KİTABA DAİR
— Yayınevi
Mehmed Zahid Kotku
Ehli Sünnet Akaidi
(Dersler)
SEHA NEŞRİYAT A.Ş.
Merkez: Selânik Cad. 49/1 Kızılay - ANKARA - Tel: 25 24 43
Şube: Hacıbayram Cad. 12 Ulus - ANKARA - Tel: 12 65 28
Şube: Feyzullah Ef. Sok. 6 Fatih - İSTANBUL - Tel: 52416 00
SEHA NEŞRİYAT: 4
İlim Eserler Serisi: 1
Kapak : Göze Grafik
Kapak baskısı: Temel Matbaası
Dizgi : Türkiyat Matbaacılık
İSTANBUL - 1983
EL-MILEL VE’N-NIHAL
— Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat İndinde Küfre Mü'eddi Olan Mesail
Resûlullah salla’llahu aleyhi ve sellem buyurdular:
— «Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bunların hepsi cehennemdedir. Yalnız bir fırka hâriç». (Ashâb tarafından):
— Onlar kimlerdir ya Resûlullah? diye soruldu. Resûlullah:
— «Benim ve Ashabımın yolu üzerinde olanlar» cevabını verdi.
Bu hadis-i şerif meşhurdur. (Hadisi, Tirmizî, İbn Mâce ve Ebû Dâvûd rivâyet etmiştir.)
Yahudi taifesi 71, Nasrânî taifesi 72, Ümmet-i Muhammed de 73 fırkaya bölünmüştür. Binâenaleyh, her Müslümana bu bâtıl mezheplerin yollarından korunmak için ehl-i sünnet ve’l-cemâatın akidelerini iyi bilmesi lâzımdır.
Yukarıda her ne kadar bizim mezhebimizin görüşleri açıklanmışsa da, insanoğlu hatadan salim olamadığı için bu mezhep sahiplerinin düştüğü çıkmaz bataklığa Ümmet-i Muhammed’in düşmemesi için onların küfre varan itikadlarını da elimizden geldiği kadar açıklamağa çalışacağız.
Evvelâ, 72 fırkanın kökü yedi fırkadır. Yetmiş iki fırka bunların şubeleridir.
Bunlar da, aralarında vaki olan ihtilâflar neticesinde her biri 5, 10, 20 fırkaya ayrılıp 72 fırka oldular. Şurası çok tuhaftır ki bunlar da birbirlerini tekfir edecek kadar ileri gittiler. Bunları yazmağa da lüzum görmedik.
Allah Teâlâ’ya çok şükür ki İmam-ı A’zam gibi ve İmam Şafiî Hazretleri gibi imamları halk edip; Şeyh Ebü’l-Hasen Eş’arî ve Ebu Mansûr Maturidî gibi âlimlerle birlikte bu bâtıl mezhepleri geçersiz kılmış ve böylece Müslümanları bunların elinden kurtarmıştır. Ma’amafih, zamanımıza kadar gelen bazı bâtıl mezhepler de hâlâ bulunmaktadır, Şiîler, Rafızîler gibi.
Bu yedi mezhep de Şeytan aleyhilla’nenin iğvâsı ve fitnesinin neticesidir. Yetmiş ikiye kadar çoğalması da bu yüzdendir.
Bunlardan:
Mecmûu 72 fırka eder. Bunların itikadlarının bazısı bidat ve bazısı da küfre varmaktadır.
Binâenaleyh bid’at iki kısımdır: Birisi amelde birisi de itikaddadır. Bu bid’at sâhiplerinin imameti de mekruhtur. Zira itikad cihetinden fâsıktırlar. İtikadı da bid’at amelde bid’atlardan daha çok şiddetlidir.
Bid’atçıdan murad şu kimselerdir ki: Onun itikadı ehl-i sünnet ve’l-cemaat itikadına muhaliftir. İtikâdı küfre varırsa imameti kat’iyyen caiz değildir. Kur’an mahlûktur diyenin arkasında da namaz kılmak câiz değildir.
1 — Mu’tezile —ki ona kaderiyye de derler— Kaderi inkâr ederler. Onun için bunlara; «Bu ümmetin mecûsûsidir» denilmiş. Bunların ardında da namaz kılmak câiz değildir. Resûlullah’ın şefâatını inkâr edenlerin, kirâmen kâtibîn’i inkâr edenin ve Cenâb-ı Hakk’ın ahirette görülmesini inkâr edenlerin arkalarında namaz kılmak câiz değildir, zira bunlar din-i İslam’dan çıkmışlardır.
2 — Müşebbihe, Halık-ı Zü’l-Celâl’a mahlûklar gibi a’za isnad ederler ki onların da arkasında namaz kılmak câiz değildir, İslamiyet’ten çıkmışlardır. Cenâb-ı Hakk’ın sıfatlarından bir sıfatı sonradan olmuştur diyen kimse de İslam’ın dışındadır.
Cenâb-ı Hakk’a mekân isnad eden veya semâdadır diyen de İslâm’dan hâriçtir. Bununla Hakk Teâlâ’nın arş üzerinde müstakar olduğunu kasd edenlerin de küfrüne hükmolunur. Vay vehhâbîlerin hâline. Cenâb-ı Hakk’a üst, alt ile teşbih ise küfürdür. Bununla Mücessime ve Hulûliyye mezheplerinin küfrüne hükm olunmuştur.
Cennete girdikten sonra Hak Teâlâ’yı görmeyi inkâr edenlerin de küfrüyle hükmolunur.
3 — Kaderiyye taifesi: —ki Mu’tezilîler de onlardandır— Kul, fi’linin halikıdır davasından naşı tekfir olunurlar ve vacibdir. Rafızîler ise bir çok hatalarından nâşî İslâm’dan dışarıdırlar. Meselâ: ölüler dünyâya döner, bedenlerin ruhuna girer demeleri ve bir de ruh-ı ilâh, eimmeye intikal eder demeleri; bir de vahy imam Ali’ye gelecek iken Cebrail yanlış olarak Hz. Muhammed’e getirdi demeleri İslâm’dan çıkmaları için kâfidir ve hükümleri mürted gibidir.
4 — Havariç, cemi-i ümmeti hatta Osman, Ali, Aişe, Talha ve Zübeyr (radiyallahu anhüm) hazerâtını da ikfâr ederler. Bundan nâşî küfürlerine hükmetmek vacibdir.
5 — Zeydiyye taifesi ise: Acemden bir peygamber geleceğine ve peygamberimizin şeriatını nesh edeceğine yani hükmünü kaldıracağına inandıkları için İslâm dışında kalmışlardır, küfrü vacibdir.
6 — Neccâriyye taifesi ise: Allah Teâlâ’nın sıfatlarını inkâr ettiklerinden ve Kur’an-ı Kerîm için, yazıldığı ve okunduğu vakit cisim ve arazdır dediklerinden küfürleriyle hüküm vacibdir.
Hakk Teâlâ, bir şey halk olunmadan evvel bilmez diyenler —ki yine Kaderiyye ve Mu’tezile mezhebindekilerdir— İslâm’dan hâriçtirler ve bunların kızları alınmaz ve bunlara kız da verilmez ve cenazelerine de gidilmez.
