).
«Onlara, kendilerini peygambere tercih etmek uygun değildir» (Tevbe 120).
Hz. Peygamber de [sallallahu aleyhi vesellem] şöyle buyurur:
«Allah Teâlâ ahirette buyuracak ki: ‘Benim celâlim için birbirlerini sevenler neredeler. Benim gölgemden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı bugün onları gölgelendireceğim»
(Müslim, Birr, 12).
Bir kişi Peygamberimiz’e [sallallahu aleyhi vesellem], bir topluluğu sevip onlara kavuşamayanın durumunu sorunca, Peygamber Efendimiz şu cevabı verir:
«Kişi sevdiği ile beraberdir»
(Tirmizî, Zühd, 50).
Yine şöyle buyurur:
«İyi arkadaş attara benzer; o, güzel kokulu yağlardan vermese de, hoş kokusundan sana da ilişir. Kötü arkadaş ise, demirci körüğüne benzer; kıvılcımlarından üstün başın yanmasa da, ağır kokusu sana da ulaşır»
(Buhârî, Büyü’, 38).
Yine kudsî hadiste Allah Teâlâ buyuruyor:
«Benim için birbirini sevenler, benim için birbirleriyle sohbet edenler, benim için birbirine cömertçe ikram edenler ve benim için birbirini ziyaret edenler, benim sevgimi hak etmişlerdir»
(Mâlik, el-Muvatta, 2/954).
Bir rivayette de,
«Benim celâlim için birbirlerini sevenlere nurdan minberler vardır. Onlara peygamberler ve şehidler gıpta ederler»
(Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/239).
Peygamberimiz [sallallahu aleyhi vesellem],
«Ebû Zer! İmanın hangi bağı daha güvenilirdir?» diye sorar. O da,
«Allah ve Resûlü daha iyi bilir» diye cevap verir. Bunun üzerine Allah Resulü,
«Allah için dostluk, Allah için sevmek ve Allah için buğzetmektir» buyurur
(Taberânî, el-Mu‘cemü’l-Kebîr, 11/215).
Yine Peygamberimiz [sallallahu aleyhi vesellem],
«Müslüman, kardeşini hasta ve normal halde iken ziyaret edince Cenâb-ı Hak buyurur ki: Sen iyi ve temiz olasın, yürüyüşün de güzel olsun ve cennette bir ev hazırladın» buyurmuştur
(İbn Mâce, Cenâiz, 2).
Yine,
«Kişi kardeşini sevdiği zaman ona bu sevgisini bildirsin» buyurmuştur
(Ebû Dâvûd, Edeb, 123).
Yine buyurmuştur:
«Sadece müminle arkadaşlık et, yemeğini sadece müttaki yesin»
(Ebû Davud, Edeb, 19).
«Bir kişi biriyle kardeş olduğu zaman, ona adını, babasının adını ve kimlerden olduğunu sorsun. Çünkü bu, sevginin geçişini daha iyi sağlar»
(Tirmizî, Zühd, 54).
Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem] kıyametin ne zaman kopacağını soran birine,
«Sen kıyamet için ne hazırladın?» diye sordu. Adam,
«Ben onun için çokça namaz, oruç ve sadaka hazırlamış değilim. Fakat ben Allah ve Resûlü’nü seviyorum» dedi. Peygamber Efendimiz ona,
«Sen sevdiğinle berabersin» diye cevap verdi
(Buhârî, Edeb, 96; Müslim, Birr, 50).
Yine Allah Resûlü,
«Ben kendisine nefsinden, malından, babasından, evladından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadıkça, hiçbiriniz iman etmiş olamaz» buyurmuştur
(Buhârî, Eymân, 2).
«Üç şey kimde bulunursa imanın tadına varır: Allah ve Resulü‘nü her şeyden çok sevmek, sevdiğini Allah için sevmek ve küfre dönmeyi cehenneme atılmak kadar kötü görmek» (Buhârî, imân, 8).
Rivayete göre, arşın sütununa şöyle yazılıdır:
«Kim benim rahmetime iştiyak duyar ve benden isterse ona veririm. Kim de bana, Muhammed’e salât getirerek yaklaşırsa, deniz köpüğü kadar günahı da olsa onu bağışlarım».
Yerilen ve övülen her muhabbet ve aşkın birtakım etkileri, sonuçları, gerekleri ve hükümleri vardır. Bu etkiler zevk, coşkunluk, halavet, şeref, yakınlık, sevgiliyle bütünlük, ayrılık, uzaklık, alıkonma, hicran, ferah, sevinç, ağlama, hüzün vb. gibi şeylerdir.
Bozuk sevgi ve ten aşkı ancak bozuk inanç ve fikirden veya galip gelen hevâdan ya da bunların bileşkesinden kaynaklanır ve bunların bir kısmı diğerine yardımcı olur ve hak ile bâtılı birbirine karıştıran bir şüpheye sebep olurlar.