7 — Mürci’e tâifesi: Bunlar da İslâm’dan hâriçtirler. Zira derler ki: Hasenâtımız makbul, seyyiâtımız da mağfurdur. İbadetleri —namaz, oruç, zekât, hac gibi— inkâr ederler ve derler ki: Bunlar fezâildir, işlersen iyi işlemezsen bir şey lâzım gelmez. Bunlar da İslâm’dan hariçtirler, bunların hepsi tekfir olunmaktadır.
«Kıble ehlinden kimseyi küfürle itham etmeyiniz».
İmam-ı ’A’zam ve İmam-ı Şafiî’den sâdır olan bu söz, mutlak değildir, belki günahlarla mukayyeddir. Havâriç ile Mu’tezile gibi günah sebebiyle tekfir etmeyiz demektir. Çünkü bunlar günah-ı kebîreyi işleyenleri İslâm’dan çıkarır ve Cehennemde ebedî kalacağını söylerler.
Hülâsatan şöyle deriz: Her kim, zarurât-ı dîniyyeden birisini inkâr etse o, İslâm’dan çıkmıştır ve küfre düşmüştür. Zira ma’lûm ve meşhûr olan ayetleri ve hadisleri inkâr, peygamberimizin hadislerini tekzibe çıkar ki —tevbe etmezse— katli de vâcibdir. Katli, küfründen nâşîdir hadden değildir. Çünkü iman, şeriatı ve peygamberimizin Allah tarafından getirdiği ve bilinmesi zaruri olan şeyleri, ahkâmı tasdiktir. Bunun mukabili de küfürdür. Zarurât-ı dîniyyeden olan altı esastan beşine inanıp da birine inanmayanın hâli gibidir.
Meselâ: Namaz, oruç ve zekâtın farz olmaları; zina ve içkinin haram olduğu İslâm dininde ma’lûm ve meşhûrdur. Bunlara inananlara mü’min denildiği gibi inanmayanlara da kâfir denir.
Ve meselâ: Abdestte başın dörtte birini mesh etmek, İmam-ı A’zam’a göre farz ise de, İmam Şafiî’ye göre farz değildir belki sünnettir. Bu, ictihâd mes’elesidir, bunu inkâr eden kâfir olmaz.
— Tenbîh
Ma’azallah, bir kimse Cenâb-ı Hakk’a sövse o kâfir olur ve kanı da helâldir. Bunlar gibi, herkim Cenâb-ı Hakk’ın şân-i ulûhiyyetine lâyık olmayan şeyleri Hak Sübhanehu ve Teâlâ’ya izafe ederse; böylelerinin küfürlerinde ihtilâf olunmuştur. Fakat, bu saygısızlar bir yere toplanırlarsa onlarla muharebe etmekte ihtilâf olunmamıştır. Nitekim Hz. Ali Efendimiz’in yaptığı gibi.
Peygamberlerden birisine söven veyahut şan-ı âlîlerine yakışmayan bir şey isnâd eden de kâfirdir ve katli de helâldir.
Herkim ki, Hak Teâlâ’nın Rab olduğunu ve bir olduğunu nefyede, inkâr ede onun da küfrü tamamdır.
Hak Teâlâ’nın varlığı ve birliğine inanıp da; kadîm değildir, O’ndan mâada başka sânî vardır diyenlerin cümlesi kâfirdir derler.
Cenâb-ı Hakk’ın insanlardan birine hulûlunü itikâd eyleyen ve ervahın tenâsühuna kâil olan ve âlemlerin sonradan yaratılmış olduğuna inanmayanın ve peygamberlerden birinin peygamberliğini inkâr edenin küfründe şüphe yoktur. Peygamberimizden sonra peygamber gelecektir diyen ve peygamberliğin kalb safâsı ve nübüvvetin kazançla olacağını söyleyen de kâfirdir.
Semâya çıkar, Cennete girer meyvelerinden yerim diyen de kâfirdir. Kur’an ahkâmından ümmetin cem’ olduğu (icma’-ı ümmetin hâsıl olduğu) manayı zahirinden çıkarmak da küfürdür.
Her söz ki onunla ümmetin dalâletine vesile olur veya Sahâbe-i Kirâmı tekfire cesaret edenler de kâfirdir.
İmam Mâlik Hazretleri bir kavlinde, Sahâbe-i güzîn’i tekfir edenin katline işaret etmiştir.
Puta tapmak, zünnar bağlamak gibi şeyleri işleyenleri de kâfirlere iltihak etmişlerdir.
— Fetva Kitaplarında Küfrü Mucib Elfaz, Kelimeler ve Sözler
Bu küfrü mûcib sözleri yazmadan evvel sana birkaç nasihat yazayım. Bu nasihatlar bizim kendimizin değil, büyüklerimizin nasihatlarıdır. Bu yetmiş iki fırkanın hâlini yazdık. Sakın sen bunları şöyle-böyle kimseler zannetme, bunların hepsi Müslümanlık iddiasında. Namazlarına, hele Kur’ân okumalarına hayret etmemek mümkün değil. Sözde Müslüman, hem namazları var hatta namaz kılmayanlara kâfir diyorlar. Bu kadar ileri gitmişlerken bak, Ehl-i sünnet ve’l-cemaat onların Kur’ân-ı Azîmüşşân’ın hükümlerinin bazılarından ayrılan ve bazı ayetleri de kendi arzularına göre yorumlamalarından dolayı— İslâm’dan çıktıklarına ve küfre kaydıklarına nasıl hüküm vermişlerdir. Bunlar, bizlere güzel ders ve ibret değil mi?
Bi’l-akis bugünün insanları da onları solda sıfıra bırakacak derecede hatta delicesine bazı kere Allah’ı tamamen unutmakta ve insan bir maymundan gelmiştir diyecek kadar şuursuzlaşmakta. Bazan «Allah baba» diye Hristiyanların sözlerini taklit ederek işin nereye varacağını bile idrak edemeyen ve bazan da eski bâtıl mezheplerin yolunu tutarak Allah’ı —hâşâ— göklerde zannedecek kadar çocuklaşan insanın, ki bugün dünya ona dar gelmekte ve göklerin ucunu bulmağa çalışmakta hâriku’l-âde sanayi işleri ve ma’rifetler meydana getirmekte olan bu insanın kendini ve şu varlığı yaratanı bilmemesi kadar acîb bir şey tasavvur olunamaz. Gerek gördüklerimizden ve gerek kendimizin yaptığı; vapur, tayyare ve emsallerini bunlar eskiden vardı diye kimseyi inandırabilir miyiz? Tabiî hayır. Herkes, elbette bunu bir yapan olacaktır, bu kadar sanat ve hüner hiç kendi kendine olur mu diye bize haykırır da; ya bu mevcudatı ve bizleri yaratanı hiç aramaz olsun, acaba olur mu dersiniz?