Kişinin bu konularda hak yolda oluşunun alameti, iç dünyasında ve hareketlerinde dinin emirlerine uymasıdır. Eğer sevgi doğru ise, onun bütün sonuçları faydalıdır. Yok, sevgi yanlış ise onun her şeyi de zararlıdır. «Allah iyi iş yapanları sever» (Mâide 93).
Hanefiler’in çoğunun ittifak ettiği üzere, imanın kökü sevgi köküne bağlıdır. İmanın kemali de sevginin kemaline bağlıdır.
——— d) Hakiki Aşk
Hakiki aşk ve ezelî sır ise, Allah’ın tecelliyatının alakaları vasıtasıyla gerçekleşen manevi bir cezbedir, dumansız bir ateş, yüksüz bir ağırlıktır, şevk, zevk, aydınlanma, yanma, ışık, rıza, arınma, parıldama, cila, letâfet ve güzelliktir, sırdır, sözsüz bir haldir.
Bu da üç kısımdır:
Bu aşkın alameti şunlardır: Göz yaşları, yumuşak başlılık, tevazu, boyun eğmek, sabır, inkisar... Bunlar da kemal, huzur, yakîn, ihtiyar ve mâsivayı terk edip, işleri her şeyin en iyisini irade eden mâşukun ihtiyarına havale etme sonucunu getirir. Mal ve boş emel kaydında olan kimsenin aşktan ve İlâhî cemâlden haberi yoktur. Bu aşkın sayılamayacak kadar menfaati vardır[65]. En büyük nimet, en yüce saadet ve en üstün lutuf budur. Bu aşk, ihsanın, lütfün ve ikramın zirvesidir, gizli hazinedir, mutluluğun anahtarıdır, kalbin temizlenmesi[66], göğsün selâmeti[67], Rabb’in marifeti, melekût, ceberût ve lâhût âlemlerinin seyri, gaybın kapıları, karanlıkların kaldırılması, perdenin keşfi[68], kalbin lezzeti, huri ve gılmanların özüdür. Ve o, evliyanın maddesi, enbiyanın seyridir; o, makam-ı Ahmedî, kadem-i Muhammedi’dir. Yine o, uzaklıktan ve ateşlerden kurtuluş, Rahmân’a visal ve yakınlıktır.
[65] Bu faydalardan bazıları şunlardır: Kalp inceliği, nefsin ve aklın olgunlaşması, kişiyi güzel ahlâka sevk etmesi, güzel edep yanında, korkakların kalplerine cesaret verir, anlayışı kıt olanın zihnini safileştirir, cimrinin elini açar, kötü huyları törpüler, kralların gücünü zayıflatır. O hiç dostu olmayanın dostu, arkadaşı olmayanın arkadaşıdır; kederleri giderir ve kişiye sevinç verir.
[66] Âyette şöyle buyrulmuştur: «O gün ne mal ne de evlatlar fayda verir. Fayda görecek olanlar ancak Allah’a selim bir kalp ile gelenlerdir» (Şuarâ 88-89). Buradaki «selim kalp» şirk, kin, haset, cimrilik, kibir, riya, kendini beğenme, dünya sevgisi ve diğer kötü huylardan selâmette olan kalptir. Bir görüşe göre ise selim kalp, kişiyi Allah’tan uzaklaştıran her tür âfetten berî olan kalptir.
Yine bir görüşe göre, Allah’ın emrine zıt olan her tür istekten selâmette olan kalptir. Diğer görüşler ise şöyledir: Selim kalp, Allah’ın dinine zıt düşen şüphelerden uzak olan kalp; Allah’ın muradıyla çatışan her türlü iradeden uzak kalp; Allah’a giden yolda bütün engellerden kurtulmuş kalp selim kalptir ve selim kalbin sahibi dünyada, kabir âleminde ve ahirette cennette olup, vardığı yer rıza makamıdır.
[67] İshak demiştir ki: Âşıkların ruhları latif ve hoş, bedenleri ince ve hafiftir. Sözleri ölülerin kalplerini diriltir, akılları ziyade eyler.
[68] En büyük perdeler beştir: Tevhide zıt olan şirk, sünnete zıt olan bid‘at, emre ters düşen şehvet, zikri ortadan kaldıran gaflet ve mâsivadan soyutlanmayı ve ihlâsı iptal eden hevâdır. Nefis ise bu beş perdeden daha büyük engel olup, ilacı onu kesen aşktır.
Kütüb-i Sitte ve Mesâbîh şerhleri, Kadı Beyzâvî ve Fahreddin er-Râzî’nin tefsiri, el-Hidâye, et-Tatarhârıiyye ve Şerhu’l-Mevâkıf kitaplarında da böyle yazılıdır.
Allah’ın salât ve selâmı, Peygamber Efendimiz’e, onun değerli ailesine olsun...