Koskoca bir kâinat, içinde her türlü nimetler var, suyunu hazırlamış, toprağını hazırlamış, güneşini hazırlamış, havasını da hazırlamış, madenlerin her nev’inden her tarafa yaymış, insanı da yaratmış, peygamber göndermiş, mu’cizeler göstermiş, kitaplar göndermiş, bizlere okuyup-yazmayı öğretmiş, dünya ile ahireti göstermiş; ve «Sizler beni bilesiniz ve bana kulluk edesiniz diye yarattım» demiş, helâl ve haramı da bildirmiş. Yine böyle iken bu insanoğlu yanlış yollara sapmış, Allah’ı bırakıp nefsinin kölesi olmuş ve Allah’ı öğrenmeğe ve bilmeğe çalışmamış; bununla beraber bu varlıkların ne olduğunu da hiç hatırına bile getirmemektedir. Bundan daha acı ne olabilir. (Bu insan, yaşadığı evdeki babasını bilemeyen kimse gibidir). Gördüğümüz ve her gün çeşitli meyvelerini yediğimiz ağaçların verdikleri meyveleri o ağaçlar mı yapar? Ağacın bir bilgisi, bir hüneri, bir sanatı var mıdır? Meselâ: Bir nar dânesi ne güzel dizilmiş, ambarlanmış. Bu hüneri bu ağaç mı yapmıştır, yoksa bu ağaç bunu yapabilecek bir kudret sahibinin eseri midir?
Bizim annelerimizin başlarına örttükleri çok basit bir örtü bile bir yapana muhtaç olunca; bu koca kâinat tabiatın eseridir demek pek de kolay olmasa gerektir. Bunu söylese söylese ancak ya deli ya da divane söyler.
Şu dünyanın durmadan dönüşüne ne diyeceksin? Hiçbir varlık böyle kendi kendine döner durur mu? Sen ne kadar söylesen hepsi boşuna. Hem kendini aldatıyor, hem de başkalarını, hem de belki kendine güldürüyorsun. O, senin cazibe dediğin şey nedir? Canı var mı, şuuru var mı, bilgisi var mı, sağlığı, varlığı, mevcûdiyyeti kendinden mi? Yoksa bu kuvveti ona veren bir kuvvet ve kudret sahibi mi var?
Hani, bu kadar fabrikaları, sanatları, hünerleri, uçakları, gemileri yapan maymun nerede? İşte bizim maymunlar! Hünerleri taklitçilik değil mi? Acaba Allah Teâlâ bizim aklımızı mı aldı ki böyle safsata ve mantıksız sözlere aldanıyoruz. Bir de bu fikirleri maârife mal edip çocuklarımıza okutmak kadar safdillik olur mu? İnsan, bir kere kendine bakıp biraz düşünse, elbette aklı da erecek ve doğru yolu da bulacaktır. Onun için muhakkak dini eserleri çok okumak ve çok da düşünmek gerektir.
Bu düşünceye bizi teşvik eden evvelâ Allah Teâlâ Hazretleredir. Kitabının müteaddid yerlerinde yerlere, göklere bakmayı emreder. Hele Tebâreke Suresi’nde bu bakışın, tekrar tekrar yapılmasını tavsiye eder. Ki bakalım bu yaratılışta bir kusur, bir eksiklik görebilecek misiniz? Yoksa bu hilkate hayran olup bunu yapan kimdir mi diyeceksiniz? Yoksa şuursuz bir bakışla mı bakacak, o tayyare veya diğer âlât, edevat, sanat, hünerler, fabrikalar için diyemediğin sözü mü söyleyeceksin? Bir fabrika kendi kendine olmaz diyebiliyorsun da gerek bu kâinatın ve gerek senin kendinin —ki o fabrikada ve o hünerler senin yanında hiç kalır, adı bile anılmaz— bak, sen ne cevhersin, ufacıksın, fakat o koca kâinat senin emrine müsahhar. Bak, tekrar bak, gökleri bile yarıp ta aylara kadar giden ve daha ötelere gitmeğe çalışan insanın yanında o fabrikanın adı bile olmaz. Sen şimdi o fabrikayı ve o fabrikanın yaptıklarını pek âlâ biliyorsun da, anlıyorsun da, idrak ediyorsun da, niçin seni Yaradan’ı bilmiyorsun? Hemen tabiat eseriyiz, diyorsun. Vah zavallı insan vah.
Bir Yahudi’nin sözüne aldanıp Allah’ını bırakıyorsun, O’nun esmâ ve sıfatlarını öğrenmek de istemiyorsun. Hele, kitabını hiç de okuduğun yok. İyi bak, şu yeryüzündeki insanların sayısına; Yahudi, İsevî, Musevî, Nasrânî, ne kadar insan varsa hepsi de Allah der. Demek Allah var. Bir milyara yakın da Müslüman var. Bunlar da Allah der. Bilmem ki bize ne oldu bu kadar ekseriyyeti bırakıp da maymundan olduğumuza inanıyoruz. Çok şaşılacak şey!.
Haydi biz maymundan olduk. Ya bu koskoca kâinat, ayı ve güneşi ve bunca yıldızlarına ve sayısız mahlûklarına ne diyeceksin? Muhterem beyefendi! Sen dün, ay yerden kopmuş, yerin bir parçasıdır deyip bizleri de aldatıyordun. Bak, bugün ay’ın bu dünyanın maddesinden olmadığı anlaşıldı.
Bu insanın dinsizi çok tuhaf bir mahlûk, ne dense bir türlü Allah demek istemez de her şeye bir kulp takmağa çalışır. Ne kadar çalışırsa çalışsın «güneş balçıkla sıvanmaz» derler, hakikat meydanda. İnsan, şu kendi zihnini bir yoklasa kâfi, bir anda nerelere gider-gelir’ neler düşünür neler. Bulduğunu, düşündüğünü yıllarca sene sonra hatırlar, bunları nerede saklar? O ufacık gözler neler görür, gördüğünü hem unutmaz hem de ondan manalar çıkarır. Hele o kulak ne harika. Ve o kalb ki bir taraftan vücûd makinasının muntazaman işlemesine en büyük bir amil. Sonra o kalble neler keşfolunmaktadır. Acaba bunların hangisi hangi hayvanda ve hangi maymunda var?
O, insanı insan yapan aklına acaba ne diyeceksin. İşte bunların hepsini bizlere meccânen lütf u ihsan edip veren bir Allah’tır bir Allah.
Yalnız Allah vardır demek kolay amma, O’nu bulmak ancak Allah’a sarılmak ve O’nun Kitabı’nı okuyup anlamakla mümkündür. Çünkü Allah Teâlâ kendisini bizlere o Kur’ân-ı Kerîm’de güzelce tarif edip öğretmiştir. Yine öyle iken bu insanoğlu Allah Teâlâ’yı tanıyamamış ve sapık sapık tam yetmiş iki parçaya ayrılmıştır, 73.ncü fırka da Ehl-i sünnet ve’l-cemâat olmuştur.
Sen, bu ehl-i sünnetin yolunu güzel öğren, belle ve arkadaşlarına öğret ve sakın bu ehl-i sünnetin yolundan zerre miktarı ayrılma. Hele çocuklarını kat’iyyen ihmâl etme ve onları herhalde camiye de alıştır. Kur’ân okumasını güzelce öğret ve devamını te’mîne çalış. Onu yalnız dünya bilgilerine bırakma. Bahusus sanat ve ticareti de öğret, ekmek parasını kendi el emeğiyle kazansın ve helâl lokma yemeğe çok dikkat etsin. Yalandan, hileden, yeminden, söze vefasızlıktan, emanete riayetsizlikten son derece korku üzere olmasını iyi öğrensin. Yaramaz kişilerden de arslandan kaçar gibi kaçsın. Mümkünse kimseyi de incitmesin. Kibirden, gururdan, kendini beğenmekten ve bunlara benzer çirkin huylardan uzak kalmasını bilsin ve cemiyet işlerinde de daima hayırlı ve gayretli olmağa çalışsın.
Sen, bu sözlerimi hiç şüphesiz benden daha iyi bilirsin. Fakat bir hatırlatma kabilinden yazıyorum yalnız, kusura bakma.
Aziz kardeş, pekâlâ bilirsiniz ki eserden müessire intikal edilir. Meselâ gördüğümüz bir izden oradan geçenin kim olduğunu anlarız. Geçeni görmediğimiz halde o eser bize der ki: Buradan geçen attır veya insandır veya kedidir veya köpektir. Nerden anladın dersen; adam bize izi gösterir, bu iz falanın izi değil mi? der. Biz de evet demek mecburiyetinde kalırız.
Halbuki bugün bir de polisin kullandığı parmak izi var ki bu kadar insanın parmak izleri birbirlerine de kat’iyyen benzemez derler ve o izlerle adamları da yakalarlar. Bu harikalar gözlerimiz önünde her gün cereyan etmekte iken hâlâ bir türlü gafletten kendimizi kurtaramıyoruz. Bir iz ki sâhibine delâlet ediyor; bu koca kâinat sâhibi olan Allah Celle ve Alaya delâlet etmesin hiç olur mu?
Evet, bu insan çok acayip bir mahlûk. Bazan öyle buluşları vardır ki göklerde uçar ve daha ileri gitmeğe çalışır. Bazan da o kadar aptallaşır ki bu varlığın sâhibini bile idrakten âciz bir duruma düşer. Ve maazallah kâinatın sâhibini bile inkâra kalkışır. Buna da şaşmamak mümkün değil. Neden inkâr ediyorsun? diye sorsak görmediğime nasıl inanayım diyecek.
Pekâlâ, acaba senin görmediğin daha neler var onlara da inanmıyor musun? Meselâ: Her an teneffüs ettiğimiz havayı görüyor musun? Hayır görmüyorum. Öyle ise inkâr edebilir misin? Hayır. Neden? Çünkü her an teneffüs etmekteyim, görmüyorum amma, var olduğunu biliyorum. Çünkü yaşamam için her an ona muhtacım. Çok güzel, şu halde görmediğin halde varlığına inanıyorsun da; Hâlık-ı zü’l-Celâl hakkında niye düşünüyorsun? Senin muhtaç olduğun o havayı yaratan o Allah değil mi? Ona da hayır mı diyeceksin? O zaman o adama deli demekten başka söz olmaz.
Sonra her vakit kullanmakta olduğumuz elektriği de hiç gördün mü? Neden inanıyorsun? Hayır görmedim, lâkin eserini görüyoruz ya; işte lambalarımız yanıyor, dolaplarımızda yemeklerimiz, sularımız onun sayesinde soğuyor. Bir taraftan da sobalarımızda ateş olup bizleri ısıtıyor. Nasıl inkâr edebilirim! Öyle ise, bu küreyi ve içindekileri halk eden Allah Teâlâ’yı nasıl inkâr ediyorsun, hiç de mi insafın yok, yoksa hiç de mi aklın yok.
Zavallı çocuklara: Allah’tan şeker isteyin bakalım, eğer Allah varsa verecek; çocuklar da hep birden: Aman Allah’ımız bize şeker ver diye bağrışırlar. Tabiî hiçbir şey yok. Çocuklar şimdi bir de falandan isteyin bakalım; çocuklar yine hep birden beyefendi bize şeker verir misiniz? Tabii şeker hazır, hemen çocukların önlerine atılır, onlar da kapışırlar. Bakın, çocuklar gördünüz mü? Eğer Allah var olsaydı o da bize istediklerimizi verirdi diye çocukları daha ufacık yaşlarında onları kandırmağa, aldatmağa çalışan bu aptallara, ahmaklara, zavallı akılsızlara ne demek lâzım olduğunu artık siz söyleyin. İnsanın hilkatini Allah Teâlâ yaratmıştır diyen milyarlarca insan varken sen nasıl oluyor da bir Yahudi’nin sözüne aldanıp da dinini, inancını ve ibadetlerini terk edip, açıkta, askıda kalmış bir zavallı gibi kalıyorsun.
Elektrik olmadan lâmbanın yanmayacağını pek âlâ biliyorsun da, Allah olmadan bu kadar mevcudat ve mahlukat hiç olur mu? Sonra, şu insandaki tekemmülü kim yapabilir? Sen, bilirim ki çok okumuş ve çok bilgi sâhibisin. Hiçbir eşya var mıdır ki kendi kendine meydana gelsin, gerek gazların terkibiyle ve gerek başka sebeplerden olsun. O sebep olan şeylerin hepsi de yine bir yapıcıya bir halk ediciye muhtaçtır. Çünkü her hadis, mutlaka bir muhdîse muhtaçtır. Bu, bir kaide-i umumidir, hilaf i caiz değildir. Onun için her mevcûd ne olursa olsun, küçük, büyük muhakkak bir îcâd edene muhtaçtır. O zaman bizler ve bizlerin içinde bulunduğumuz kâinat ve bu kâinatın içinde bulunan, görüp görmediğimiz, bilip-bilmediğimiz her şeyi yaratan bir Allah’tır bir Allah.
Bu Allah’ın nasıl bir Allah olduğunu iyice bilmek için ilm-i Kur’ân ve ilmi fıkıh’a son derece ihtiyaç vardır. Cahil insanlar gibi yalnız Allah deyip kalmamalı ve bi’l-akis Allah Teâlâ’nın sıfatlarını pek güzelce ve hem de ehl-i sünnet itikâdına uygun bir şekilde öğrenmek hemen her Müslümana başlıca bir borç, bir vazifedir ve hem de vacibdir, terkinden dolayı mes’ûliyeti mûcibdir.
Aziz ve muhterem kardeş! Bakınız hem de dikkatle bakınız: Dünyada bu kadar insan, millet, cemiyet, din ve mezhepler vardır. Görüyoruz ki her birisi Allah dedikleri halde, Allah’ı bilememişler ve her birisi bir yola sapmış; kimisi heykeller yapmış, kimisi putlar yapmış, kimisi aya, kimisi güneşe, kimisi de yıldızlara ve hatta bazı gülünç, yüz kızartıcı şekilde hayvanlara da tapanlar hâlâ da bulunmaktadır. Bu bir görgüsüzlük, bir aptallık, daha doğrusu açıkça bir akılsızlıktır. Bunlar, hep Allah dedikleri halde bir türlü Allah’ı anlayamamışlar ve nihâyet kendi elleriyle yaptıktan bu putları, heykelleri, ma’bûd edinmişler ve bugün bizim müzelerimizde bunların bakiyyeleri ve parçaları bulunmaktadır. Bir kısmını bendeniz Bursa müzesinde görmüştüm.
Binâenaleyh Allah Teâlâ; akla gelen şeylerin hepsinden münezzeh, şeriki, naziri, misli, dengi, eşi bulunmayan, doğmayan, doğurmayan, anası, babası, çoluk, çocuğu olmaktan münezzeh ve müberrâ ve noksan sıfatlardan tamâmiyle münezzeh, kemâl sıfatlarıyla muttasıf, kâinatın ve mevcudatın yegâne sâhibi, mâliki ve rezzâkı, hayat veren, sonra da ölümle sona erdiren, her şeye gücü yeten, kudret-i kâmile sâhibi ve her şeyi pek iyi bilen, ilm-i ezelîsiyle tanıyan ve her şeyi maddelerin hiçbirisi yokken îcâd edip yaratan ve bizlere doğru yolu göstermek için kitap gönderen ve yaptıklarımızı gören, işiten, hatta gönüllerimizden geçen vesvese ve kuruntularımızı, düşüncelerimizi bile hem bilen, hem gören, hem işiten, hem de peygamberlerine Cibril vâsıtasıyla söyleyen ve her istediğini istediği anda ve istediği şekilde yapan kudret ve irade sahibi, yapacağı işlerde kimseye danışmaya ihtiyacı olmayan, evveli ve âhiri de bulunmayan, doksan dokuz esmâsıyla ma’lûm olandır.
Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri’nin bu 99 esmâsını da okuyup, öğrenip ve bir de Allah Teâlâ’ya yalvarıp: «Yâ Rab, seni hakkıyla en iyi bir şekilde tanıyabilmek ve yine sana en iyi bir şekilde ibadet edebilmek kuvvet, kudret ve kabiliyyetini de ihsan eyle» diye gece ve gündüz yalvarmayı da elden bırakmamak şartıyla her an O’na sığınmağa muhtaç olduğumuzu unutmamak gerekir.
Bu Allah öyle bir Allah’dır ki ne evveli vardır ve ne de ahiri. Güzelce çizilmiş bir dairenin başladığı yeri bulmak mümkün olmadığı gibi son noktasını da bulmak mümkün değildir. Onun için kıdem ve beka kelimeleriyle bunu ifade edebilmişlerdir.
Sonra birliğinde hiç şüphe yoktur. Halbuki Müslümanlardan başka dinlerin sâlikleri herbirisi Cenâb-ı Hakkı bir şeye benzetip, heykelini yapıp ona tapmışlar ve akıllarınca bir çok ilâhlar îcad etmişler: Merhamet sâhibi bir ilâh, gadab sahibi bir başka ilâh, yaz ilâhı, kış ilâhı, güzellik ilâhları gibi ki Müslümanlık bunların hepsini reddeder ve Allah birdir der. Zira iki Allah olunca bunların birbirleriyle anlaşması mümkün olmadığı gibi; şayet birleşseler bile birinin istediğine diğerinin muhalefet etmesi aczinden ileri gelir ki âcizin de Allah olması caiz görülemez. Cenâb-ı Hakk da, kendisini bize bir çok ayetlerinde bir olduğunu ve ondan başka ilâh olmadığını pek açıkça bildirmektedir.
Meselâ İhlâs Sûresi ki meşhurdur:
Diğer bir âyette de:
buyurulmaktadır. [1]
[1] el-Kehf: 110
Sonra, âyet-i kerîmenin mâba’dinde kendisinden başka bir ma’bûd olmadığını beyanla birlikte Rahman ve Rahim olduğunu kullarına duyurmaktadır. Bununla beraber bu Allah öyle bir Allah’dır ki görülen ve hatıra gelen her şeyden uzaktır, hiçbir şeye benzemez ve benzetilemez. Çünkü:
dir.[2]
[2] eş-Şura: 11
Ayetin arkasında yani mâba’dinde kendisinin her şeyi işitir ve görür olduğunu da ayrıca bildirmektedir ki: kullarının yaptıkları her şeyi hatta en gizlilerini dahi görür, bilir ve işitir olduğunu bilsinler de ona göre hareket etsinler. Ne kadar yalnız da olsalar, kendileri kimsenin göremeyeceği bir yerde bulunsalar, yine Allah Teâlâ’nın kendilerini ve yaptıklarını görür olduğunu da ayrıca:
âyet-i celîlesiyle beyan etmektedir. [3]
[3] eş-Şura: 11
Sonra o Allah Teâlâ aynı zamanda gönüllerde dolaşan gizlilikleri de yine pek iyi bildiğini şu:
âyet-i kerîmesiyle bizlere duyurmaktadır. [4]
[4] el-Hadid: 6
Binâenaleyh o yapılan putlara ibadet de şirkin en şenîidir. Çünkü Allah Teâlâ bu gibi şeylere benzemekten münezzehtir ve ibadet yalnız Allah’a mahsustur.
Firavunlar gibi cebâbireye de ibadet olmaz. Çünkü hepsi ölüme mahkûm birer âciz mahlûktur. Sonra bir de bilinmesi vâcib olan bir hakikat daha vardır ki varlıklar yok iken de Allah var idi. Binâenaleyh sonradan yarattığı varlıkların hiçbirisine benzemediği gibi, bu varlıklara da bir ihtiyacı yoktur. Onun için Allah Teâlâ’ya mekân göstermek de mümkün değildir. Kıyam binefsihî ile sözü bitiririz vesselam.
Bu itikadların dışında düşünmek ehl-i sünnet akidesine muhaliftir, itikâd meselesinde hepsi oldukça açıklanmıştır.
— Küfrü Mucib Sözler ve Haller
Şimdi biraz da, küfrü mûcib olan çirkin sözleri yazayım da bunlardan ders alarak ağızlarımızı bu gibi fena olan sözlerden koruyalım. Çünkü, bu küfrü mûcib sözler o kadar fena ki, evvelâ insanı dinden çıkarıyor. Sonra karısının şer’an boş olmasına otomatik olarak sebeb oluyor, sonra da haccı varsa o da iptal oluyor yani yok oluyor. Tabii bu da çok acı ve çok yanlış bir harekettir.
Binâenaleyh, her mü’min muvahhid kardeşimizin bu çirkin ve acı akıbetten kurtulması için bunları açıklamayı en büyük bir borç ve bir vazife sayarak saymağa çalışalım. Bunların bir kısmı, evvelce yazılan «Mü’minlere Va’zlar» kitabında bir miktar yazılmışsa da, bu yazacaklarım orada da yazılmamış olduğundan burada da onları yazmak mecbûriyyetini hissetmekteyim.
Cenâb-ı Hakk, cümlemizi bu küfrü mûcib olan, Hakk’tan uzaklaşmamıza sebeb olan ahlâksızlıklardan, çirkin ve fenâ olan büyük ve küçük günahlardan muhafaza buyursun. Âmîn.
1 — Her söz ve iş ki dini istihfaf, yani hafif görmeye, kıymetsizliğe sebeb ola, ol sözü söyleyenin veya o işi işleyenin küfrüyle hükmolunur ve maazallah dinden çıkıp mürted olmasına sebep olur. İster sahiden ister şakadan olsun. Ol küfr-i inâdidir. Zira o şey, dini istihfâfa sebeptir. Bu hal. ekseriyyetle cemiyetlerde insanları güldürmek ve eğlendirmek için hususi tutulan kimselerde çokça görülür.
2 — Hakk Teâlâ Hazretlerini, şân-ı ulûhiyyetine lâyık olmayan sözlerle vasfetmek, anlatmak veyahut esmâ ve sıfatlarından veya emir ve nehyettiği şeylerden birisiyle istihza etmek veya va’d ettiği cennetiyle veya vaîdi olan azab ve cehennemden birini inkâr ile, vehâhut Hakk’a cehl, acz, noksan veya cevr ve zulüm nisbet ile veya mekân isnadıyla.
3 — Her kim olursa olsun, kasden abdestsiz namaz kılsa mutlaka kâfir olur. Ekseriyyetle insanları kandırmak için bazı menfaatperestlerin yaptıkları gibi.
4 — Bilerek, kıbleden başka tarafa veya necasetli elbise veya çamaşır ile dini istihfaf için namaz kılmak.
5 — Lüzumsuz yere beline, papazların bağladıkları «zünnar» denilen kuşağı bağlamak.
6 — Keferenin bayramlarında onlarla bayram eden ve o gün onların işlediklerine muvafakat eyleyen ve ol güne ta’zîm için satın almadığı şeyleri satın alanlar (hindi ve benzerlerini). Ve Noel babaya iştirak edenler ve o günde onlara bir şeyler hediye edenler. Bu gibi şeyler mü’minden sâdır olmaz. Meğer ki aslında kâfir ola.
7 — Kâfirlerin ayinlerini hoş görüp beğenen.
8 — İnsan karşılamak için huzurlarında hayvan kesenler ki bu hayvanlar bil ittifak ölüdür, yenmesi de caiz değildir.
9 — Haramlardan sevap ummak.
10 — Hakk’tan gayriye secde etmek.
11 — Peygamberlikleri sabit olan enbiyâdan birinin nübüvvetini inkâr etmek.
12 — Meleklerden ve peygamberlerden birini istihfâf etmek, ehemmiyetsiz görmek. Gerek fakirliklerinden ve gerekse hastalıklarından naşı olsun.
13 — Âişe (r.a.) validemize, lâyık olmayan sözü söylemek.
14 — Ebu Bekr (r.a.)’ın sohbetini, imametini, halifeliğini kabul etmemek.
15 — Ömerü’l-Fârük (r.a.)’ın hilâfetini inkâr etmek.
16 — Bezzaziye’de der ki: Rafizİ, Hz. Ebu Bekr ile Hz. Ömer’e sebbeylese küfrüyle hükmolunur.
17 — Cevhere’de der ki: Hz. Ebu Bekr ve Hz. Ömer’e ve şâir sahâbe-i güzîn (r.a.)’e seb ve ta’n eylemek küfürle beraber katli de vâcib kılar. Böylelerinin tevbelerinin kabulünde ihtilâf olunmuştur. Lâkin, tevbelerinin kabul olunmamasına fetva verilmiştir.
18 — Bir kimse, Resûlullah (s.a.s.), kabağı severdi dese; öteki adam da: Ben sevmem dese — ve bunu ihanet tarîkıyla söylese.
19 — Allah Teâlâ, bana bununla emredeydi işlemezdim dese.
20 — Kıble bu tarafa olsaydı namazı da kılmazdım dese.
21 — Allah bana cenneti verse, sensiz istemem veyahut girmem dese.
22 — Seninle cennete bile girmem dese.
23 — Cenneti istemem. Benim istediğim O’nu yani Allah’ı görmektir dese.
24 — Dünyayı, ahiret için terk eyle diyene karşı; peşin olan şeyi yani dünyayı nesil için yani ahiret için terk edemem dese.
25 — Farzlardan bir farzı inkâr eden yani 32 farzdan birisini inkâr eden.
26 — Vitir namazının ve kurbanın asıllarını inkâr eden.
27 — Ezân-ı Muhammedi ile eğlenenler.
28 — Kıyamet ahvallerinden birini inkâr eden. Meselâ: Hesabı, amellerin tartılmasını, sırat köprüsünü, cennet, cehennemi vesaire gibi şeyleri inkâr.
29 — Haramlığı delîl-i kafi ile bilinen haramlara helâl demek; şarap gibi, domuz eti yemek gibi. Haramlığını bildiği halde işlerse fâsık olur.
30 — Ayât-i Kur’âniyye’den birini inkâr eden.
31 — Kur’ân’dan bir ayeti tebdil eden.
32 — Kur’ân-ı Azîm’i hor gören.
33 — Kur’ân-ı Azîm’i istihfaf eden.
34 — Âlât-ı lehv çalınırken Kur’ân okuyan.
35 — Haram yerken, içerken veya haram bir şey işlerken bismillâh diyen.
36 — Haram şeyi işledikten sonra elhamdülillah diyen. (Bunda ihtilâf vardır.)
37 — Emredilecek yerde, meselâ: ye denilecek yerde, iç denilecek yerde veya izin isteyen kimseye gir diyecek yerde bismillâh dese. Zira zillet makamında Allah Teâlâ’nın ismini kullanmak ihanettir. Allah Teâlâ’nın ismine ihanet ise küfürdür, bu gibi sözlerden son derece sakınmak gerektir.
38 — Helâl lokma ye diyen kimseye, haram bana helâldan sevgilidir diyen kimse.
39 — Haram olan bir şeye, bu helâldir diyen kimse. (Böyle itikâd ederse.)
40 — Şarabın haramlığı Kur’ân ile sabit değildir diyen kimse.
41 — Büyük ve küçük günahlardan birini helâl kabul eden.
42 — Hanımıyla hayız halinde mücâmaatı, helâl itikad eden. Bazılarınca kâfir olmaz velâkin günahkâr olur demişler.
43 — Lûtîliğe helâldir diyen.
44 — Vaiz ve müderrisleri taklîd eden ve bu taklitçiliğe gülenler, Şer-i şerifi istihfaf ettiklerinden cümlesine tecdîd-i iman ve tecdîd-i nikâhla emrolunur. Haccını yapmışsa tekrar gitmek lâzımdır.
45 — İlmi ve âlimi istihza eden,
46 — Bir âlime veya bir fakihe sebepsiz söven kimsenin küfründen korkulur.
47 — Bir Müslümana: Yâ kâfir diye hitap edip bu sözle şetm murâd ederse ve onunla onun küfrüne itikâd ederse.
48 — Yâ kâfir veya yâ Yahudi diye kendisine seslenene; lebbeyk yani buyurun efendim diyen kimse.
49 — Günahı tahkir eden ve o günahın sebeb-i ukûbet yani azaba sebeb olduğuna inanmayan.
50 — Günahları, ma’siyyetleri, kabîh, fenâ görmeyen ve ibadet ve tâatı da güzel görmeyen.
51 — Tâat üzere sevap, ma’sıyyet üzerine de ikab olduğu itikadında bulunmayan.
52 — Ben, sevap ve ikabtan beriyim diyen.
53 — İmanında şekk eden.
54 — Kur’ân-ı Kerîm mahlûktur diyen.
55 — Mutlak iman mahlûktur diyen. İman, kuldan ikrar ve tasdik cihetinden mahlûk ve haktan hidayet cihetinden gayr-i mahlûktur yani mahlûk değildir.
56 — Meksi, mukâtaa tarîkiyle ahz edene mübarek olsun diyen. (Meks, öşürcülerin öşrü aldıktan sonra fazla olarak aldıkları paraya derler ki bir nevi rüşvettir.) öşür şer’îdir. Mahsulatın onda biri devlete veya fukaraya veya hayır yerlerine verilir. Ki bir nevi zekâtın mahsulden alınan kısmına derler. Bunları toplamak için öşürcüler tayin olunur. Mahsul vakti köylerden ve mahsul sâhiplerinden alman miktara denir ki bu meşrudur, bundan fazlası haksızlık ve zulümdür. Veya satılan maldan alman akçaya derler ki ona o gün «bâc» derlermiş. Veya malı değerinden aşağı almak ki bir nevi haksızlık ve zulümdür. Bu gibi haksızlıklara, alınan paralara mübarek olsun demek, bana kalırsa kumar ve emsalinden alınan paralara da mübarek olsun demek aynıdır.
57 — Falan işi yaptım ise, veya falan işi yaparsam kâfir olayım dese.
58 — Gaybı biliyorum iddiasında bulunanı tasdik eyleyen.
59 — Ben, çalınan malları bilirim diyen.
60 — Bana cinler haber verir diyen ve onun bu sözünü tasdik eyleyenler. Zira gaybı ne ins bilir ve ne de cin bilir. Bilâkis yalnız Cenâb-ı Hakk bilir.
61 — Şâhidsiz nikâh olunsa, Allah’ı ve Resûlü’nü ve melekleri şâhid tuttum dese.
62 — Karga sesini işitip yolundan donen kimse; tavşan yoldan geçerse yolundan kalan kimsenin küfürlerinde ihtilâf olunmuştur.
63 — Bir müddet küfrü kasdeden, cemî-i ömründe kâfir olur.
64 — Başkasına söylemek üzere küfrü telkin eden kimse derhâl kâfir olur. O adam ister söylesin ister söylemesin.
65 — Allah Teâlâ gökte bu işi bilir diyen ve Cenâb-ı Hakk’a mekân kasd eden.
66 — Haktan hâli, boş bir mekân yoktur, haktan bir mekân hâli değildir ve o, bir mekândan hâli değildir diyen.
67 — İnşaallah falan şeyi yaparsınız diyen kimseye; ben inşâallahsız yaparım diyen.
68 — Hasta olmayan kimseye, Hak Teâlâ bunu unutmuştur diyen kimse.
69 — Hasmına karşı «ben seninle hükm-i Hudâ ile iş ederim» diyen kimseye «ben hüküm bilmem veya burada hüküm geçmez veya bunda hüküm yoktur» diyen kimse.
70 — Hak Teâlâ bana iyilik eder, yaramazlık benden olur diyen kimse. Ki âvâm-ı nâs bunu çok yapar, gaflet olunmaya.
71 — Falan kimse eceliyle ölmez diyen kimse. Bu da halk arasında çok söylenir.
73 — Ben Allah’ım, ben peygamberim diyen kimse.
74 — Peygamberlerin sünnetinden bir sünneti istihfaf eden kimse. Zira ol istihfaf, sünnet sahibi peygambere gibidir. Meselâ: Bir kimse birisine: Bıyıklarını kes, niçin kesmezsin, bıyıklarını kesmek sünnettir dese; o da cevaben: Sünnet olsa da kesmem dese. Diğer sünnetler ve bahusus meşhur sünnetler de böyledir.
75 — Namaz kıl, ta ki namazın tadını tadasın diyen kimseye karşı; sen de namazı terk eyle ki bî-namazlığın tadını tadasın diyen kimse.
76 — Namazı kıl diyen kimseye karşı kılmam. Zira sevabı efendimin olur diyen kimse.
77 — Bir adam belli bir ay (ramazan) da namaz kılmış bulunsa, fakat başka vakit kılmasa da, artık bu çok olur. Çünkü, her bir namaz 70 namaz yerine kaim olur diyen kimse.
78 — Namaz kılmayan bir kimseye, namaz kıl denince kılmam diyen kimse.
79 — Zekât vermeyen bir kimseye, zekât ver denildikte vermem diyen kimse. Camii Asgar sahibi der ki: Bunu kızgınlıkla ve istihfaf tankıyla dediğindendir. Ma’lûmdur ki şeriat hükümlerinden birini istihfaf ise küfürdür. Binâenaleyh, sünnetleri bile istihfaf ve hakir görüp kıymetsiz addetmek suretiyle terk etmenin evveliyyetle küfrü mûcib olduğunda şüphe yoktur.
80 — İki kimse kavga edip içlerinden birisi: «la havle velâ kuvvete illâ billâh» dese; öteki de ben: «lâ havle velâ kuvvete illâ billâh» bilmem, hakkımı ver dese. (Teşbih ve tehlîl de böyledir.)
81 — Bir kimsenin birinde alacağı olsa ve onu istese, yoksa kıyamet gününde senden alırım diyen kimseye, borçlu olan kimse de: Şu kadar daha ver de kıyamet gününde ikisini birden alırsın diyen kimse. Bunlar, kıyameti hakir görmektendir. Kıyameti istihfaf ise küfürdür.
82 — Kıyamette o kadar kalabalıkta sen beni nerden bulursun diyen kimsenin küfründe ihtilâf olunmuştur.
83 — Kıyametten korkmam diyen kimse.
84 — Emr-i ma’rûf’u inkâr eden kimse. Ki emr-i ma’rûf farzdır. Farzı inkârından nâşî.
85 — İlim tezvirdir diyen ve hile-i şer’iyyeyi inkâr eden kimse. Hile çare manasınadır.
86 — Bir kimseye: Niçin meclis-i ilme gelmezsin diyen kimseye karşı, benim meslic-i ilimde ne işim var dese.
87 — Bana yiyecek lâzımdır, ilim yetmez dese. Bu sözler bu zamanda çok söylenir, son derece sakınmak gerektir.
88 — Bir âlim, bir mesâil-i diniyye veya hadis-i şerif naklederken dinleyenlerden birisi: Bu söz neye yarar, bize para lâzımdır, ilim kimin işine yarar dese.
89 — Ehl ü iyalin maişetleriyle iştigâlimden ilim meclisine gitmeğe kâdir değilim dese. Eğer, ilme kıymetsizlik murâd ederse büyük tehlike vardır.
90 — Bir kadın, âlim olan kocasına: Lanet sana dese. İlimden murâd ilm-i şer’îdir.
91 —Şerîd hikâyesi, kıssası ilimden evlâdır dese. İlmi istihfafından nâşî.
92 — Bir Müslüman: Ben mülhidim dese. Zira mülhid kâfirdir. Zira haşre, hesaba, azaba inanmayan, hedeften sapan, haktan dönen kimsedir.
93 — Zina, zulüm, haksız yere adam öldürmek haram olmasaydı diyen kimse. Zira bunlar hiçbir vakit helâl olmamışlardır. Tenbîh: Yedi nesne bütün dinlerde mübah olmamıştır : Zina, riya, haksız yere adam öldürmek, sarhoşluk, ırza tecavüz, mala tecavüz ve yalan.
94 — Keferenin bayram günleri ki hediyyelerini almak dine zarardır, sakınmak gerektir.
95 — Küçük günah işleyen birisine: Buna tevbe eyle dese, o da: Ne ettim ki? dese. Zira ma’siyyeti istihfaf da küfürdür ve ziyade sakınmak gerektir.
96 — Ehl-i sünnet indinde ma’siyyet insanı imandan çıkarmaz. Ki bu da ma’siyyeti helâl ve küçük görmemekle mukayyeddir. Eğer günahı helâl der veya istihfaf yolu ile söylerse küfründe şekk yoktur.
97 — Bir kadının kocasından boşanması için irtidâd etmesini emreden ve fetva veren kimse.
98 — Bir Müslümana: «Lanet sana ve senin Müslümanlığına» demek.
99 — Bilcümle kelime-i küfürle —manasını bildiği halde— kasden tarîki hezl ile yani latife veyahut luîb yani eğlenme, şaka ile tekellüm, eylese, cemi-i ulema indinde kâfir olur ve onun itikâdına i’tibâr olunmaz.
100 — Lisanıyla tav’an (kendi arzusuyla) kâfir olup, kalben imanda mutmain olan yine kâfirdir. Kalbinde olan iman ona fayda vermez, indallah ve indennâs kâfirdir.
101 — Kelime-i küfrü işitip gülenler de kâfir olur. Zamanımızdaki hokkabaz dedikleri, çok konuşan ve halkı güldürmeye çalışan kimseler de bu gibi tehlikeli sözler pek çok cereyan etmekte olduğundan son derece sakınmak gerektir.
102 — Başkasının küfrüne rıza da küfürdür. Her ne kadar ihtilâf edenler olduysa da küfürlerine muttali olunmuştur.
— Küfrü Mucib Söz Söylenenin Hükmü
Bu küfrü mûcib olan sözler, bir çok kitaplarda daha uzun olarak yazılmıştır. Biz de burada bir miktarını yazabildik. Bu küfür kelimesini söyleyen kişi, eğer kerhen veya hatâen değil de kendi ihtiyarıyla söyledi ise mürted olur, yani dinden çıkmış, dönmüş olur. O zaman hanımı talak-ı bâîn ile boş olur. Mahkemeye veya boşamağa lüzum kalmaz, otomatik olarak boş olur. Bununla beraber tecdid-i iman ve tecdid-i nikâh lâzım gelir. Fakat tecdid-i imanda yalnız kelime-i şehadeti getirmesi kâfi değildir, belki o küfrü mûcib olan şeyden rücû’ etmesi lâzımdır.
Şu çok şâyân-ı dikkattir ki tecdid-i iman ve tecdid-i nikâhtan evvel yapılan müâmele-i zevciyye zinâdır ve andan hâsıl olan çocuk da veled-i zinadır, kestiği de yenmez. Allah esirgesin.
Halbuki gerek Yahudilerin ve gerek Hristiyanların kestiklerinin yenir olduğu herkesçe ma’lûmdur. Bundan başka, yaptığı vakıflar da bâtıldır, hükümsüzdür, mirasçılara kalır veya tekrar imana geldikten sonra vakfını da yenilemesi gerekir.
Erkek veya kadından birisi —maazallah— bu kelime-i küfürden birisini söylerlerse, yani mürted olurlarsa zahir-i rivâye’de aralarında derhal firkat, ayrılık vaki olur. Yani nikâh tamamen fesh olur ve kadının veya hâkimin hükmüne tavakkuf etmez. İster evli, çocuk sahibi olsunlar isterlerse henüz nikahlanmış da düğünleri yapılmamış olsun, her ikisi de müsavidir. İkisinin birden küfrü, tabiatıyla ayrılığı müstelzimdir. Burada anlatılmak istenen: Karı veya kocadan birisi irtidad ettiği takdirde de nikâhın feshini anlatmaktır.
Bugün ise bir çok imansız kız ve erkeklerin mevcûdiyyeti aşikâr bir surette meydandadır. Kimisi şu, kimisi bu fikirde. Ne olursa olsun İslâm akidelerine mühâlefet eden herkes, İslâm’ın hârici sayılır ve bir Müslüman kızı alamaz ve kız da bir Müslüman erkeğe kat’iyyen nikâhlanamaz. Şer’an sahih olmaz. Onun için bu hayat arkadaşlığını seçerken iyi düşün taşın, öyle karar ver. Yoksa bilgisine veya servetine veya güzelliğine veya şöhretine aldanıp da hemen gözünün kestiğiyle evlenmek doğrusu hiçbir akıllı kimseye yakışmaz. Zira sonraki pişmanlığın da kimseye fayda vermediği herkesçe ma’lümdur. Binâenaleyh, her Müslüman kardeşime kardeşçe bir nasihat olsun diye bu sözlerimi yazmakla hem sizlerden özür diler ve hem de saadet ve selâmetinizi Mevlâ’dan dilerim.
Bundan sonra yazacaklarım iman ve İslâm’a ait hadis-i şerifleri de güzelce okuyup mümkün olursa ezberlemenizi rica edeceğim. Çünkü, dinine, faydası dokunan, kırk hadis-i şerifi ezberleyen kimse yarınki kıyamet gününde ulema olarak haşrolunacaktır ki ne büyük devlet ve şereftir. Onun için ihmâl etmemenizi tavsiye ederim. Bu fakir, taksirli kardeşinizi de dualarınızdan unutmamanızı rica ederim.
— Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat İmamları Hakkında
Ehl-i sünnetin iki imamı vardır:
Birisi eş-Şeyh Ebu Mansûr Mâtürîdî’dir. Bir Türk âlimidir.
Diğeri de: eş-Şeyh Ebu’l-Hasen el-Eş’arî’dir.
Ebu Mansûr Matürîdî İmam A’zam Ebu Hanîfe Hazretleri’nin akidesi üzredir.
Ebu’l-Hasen el-Eş’arî Hazretleri’nin akidesine, Şafiî, Mâliki ve Hanbelî mezhepleri tabidirler.
Bu iki imam arasında mühim bir ihtilâf da yoktur, bu ihtilâflarda küfrü veya bid’atı icabeden bir şey yoktur, ancak lâfızlardadır. Bu iki imamın akideleri şöylece açıklanmaktadır.
— Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat Akidesinin Birinci Faslı
Ehl-i sünnet ve’l-cemaat radıya’llahu anhüm ecmaîn Hazretlerinin itikâdları budur ki: