Faiz

KİTABA DAİR

— Yayınevi

  • «Bu eser, Mehmed Zahid Kotku (Rh.a)’ın diğer telif eserlerinden ehemmiyetine binaen SEHA NEŞRİYAT tarafından derlenerek hazırlanmıştır.»

     

    Mehmed Zahid Kotku (Rahmetullahi aleyh)

     

    SEHA NEŞRİYAT

    Merkez: Selânik Cad. 49/1 - Kızılay - Ankara - Tel: 25 24 43
    Şube: Hacıbayram Cad. 12 - Ulus - Ankara - Tel: 12 65 28
    Şube: Feyzullah Ef. Sok. 6 - Fatih - İstanbul - Tel: 524 16 00

     

    SEHA NEŞRİYAT: 28
    Sohbet Serisi: 16

     

    Kapak: Göze Grafik
    Kapak baskısı: Temel Matbaası
    Dizgi: Türkiyat Matbaacılık
    Baskı: Gümüş Basımevi

     

    İSTANBUL – 1985

  •  Yayınevi

    — İçindekiler

  • Önsöz 7

    FAİZ

    • Faiz yiyenlerin hali - 12
    • Faizin haramlığı - 14

    FAİZ YİYENLER HAKKINDA

    • Faiz yiyenler - 17
    • Faizin zararları - 22
    • Kanaat yolu - 25
    • Faiz ve yetim malı - 35
    • Haram paralar ve faizle muamele - 38
    • Helâl kazanç – 39
  •  İçindekiler

    — Önsöz

  • Faizin haramlığı müteaddit ayet-i kerimelerle kesin olarak belirlenmiştir. Kur’an-ı Kerimde; «Riba (faiz) yiyenler kendilerini şeytan çarpmış (birer mecnun) dan başka bir halde (kabirlerinden) kalkmazlar. Böyle olması da onların: «Alım satım da ancak riba gibidir» demelerindendir. Halbuki Allah, alışverişi helal, ribâyı (faizi) haram kılmıştır. (Bundan böyle) kim Rabbinden kendisine bir öğüt gelip de (faizden) vaz geçerse geçmişi ona, ve işi (hakkındaki hüküm) de Allah’a aiddir. Kim de tekrar (faize) dönerse onlar ateşin yaranıdırlar ki orada onlar bir daha çıkmamak üzere ebedî kalıcıdırlar.» (Bakara: 275)

  • «Allah ribânın bereketini tamamen giderir, sadakası verilen malları ise artırır, Allah (haramı helal tanımakda ısrar eden) çok kâfir, çok günahkâr hiç bir kimseyi sevmez.» (Bakara: 277)

  • «Ey iman edenler, (gerçek) mü’minler iseniz Allah’dan korkun, faizden (henüz alınmamış olup da) kalanı bırakın (almayın) (Bakara: 278)

  • «İşte (böyle) yapmazsanız Allah’a ve Peygamberine karşı harbe girmiş olduğunuzu bilin. Eğer (faizciliğe) tevbe ederseniz mallarınızın başları (sermayeleriniz) yine sizindir. (Bu suretle) ne haksızlık yapmış, ne de haksızlığa uğratılmış olmazsınız.» (Bakara: 279)

  • Faize karşı müslümanların nasıl hareket etmeleri gerektiği bu kesin hükümlerle açıklığa kavuşturulmuş, faiz alanların yada ona bulaşanların ateşin yaranı olduklarına işaretle, Allah Teâlâ onların cehennemin ebedi kalıcıları olduklarını bizlere haber vermiştir. Böylece ayeti kerimelerin yanı sıra hadis-i şeriflerle de faize karşı müslümanlar uyarılmış, faiz kokusu olan her şeyden uzak durmaları ihtar edilmiştir.

  • İslâm’ın iktisadi yapısı faizsiz bir yapıdır, Alın terinin kutsallığı ilkesine dayanır. Haksız kazanç yasaktır, alman tedbirlerle bütün haksız kazanç yollan kapatılmıştır. Bu uygulamaların hayata tatbik edildiği, ekonominin bu anlayışla yönetildiği zamanlar zihinlerimiz de «Refah toplumu, Mutluluk çağı, Saadet dönemleri» gibi isimlendirmelerle canlılığını hala yitirmemiştir. Üstelik yeni zamanların özlemi haline gelmiştir.

    Dünyanın içine girdiği ekonomik buhranlar, bu ekonomiyi yönlendirenleri, teorisyenleri, düşünürleri yeniden İslam ekonomisi ve onun faizsiz sistemi üzerinde ittifak etmeye zorluyor. Çünkü inşanı sömüren, insanı ekonominin bir aracı haline getiren, onun onurunu rencide eden, acıma, merhamet, yardımlaşma, dayanışma, hak bilirlik, Allah rızası gibi kavramları insan hayatından uzaklaştıran bu günkü faize dayalı sistemler insanlığı büyük bir sefalete doğru sürüklüyor.

  • Yoksullukların temelinde faiz ve beslendiği, gelişme ortamı bulduğu, sistemler yatıyor. İnsana ve topluma karşı alanlarını genişleten sömürgeci ve acımasız çarpık anlayışların, uygulamaların menbaı faizde aranmalıdır. Faizciler eşkıyalığın ustaca ve silahsızını yaparak, halkı soyuyorlar. Aldıkları mala verdikleri faizi, sattıkları malın üstüne ekleyerek bu soygunu gerçekleştiriyorlar. Verdikleri faiz böylece misliyle geri almıyor. Bunun adı da faiz litaratüründe kazanç, kâr oluyor.

  • Cenâb-ı Hak bu ve diğer bütün haksız kazanç yollarını kapatmış ve faizi alanı, vereni, kâtiplik yapanı, hatta şahidlik yapanları lanetlemiştir. Müslümanlara Allah’ın yap dediklerini yapmak, nehyettiklerinden uzak durmak yaraşır.

    Allah Teâlâ bizi İslâm’la şereflendirirken, haram ve helal yollarını da pek açık bir şekilde göstermiştir. Bunları, yani günah olarak bildirilenleri, haram olarak bildirilenleri inkâr kişinin müslümanlıktan çıkmasına neden olur. İnkâr etmediği halde faize ve diğer günahlara bulaşmak Allaha inanan insanlar için bir kirdir. Çünkü, faizi terk etmeyenler ve devam edenler hakkında: «Ellerinden gelirse Allah ve Rasulüne karşı harbe hazırlansınlar» tehdidi karşısında erimemek mümkün mü?

  • Ayrıca faizin bir çeşit hırsızlık olduğu da bildirilmiştir. Fakat faizle iştigal edenler nice dolaplar çevirerek bu hırsızlığı icra ettiklerinden dolayı göze o kadar çarpmıyorlarsa da bunların yaptığı hırsızlığın en büyüğüdür.

  • Daha öncede belirttiğimiz gibi faizle iştigal edenler, alanlar, verenler, kâtiplik yapanlar, şahidlik yapanlar, aracı olanlar Allah ve Rasulünün lanetine uğramışlardır. Elim bir azabla cezalandırılacakları ayet ve hadislerle haber verilmiştir. Sefaletlerin, fakirliğin, hastalıkların, bereketsizliklerin, nedeni olarak hep faize, haksız kazanca, alınteri sömürüsüne işaret edilmiştir. Faizin yaygınlaşmasının kıyamet alametlerinden olduğu bazı hadislerde de zikredilmiş bulunuyor.

  • Elinizdeki küçük risale faizin tehlikelerini ve sebebi olduğu toplumsal afetleri, zararlarını konu ediniyor. Bunun yanında müslümanların en zor durumlarda bile, faizden uzak durmalarına imkânlar arıyor. İslâm’ın kanaat yolu olduğu belirtilerek, aza kanaat etmenin günahlara bulaşmayı önleyeceği açıklanıyor.

    Yetim malı yemenin de faizle aynı olduğu, aralarında günah bakımından bir fark olmadığı savunuluyor. Müslümanlar mala ve evlatlara karşı dikkatli olmaya çağrılarak malın ve evlatların fitne olduğu gerçeği en çarpıcı örneklerle dile getiriliyor. Bütün bunların yanı sıra helal kazancın yolları gösteriliyor. İnanan insanlar helal kazanca davet ediliyor.

  • Muhammed Zahid b. İbrahim el-Bursevî’nin eserlerinden derlenen bu küçük risalenin işlediği konuları kısaca yukarda belirttik. Okuyanlara faydalı olmasını, Faizden her türlü günah yollarından uzak olmalarına vesile olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyaz ediyoruz:

  • SEHA

  •  Önsöz

    FAİZ

    — Faiz Yiyenlerin Hali

  • İsra gecesi bir kavim üzerine geldim ki, karınları evler gibi, içleri de yılanlarla dolu idi, karınlarının dışından görülüyordu. Ben Cibril’e: «Bunlar kimdir?» diye sordum. O da: «Bunlar riba yiyenlerdir» dedi.

  • İsra, mi’rac gecesinin adıdır. Cenâb-ı Peygamber mi’rac gecesinde bir çok şeyler gördüğü gibi, cennet ve cehennem ve içlerine girecek olanlar ve mahşerdeki insanların halleri kendisine gösterilmiş olduğundan, bu fâiz yiyenlerin halleri de kendisine arzolunmuş ve o karınların evler gibi kocaman olan içleri, yılanlarla dolu olduğu gibi bu hallerinin dışarıdan da görüldüğü müşahede edilince, bu acı manzarayı Cenâb-ı Peygamber bir ibret olsun diye ümmetine haber vermektedir. Tabii bunları, bu felâket içinde görür-görmez hemen Cibril aleyhisselâma sormuşlar ki: «Bunlar kimler ya Cibril kardeşim!» O da tabiatı ile bunların faiz yiyen kimseler olduğunu söylemiş.

    Bu hadis, îbn-i Mâce’nin Hz. Enes’ten yaptığı bir rivayettir.

  •  Faiz Yiyenlerin Hali

    — Fâizin Haramliği

  • Fâizin ma’lûmdur ki, Cenâb-ı Hâk tarafından Kur’ân-ı Kerîm’in müteaddid âyetlerinde haramlığı pek açık olarak beyan buyurulmuş ve günah kitablarında, günâh-ı kebâir, yani büyük günah olarak zikr edilmiştir. Kur’ân-ı Azîmuşşân’ın ilk sûresi olarak zikr olunan Sûre-i Bakara’nın 275’den 279’a kadarki âyetleri, son derece câlib-i dikkattir.

  • İmâm-ı A’zam’a göre: Her menfaat celb eden şeyin fâiz olduğunu zikrederler. Alacağı olan bir parayı istemek için borçlunun kapısını çalmış ve kenara çekilip güneşte beklerken görenler: «Ya İmam, evin gölgesinde dursanız daha münasip olmaz mı?» demişlerse de İmam Hazretleri, bunun da fâiz olmasından korkulur gibi bir tâbir kullanarak, o evin gölgesinde durmaktan istinkâf etmişlerdir ki, bize pek büyük bir ibret dersidir. Allah Teâlâ insaf ve merhamet buyursun da, bu fâiz derdinden ümmet-i Muhammed’i kurtarsın.

  • Fâiz haramdır, haram olmasının çok sebebleri vardır. Bir kere Hakk’ın emrine tamamen muhalif olduğu halde bununla iş yapanlar önceleri biraz parlasalar dahi arkası gelmez ve bir müddet sonra mahv ü perişan olurlar ve şamarın nereden geldiğini de anlayamazlar. Hak şamarının sesi olmaz, yarası da iyi olmaz. Çünkü faizde faizcinin menfaati varsa da, halkın büyük zararları vardır.

  • Her günkü fiyat artışlarının pahalılığın en başlıca sebeblerinden biri de fâizdir. Fâiz vermekten yakasını bir türlü kurtaramayan zavallılar, bir taraftan çalışır çabalarlar, bir taraftan da iki yakası bir araya gelmeden ölüp giderler. Kâğıtların ve ince çöplerin yanması gibi bir parlar, fakat pek de çabuk sönüp giderler. Bazı işleri iyi görünen fabrikatörlerin de, sonuna bakmak gerek.

  • Aldanma bu oyuna! Sermayen kadar iş yap, bereketini Allah versin. Allah’a dayan, Allah’a bağlan ve Allah’tan iste. Zengin olmak hüner değildir. Hüner, Allah’a sevgili kul olabilmektir.

  • Dünyayı, hepimiz görüyoruz ki kimseye baki kalmıyor, herkes vakti geldikçe gidiyor. Bu dünyanın arkasında âhiret var, hesap, mes’uliyet var, cennet ve cehennem var. Niçin muvakkat bir hayat için kendini ateşe atmaktan çekinmezsin, zenginlik sanki iyi bir şey mi, kendini beğenir fakir-fukaraya selâma bile tenezzül etmezsin, israfın başından taşkın, doğruyu söylemezsin. Allah düşmanlarını desteklersin, hak, hukuk da tanımaz, fâizden de hiç korkmadan alıverirsin. Fâizin, domuz etinden ne farkı var. Bir ev yetmez, bir dana alırsın. Yazlık der alırsın, kışlık der alırsın. Hayırlara gelince hiç sesini çıkarmazsın veya ufak bir şeyle atlatırsın, senin zenginliğin yoktur.

  • Allah hepimizi afvetsin de beşeriyyete her bakımdan hayırlı kul eylesin. Peygamberimizin hayırlı ümmeti, Allah Teâlâ’nın da sevgili kulu eylesin. Âmin.

  •  Fâizin Haramliği

    FAİZ YİYENLER HAKKINDA

    — Faiz yiyenler

  • Cenâb-ı Hakk’ın yapılmasını emrettiği şeylerde sayısız faydalar olduğu gibi men edip, yasak ettiği şeyleri işlemekde de yine sayısız zararlar vardır. Belki insanoğlu ilk önce bunların farkına varamaz. Fırsatları kaçırır. Bir takım dinsiz ve şuursuz insanların insan kılığındaki canavarların yanlış, fikirlerine aldanır. Sonra da dönmesi çok güç olur.

    En basiti sigara ile faize bulaşanların halleri malûmdur. Bunlar her ne kadar zengin olsalar da hiç bir kıymeti yoktur. Dağdaki eşkiya soyduğu insanların parasını nasıl yiyorsa bunların da daha ustaca, silahsız bıçaksız milleti soymakta oldukları âşikârdır. Çünkü aldığı mala verdiği faizi, sattığı malın üstüne ekleyip öylece satar. Ve verdiği faizi de kaç misliyle bizden alır. Bunun adına da kazanç denir. Vay hâlimize vay.

  • Onun için Cenâb-ı Hak fâizi haram kılmış. Ne al, ne ver, ne de kâtiplik yap. Bunların hepsi aynı günâhı yüklenirler. Hattâ şâhidler bile bu günâha ortaktırlar. Zira fâiz umumiyetle fukarânın aleyhinde olduğu gibi müslüman zenginleri de birden bire batırır, iflas ettirir. İşi rast gitmez. Aldığını pahalı alır. Satarken de piyasa düşer. O zaman ucuza satmağa mecbur olur. Çünkü, fâiz ödeyecek. Fâizi vermezse gelecek sene için iki kat olur. Derken ödeyemez. İflas edip gider vesselâm.

  • Bir çok kimselerin de canları yanar çünkü, fukarânın âhı boşa gitmez. Sen de aklını başına al da bu fâizin yanına sokulma. Eğer yüzde yüz kazanacağını bilsen dahi. Bir kere Allah Teâlâ’nın emrine muhalefet etmiş olacaksın. Sonra da fukarânın âhını alacaksın. Sonra da bu fâiz dolabını çevirenleri zengin edeceksin. Fakat sen de çok ve ağır günahların altına gireceksin. İki düşün, düşmanların, dinsizlerin şuursuzların sözlerine kulak asma. Allah’ım yasak etmiş; Peygamberim de yasak etmiş. Artık kim ne derse desin; benim kulağıma girmez de vesselâm.

  • Fâiz hakkında Terğib ve Terhib’in üçüncü cildinin başında 30 adet hadis-i şerif zikredilmekte ve o kadar da âyet-i kerime. Müslümanların bunları hem okuması hem de bilmesi lazımdır.

  • Meselâ bizler domuz eti yemekten çok korkarız da içki içmek, kumar oynamak, zinâ gibi her bakımdan fena olan günahları işlemekten çekinmeyiz. Bunun acısını ise hem dünyada hem de öldükten sonraki mezar aleminde ve daha sonra kıyamet gününde pek de acı bir şekilde göreceğimize, ya aklımız ermiyor veya inancımız çok zayıf. Belki de yok.

  • Meselâ bankaya yüzde yirmi fâiz vereceğiz; lâkin kazancımız yüzde en aşağı kırk, biz bu borcu çabuk öderiz derken, nefis yeni işlere el atar. Dünya dönüyor ya, elbette içindekiler de dönecek. Bakarsın ki, gün gelir fâizi ödemediğin gibi ekmek parasını bile kazanamadın dükkanı kapar ve kara kara düşünmeğe başlarsın. Sonra banka malları haczeder. Bir de bakarsın ki, borç bile ödenmemiştir, iflas masasında şaşkın düşünür durursun.

  • Bir de bunun âhiret hesabı var. Cenâb-ı Hak sana, bu dîn-i İslâm’ı nasib etmiş, helâl-haram yolları göstermiş. Cennet ile Cehennemi de bildirmişken böyle haram yollara sapıp kendini ve çocuklarını da, bu haram ile beslediğinden dolayı, ne senden ve ne de çocuklarından bir hayır gelmez. Avrupalı bu işi yapıyorsa müslümanın da yapması mı lazım? Kâfirlerin âhirette yerleri zaten Cehennem, sende mi o Cehennem’i istiyorsun ki, onun yaptığını yapmağa çalışıyorsun.

  • Sakın demeyesin ki, onlar bak dünyaya hakim. Bizim evlâdlarımız bile gidip oralarda çalışıyorlar. Kendi adamları yetmiyor da bir de üstelik diğer memleketlerden işçi alıyorlar bunlarda, hep işlerini bankalarla çeviriyorlar! Pekâlâ amma, benim o kadar fazla işe aklım ermez.

    Yalnız bildiğim birşey varsa o da; Allah Teâlâ’nın bunu yasak etmesinde bir hikmet vardır. Bunu inkâr insanın müslümanlıktan çıkmasına kâfidir.

  • Diğer günahları da inkâr böyledir. İnkâr etmeden günahına inanarak, nefsine mağlup olup yapmak müslüman için bir kirdir. Neticesi de helâkdır. Çünkü fâizi terk etmeyenler hakkında ki; «ellerinden gelirse Allah ve Resûlü ile harbe hazırlansınlar» tehdidi karşısında erimemek mümkün mü?

  • Faiz büyük günahların içindedir. Üç günlük dünya ömrü için bu kadar günahlara girmeye ne lüzum var. Bu dünyanın hepsi senin olsa altın ve gümüşlerle, şâhâne saraylara, hizmetkârlara, Cennet hûrileri gibi hanımlara mâlik olsan acaba bu hayat senin için ne kadar devam edecektir.

    Ölüm olmasa iyi ama, bir kere ölüm var. Ondan kurtuluş da yok. Sonra hastalıklar, çeşitli iptilâlar hele ihtiyarlık zamanındaki maskaralık ki sözün dinlenmez ve geçmez, gözünün önünde her türlü fenalıkları işlerler de sesin bile çıkmaz. Hiç tarihten ders almaz mısın. Hani o nemrutlar, şeddatlar, hele o firavunlar gibi zâlimler ne oldu. Peygamberlere bile kalmayan bu dünya sana mı kalacak?

  • Ey aziz ve muhterem kardeş, faiz suretiyle belki muvakkaten de olsa zengin olabilirsin amma, o fakir fukaranın haline hiç mi acımazsın? Çünkü aldığın faizi satacağın malın üzerine yüklüyor; 10 liraya satacağın malı bu sefer 11 veya 12 liraya satmak mecburiyetinde kalıyor, verdiğin faizi hem de, fazlasıyla fukaradan pek güzel ve kolayca alıyorsun.

    Bu haramın hırsızlık olduğuna hâlâ mı inanmayacaksın? Hırsıza kızıyoruz, malımızı çaldı diye bir de yakalanınca hapse atıyorlar da, bu faizci dolabını güzelce ve serbestçe çeviriyor ve başkalarına, zengin olmak istersen sen de al diyor. Al ama Allah Teâlâ bunu neden yasak etmiş ve Resûlullah da bu yasağı ilân etmiş şimdi sen de kolayca geçinmek için bu vebâle giriyorsun. Tabii çoluk çocuğun bu haram para ile büyüyor ve sonra elbette âsî olacak. Zira haram ile beslenmek Cehenneme düşmek demektir. Buna göre hareket et ey aziz kardeşim.

  • Faiz yiyenler

    — Faizin Zararlari

  • Bakınız şimdi sizlere faizin zararları hakkındaki sözleri aktarayım:

    1. — Fâizciler çeşitli helâk yolları ile helak olurlar ve vücutlarında tedavisi müşkil hastalıklar olur.
    2. — Azabı devamlı olur ve âhirette kan deresinden kurtulmak için her ne kadar uğraşsa da yine ağzına taşlar atılarak geri çevrilir.
    3. — Peygamber (s.a.v.) bu faizciler için beddua etmiş ve lanet etmiştir ki, duası makbul olduğundan herhalde âhirette çok acı, bir azap ile karşılaşacaklardır.
    4. — Bu günah-ı kebîreyi işlediğinden azabı elim olacaktır.
    5. — Cenâb-ı Hak faiz yiyenleri Cennet’e koymayacaktır.
    6. — Fâiz yiyenler kabirlerinde Cehennem’deki azap olunacak yerlerini görecekler en azı 73 günahın azabı olacaktır.
    7. — Faizin günahı 33 zinâ günahından büyüktür.
    8. — Fâiz, harap olmanın, helak olmanın, hâb u hüsranın, fakirliğin, hastalıkların, bereketsizliğin ve rahmet-i ilâhiyyeden mahrumiyetin sebebidir.
    9. — Fâiz yiyenlerin azabı; Büyük yılanların karınlarında onlara azab etmesidir.
    10. — Fâizciler yollarda ayak altında kalıp herkes tarafından çiğnenirler.
    11. — Fâizin her tarafa yayılması kıyametin yakınlığına alâmettir.
    12. — Fâizciler kabirlerinden deliler gibi, cinnîler tarafından yakalanmış tutulmuş gibi, serseriler gibi kalkarlar.
    13. — Faizci topal olarak, aksak olarak ayaklarını sürükleyerek gider.
    14. — Faizcinin malı ne kadar çoğalırsa çoğalsın sonu fakirlik, hem de, çabuk fakirlik, hem dünyada fakir hem de âhirette fakir.
    15. — Sâid olan yani saadete erişen fâizden uzak olur, şaki ise faize bulaşır. Ve ribâ sebebiyle simâsı değişir; huyu da maymun ve hınzırlar huyuna döner.[1]
    16. — Bu da müminler arasında, ayrılık ve döğüşlere, ölümlere sebeb olur. Sure-i En’âm’ın 65. ayetini iyi oku. Sure-i Bakara’da ki, 48. sahifede fâiz ayetlerini: 276, 279 ve 281 nci ayetleri de dikkatle oku ve iyi düşün. Bu dünyâ hepimizce malum, bir geliş ve bir de gidiş vardır. Bu aradaki zaman Hakk’ın rızasına muvafık olduysa ne mutlu o kişiye. Ve eğer haramlarla meşgul olarak bu dünyâdan ayrıldı ise ne yazık o kişiye. Cenâb-ı Hak cümlemize uyanıklıklar nasib etsin de dünya ve âhiret saâdetlerini ihsan buyursun. Âmin!

    [1] Sûre-i Âli İm ra n 130, 131, 132. Ayetler.

  • Adı geçen eserin 14 ve 15 inci sahifelerinre şârihler derki: Fâiz yiyenlere silahlarınızı alınız da harbe çıkınız. Hz Ali Efendimizden bir rivayette vaktin imamına bunları tevbeye çağırmak borçtur. Eğer tövbe etmezlerse boyunlarını vurun demişlerdir. Hasan-ı Basri ve îbni Şirin de aynı fikirdedirler. Vallahi bu sarraflar faiz yerler buyurdular. Ve bunlar Allah ve Resûlüne harbe hazırlanıyorlar. Vaktin imamı bunları tevbeye da’vet eder. Tevbe ederlerse ne alâ Tevbe etmedikleri takdirde bunları silahla te’dib eder.

  •  Faizin Zararlari

    — Kanaat Yolu

  • «Âdemoğlu, yanında sana yetecek kadar (bir şeyler) varken hâlâ sen seni azdıracak şeyleri istiyorsun. Âdemoğlu, ne aza kanaat eder ve ne de çoktan doyarsın. Âdemoğlu, cesedinde sıhhat ve âfiyette olduğun halde sabaha çıktın. Mesleğinde, yolunda, nefsinde, evinde bulunduğun ve yanında da o günün azığı ve yiyeceğinden bir şeyler varsa sana yeter. Artık dünyaya boş ver aldırma. Dünyaya aldananlar helâka dûçâr olurlar.»

  • Âdemoğlu diye Cenâb-ı Peygamber bilâfark bütün insâniyyete hitap etmektedir. Bugün hakikî insanlığı kemiren dertlerin başında gelen felâketler ne kanserdir ne veba, ne kolera ne âfetler ne de depremler gibi felâktlerdir. Bunlar her ne kadar acı şeylerse de çaresi bulunan hadiselerdendir. Asıl dert kişinin baş düşmanı olan midesine, boğazına kanâati öğretip alıştırmamasıdır. Zira kanaat kadar saadet, kanâat kadar selâmet, kanâat kadar huzur ve rahatlığı, başka yerde aramak ve bulmak muhaldir.

  • Bakınız peygamberlere ve büyük velilere; bütün saadeti kanâatte bulmuşlardır.

    Sakın yanlış anlama, kanâat demek miskinlik demek değildir. Kanâat, Hak Teâlâ’nın taksimine, verdiğine razı olup başkasının malında ve servetinde gözü olmayıp Allah Teâlâ’nın verdiğine şükr eden bahtiyarın hâlidir.

    İşte sana bir tane misal: Veysel Karanî yetmez mi dersin. Binlercesi mevcut. Çokluğu insan önemli bir şey zanneder. Halbuki kendini kendi eliyle dünya ve âhiret azaplarına hazırlamaktır. Çünkü hilkat-i insaniyye ve cibilliyet ve tabiat iktizası, zenginlik ve servet dâima beşeriyyeti tuğyana sevk etmekte en birinci âmildir. Çünkü Kur’ân-ı azîmüşşanda ilk önce nâzil olan «îkra’» sûresinde:

    «Çünkü insan muhakkak azar kendisini ihtiyaçtan vareste gördü diye» buyurulmaktadır. Bâzı istisnalar kaide-i külliyyeyi değiştirmezler tabiî. îmam-ı A’zam ve Abdül-Kadir Geylânî gibi meşhur zevatta zenginlik devlet üzerine devlettir. Fakat mevzu bu değildir. Allah Teâlâ bazı kullarını istemeseler de yine zengin eder. Bu zenginlik ona, bir lütuf ve bir ihsan ve bir ni’mettir. Süleyman aleyhisselâm gibi...

  • Anlaşılıyor ki zenginlik Hakk’ın lütfü olunca zararı yoktur. O zaman sahibi onu iyi yerlere harcar, sevablarını artırır, birçok kimseler de o suretle ekmek paralarını te’min ederler, fâide üstüne fâide olur. Yine bu zat bu kadar servet içinde kat’iyyen israf etmez, tuğyan da etmez. Belki gece gündüz Cenâb-ı Hakk’ın lûtfuna, ihsanına şükürler edip ibadet ve tâatından dâ zerre kadar ayrılmaz. Böyle olunca zenginlik elbette büyük bir nimettir.

  • Fakat hadîs-i şerifte zengin olmayan diye bir kelime yoktur. Zengin olmak için zorlanır, birçok kimselerden yardım diye faizli paralar alır, sonra da bunları ödeyemez, borç üstüne borç, nihayet borçlu olarak da gözlerini yumar ve acı bir şekilde gider.

  • Sana bugün bunun iki canlı misalini arz edeyim:

    Çok zengin bir âile işlerini daha genişletmek şeklinde geliştirmek için faiz ile para almışlar, bâzısı resmî, bazısı da gayr-i resmi. Fakat bunların her ikisi de pek iyi müslüman zannettiğimiz kimseler. Sonra bir gün geliyor ki, bu faizleri ödemek imkânını bulamıyorlar, hem servetleri, hem fabrikaları, hem de bütün emlâki ve evleri satılıp tamtakır kalmış durumdalar. Bu bizim gözümüzün gördüğü. Halbuki bilmediklerimiz kim bilir ne kadar?

    Onun için Allah’ın yasak ettiği faizle ve sair haram şeylerle zengin olacağım diye uğraşmak bir cinnet olsa gerektir. Lâkin bu günün insanı ki —batağa batmıştır—  çabaladıkça derinlere gider ve nihayet çıkamaz.

  • Sakın sen benim bu sözlerimi yabana atma. Haramların hiçbirisinde, fâide olmaz: İçki, kumar, hırsızlık, katillik, fâiz, eşkıyalık hepsi birdir.

    İnsan zaten haramlardan ve günahlardan tam mânasıyla kurtulmadıkça, olgun, iyi ve kâmil bir müslüman olamaz. İyi bir müslüman olamayınca beşeriyyete her bakımdan zararlı olur. Dışı insan, içi canavar, yırtıcı arslan ve kurttan daha fenadır. Çünkü onları öldürmek pek kolay. Fakat insanın dinsizi ve ahlâksızı bütün memleketi rahatsız ettiği hepimizin gözleri önündedir. İnkara ve te’vile hâcet yoktur.

  • (İbn-i âdem); Ey âdem oğlu, yani; buradaki insanoğlu hitâbı insanlık sıfatını taşıyan herkese şâmildir. Saâdet ve selâmetin nerede ve nasıl olduğunu onlara duyurmak üzere (Ey insanoğlu) diye söze başlamıştır.

  • Haddizâtında insanın saâdet ve selâmetin nerede olduğunu pek de bilmediği yanlış yollara ve yanlış işlere başvurmakta olduğu daima görülegelen şeylerdendir. Hattâ bazen faydalı diye büyük zararlara, felâketlere de sürüklendiği görülmektedir. Onu ikaz etmek, uyandırmak elbette büyüklerin vazifeleri arasındadır. Peygamberler bizlere bildirmedikçe bizim çok şeyleri bilmemize imkân yoktur.

  • Ondan dolayı Cenâb-ı Peygamber Efendimiz bizlere ikaz sadedinde buyuruyorlar ki: «Ey âdem oğlu, senin yanında hâcetlerini giderecek yiyecek, içecek, giyecek, oturacak, ihtiyaçlarına kâfi malın, mülkün ve gelirin varken, sana bu ni’metlerin şükrünü ifâ etmek de vazife iken, bunları yapmıyor fakat, daha çok şeyler talep ediyorsun. Halbuki bu fazla ve istediğin her çokluğun senin için faydalı olmayacağını idrâk edemiyorsun.»

  • Her zaman görmekteyiz ki, zenginlik insanları tuğyâna ve azgınlığa sevk etmektedir. 

  • Bugün başımıza gelen dertlerin başı da budun Hak (Sübhânehü ve Teâlâ) (İkrâ)’ Sûresi’nde bunu açık bir şekilde beyân etmektedir. Ve bu husûs bütün insanlara şâmildir. Sen Avrupa’nın fabrika ve terakkilerine bakıp da, aldanma. Gittikleri ve gidecekleri yere bak. Sonu Cehennem olan bir yol ne kadar güzel olursa olsun, sonunda Cehenneme götüreceğinden elbette akıllı insanın gideceği yol değildir. Neticesi Cennet olan yol ise ne kadar zor olursa olsun, hüküm ona göredir.

  • İnsanın ihtiyacından fazlasını talep etmesi ömrünü zâyî’ etmesi, vakitlerini boşa geçirmesi revâyı hak mıdır? Onun için ömrünün ve vakitlerinin kıymetini bilde. kâinatın, varlıkların sâhibi, her şeye kadir Allah (Azze ve Celle)’nin emirlerine sımsıkı yapış ibâdet ve tâatını hayır ve hasenâtını da ifâ ederek Hakk’ın sevdiği ve râzı olduğu kullarından olmağa çalış.

  • Yine ikinci bir nasihat ve tavsiyesinde: «Ey insan oğlu ne aza kanaat eder, ne de çokla doyarsın.»

  • Hakikat böyle değil mi? İnsan aza kanâat etmediği gibi, çoğa da kanmıyor. Bu husûsta ne hasedler, ne kibirler, ne kavgalar, ne kıyâmetler kopmaktadır. Sırf bunun için pek çok haram ve gayr-i meşrû’ yollara girilmekte olduğu herkesçe bilinmektedir. Neticesi ise Cehennemdir. Binâenaleyh sonu küfür ve Cehennem olan yolun ne kıymeti var.

    Onun için elindekilerle kanaat ederek Cennetin yolunu tutmağa bak. Kişiye lâzım olan budur.

  • «Ey Adem oğlu cesedin, afiyette, sıhhatin yerinde, elem ve kederden sâlim, mesleğinde ve işinde emniyet üzere isen ve o gün geçinecek kadar nafakan da varsa, insanları helake sürükleyen dünyâya asla iltifat etme.»

  • Zira insanoğlunun aşağı-yukarı 300 kadar mafsalı ve kemiklerinin birleştiği nokta vardır. İnsanlar bu ekler sâyesinde istediği gibi hareket etmek imkânını bulur. Bu büyük ni’metin şükrünü ifa etmek için iki yol vardır. Hali vakti yerinde olan zenginlerin her gün, her parçası için bir sadaka vermesi gerekir. Fakat herkesin bunu yapması kolay olamayacağından, güzel bir söz söylemek de sadaka yerine geçer. Herhangi bir hususta müslüman kardeşine yardım, yine sadakadır. Susayan bir kimseye verilen bir yudum su, insanlara ezâ veren şeyleri yoldan kaldırmak da, sadaka yerine geçeceği gibi, nafile olarak kılacağı namazın da sadaka yerine geçeceği bildirilmektedir.

  • Netice şudur ki: «kanâat, tükenmez bir hazînedir.»

    Dünyâ ve âhiret rahatlığının başıdır. Kanâatsızlık ve aç gözlülük bir felâkettir ki, ne insanın kendisinde, ne de bulunduğu cemiyette huzûr ve âsâyiş bırakmaz.

    Bir insanın normal kilodan mütemâdiyen yükselmesi, tabiî iyiye alâmet değildir. Belki ilk zamanlar bu anlaşılmazsa da, bir müddet sonra foyası meydana çıkar. Çeşitli ıztıraplar, dertler, ağrılar, sancılar derken nihayet doktorların elinde oyuncak haline gelir. O da bıkar canından. Vücudun şişmanlığı ve fazla kilolar ne kadar zararlı ise, şükrü edâ edilmeyen, haram ve günahlardan kaçınılmayan servet de böyledir.

  • Paranın helâl olması, ibâdetlere halel, noksanlık ve eksiklik vermemesi, kimseyi mutazarrır etmemek, incitmemek ve kimsenin hakkına tecâvüz etmemek de şarttır. Haramlardan ve günah yollardan kazanılan paraların, yol kesen eşkiyânın alıp, gasbettikleri paradan farkı nedir? Birisi silah kuvveti ve gücü ile kazanır. Öteki adamın silâhı falan yoktur. Fâiz, içki satmak, kumar oynamak veya oynatmak ve bunlara benzer şeylerle kazanılan paraların, zararın dışında hiç bir faydası yoktur.

  • Onun için en iyi yol kanâat yoludur. Kanâat heâlinden olmak şartıyle büyük işleri yapmağa asla mâni değildir. Yeter ki, kimsenin hakkına tecâvüz edilmemeli, zengin olunca şımararak tuğyâna, günahlara ve israflara dalınmamak ve kibirlenerek kendini beğenmek gibi durumlar olmamalıdır.

  • Efendimiz (S.A.V.): «Her ümmetin bir fitnesi vardır, benim ümmetimin fitnesi de maldır» buyurmuştur. Mal dalâlete ve günahlara sebeb olur. Allah Teâlâ’nın emirlerine, ibadet ve tâatına mâni olarak âhireti unutmasına sebeb olur.

    Hak Teâlâ Hazretleri de:

    «Mallarınız da, evlâdlarınız da sizin için ancak bir fitnedir, imtihan (mevzuu)dur.» dediği hepimizin ma’lûmudur.

  • Halbuki diğer bir âyet-i kerimesinde:

    «Mal ve evlâdlarınız sizi Allah Teâlâ’nın zikrinden alıkoymasın.» buyurması da son derece şâyân-ı dikkattir.

  • Onun içindir ki Allah Teâlâ’nın zikri ile meşgul olacak gönlü alıştırmak ve yetiştirmek lâzımdır ki, seni, dünya işlerin Hakk’ın zikrinden ve ibâdetlerinden alıkoymasın, yoksa dünyanın helâk ettikleri arasında sen de erir gidersin. Binaenaleyh çok uyanık olmak lâzımdır.

  • Cenâb-ı Hak, cümlemizin muini olsun da nefsin, şehevatın ve şeytanın elinden bizleri korusun ve kurtarsın. Âmin.

  • Cenâb-ı Hak diğer bir âyet-i kerimesinde şöyle buyurmaktadır

    «Allah Teâlâ’nın öyle olgun ve kâmil kulları vardır ki hiçbir alış-veriş onları Allah Teâlâ’nın zikrinden alıkoymaz.»

  • Cüneyd-i Bağdadî ve emsali, İmam-ı A’zam ve emsâli gibi bahtiyarlar ki, dünya bunların içlerine hiç bir zaman nüfuz edemez, bunlar da dünyaya kat’iyyen aldanmazlar.

  •  Kanaat Yolu

    — Faiz ve Yetim Mali

  • Fâiz yemenin büyük bir tehlike olduğunu Cenâb-ı Peygamber apaçık söylerken bu günün haris insanları bunu hiç kâle almayarak harıl harıl fâiz alırlar, sonra da yıkılıp giderler. Heyhat, hem müslümanım der, hem de Hakk’ın yasak kıldığı faizi almaktan korkmaz.

    Hakk’ın yasak kıldığı fâizi almaktan korkmaz ve kaçmaz ve sudan bahanelerle: Ne yapalım mecbur kaldım diye kendini kurtarmağa çalışır. Efendim mutlaka fabrika işletmek mecburiyetinde miyiz, bir boğaz derdi değil mi? İnsan sağ ve sıhhatli olduktan sonra ekmeğini taştan bile çıkarır derler de ne diye fâiz ile iş yapmağa kalkarlar?

    Sonra sermayen kadar iş yaparsan belki biraz az kazanırsın ama, helâlinden olur, rahat ve huzur içinde olursun, günahlara girmezsin, çoluk çocukların da sana muti olurlar, haram yerlere gitmezler, haram işleri işlemezler. Sen de rahat, onlar da rahat olur, faiz, insanları hem günahlara sokar, hem de israflara sevk eder, hem de çirkin şeyleri yapmağa mecbur eder.

  • Son pişmanlık elbette fayda vermez, sen söz dinle, Allah Teâlâ’nın ve Resûlünün sözlerine dikkatle bak, kendi aklım beğenip şu hıristiyanların oyununa düşme. Neticede onlara yardım etmiş olursun, onları zengin edersin, sen de zengin olsan ne olacak. Giderken kefenden başka ne götürülüyor? O da toprakta çürüyüp gitmeyecek mi? Neden bu kadar hırsa kapılıyorsun, bugünkü işçi grevlerinden ders almıyorsun?.. Bunlar da Hakk'ın kullarına musallat kıldığı mikroplardır. Sebebi: dinsizin hakkından imansız gelir dediklerini de unutma ve Hakk’a dön, teslim ol, biraz tevekkülün olsun herhalde zarar etmezsin.

  • Dikkat eder misin, faiz ile yetim malını yemek yan-yana zikr edilmiş, ha faiz yemişsin, ha yetim malı, fâiz yiyenler nasıl azaba müstahık olacaklarsa yetim malını yiyenler de aynı âkıbete düçâr olacaklarında hiç de şübhe yoktur. Bize düşen vazifelerden birisi de yetim malını muhafaza etmek ve hattâ işletip çoğaltmak, yetim büyüyünceye kadar ona bir sermaye bırakmağa çalışmaktır, yoksa yetim’in malını yemek hiç de doğru değildir ve büyük tehlikedir, hem dünyası perişan olur hem âhıreti. Hattâ ölen zâtın geride yetimleri varsa onun gerek cenaze masrafında ve gerekse devrinde çok ihtiyatlı olup malını zâyi etmemek gerektir.

  • «Risaletü’l-hak»ta 815. nci hadîste yetim hakkında şöyle buyurulmaktadır: «Müslümanların evlerinin hayırlısı o evdir ki, o evde yetim vardır da ona iyi bakılır ve ona ihsanda bulunulur ve müslüman evlerinin şerlisi de o evdir ki o evde yetime fena muamele olunur, işte o ev de fena bir evdir.. Ben ve yetime iyi bakan, bakmasını tekeffül eden cennette hakeza» deyip parmakları ile işaret buyurup beraberiz demek istediler.

  • Kalbinin katılığından şikâyet eden bir kişiye de cevaben: «Yediğin yemekten yedir, yetimin başını mesh et (okşa) ve miskinleri yedir, hem kalbin yumuşar ve hem de hacetlerine erişirsin.» Sen de bunlara dikkat eyle.

  • Eğer bir hanım efendinin kocası ölür ve yetim çocukları da kalır onlara bakmak için evlenmezse ve yetimlere de iyi bakarsa yeri cennet. Sevap cihetine gelince ömrü boyunca muharebe eden, gecelerini, sabahlara kadar ibadetle geçiren ve gündüzleri de oruç tutan bir muharibin sevabına nail olur ve cennetlik olur, bu ne büyük devlet ve ne büyük nimettir.

  •  Faiz ve Yetim Mali

    — Haram Paralar ve Faizle Muamele

  • Fâiz ile mu’âmele kat’iyyen doğru değildir.

  • Yahûdi dolabıdır. Fakir-fukarânın ekmeğini elinden almak, halkı zarûrete düşürmek, bazen de vurguncuların keselerini doldurmak hep fâiz oyunudur. Haramdır, günahtır, kıyâmette azâbı pek büyüktür. Fâizle iş çevirenlerin âkibetleri de felâkettir. Yangından zelzeleden, hırsızlardan vs. felâketlerden, hastalıklardan kendilerini bir türlü kurtaramazlar.

  • Öte dünyada da bu maldan suâl sorarlar. Bu malı nereden kazandın? Helâldan mı? Yoksa haramdan mı? Hırsızlık, rüşvet, ihtikâr veya şarap satarak mı? Kumardan veya fâizden mi? diye ince ince sorarlar. Helâlinden kazanmışsan ne mutlu. Fakat helâlinden olsa bu sefer kazandığın bu servet ve paralan nerelere harcadın diye hem gelir, hem de giderini inceden inceye sorarlar. Yapılan ve harcanan israf paralarının hesabı ne kadar güç ise, onları haram yollara harcamanın hesabı da o kadar fenâdır. Bunun ta’rifi bile mümkün değildir. Onların arasında sigara paraları da sorulacaktır.

  • Hem sıhhatini berbat, hem de meleklerini rahatsız eder. Şeytân aleyhilla’neyi sevindirmenin ne demek olduğunu insan o zaman anlayacak ama ne fayda.

    Hele diğer günâh ve isrâf yollarına, haram yerlere harcanan paraların hesabı acaba nasıl verilecek? Helâlinden, ihtikarsız, yalansız, sözünde sâdık, emânete ri’âyetkâr va’dinde durmak suretiyle kazanılan para çok güzel.

    Hele bu parayı Hakk’ın istediği ibâdet yollarına, fukâra’ya, muhtaçlara, efrâd-ı âilesinin nafakasına israfsız sarfedebilmek ise ayrı bir nimettir. Bundan dolayı sevâb kazanıp, haram yerlere harcananların da, günâhları o nisbette artırıp sâhibini Cehenneme sürükleyeceği açıktır. Zâten haram paralar iyi ve sevap yerlere nasîb olmaz ve sonunda da sâhibini Cehenneme götürür, vesselâm.

  •  Haram Paralar ve Faizle Muamele

    — Helâl Kazanç

  • «Helâl kazanç istemek, farz üzerine farzdır.» Evvelâ bu helâl kazancı te’min etmeye çalışmak fıkhı bir meseledir. Fıkhı bilmeyen, kazancının helâl veya haram olup-olmadığını bilemez. Göreneğe uyar, herkesin yaptığını o da yapmaya çalışır.

  • Temiz dükkânda helâl mallar varken, yanına bir de içki kor. Bütün kazancını haram eder, berbat eder, mahveder. Nasıl ki, bir kazan süt zeytin yağına bir miktar içki düşse, o yağı ifsâd eder.. İçilmez, yenmez. Ve haram olur. Dükkânda böyle pek çok şey satılır, helâldir.

    Mesela: Ekmek, şeker, çay, pirinç, un vesaire. Bunun yanında bir miktar da şarap vesâir içkiler satarsa, işte bunların hepsi haram olur. İçki içen bedbaht ve zavallı bunu idrâkten mahrumdur. Çünkü, kendisi müptelâ.

  • İnsanın anlayamadığı ve aklının almadığı şeylerden birisi de budur. Bir adamın müslümanlığı kabul ettikten sonra, onun yasaklarına ri’âyet etmemesi ve emirlerini tutmaması kadar abes, acı ve çirkin bir şey olmasa gerektir.

  • İçki bahsinde zikrolunduğu gibi, bir kerre fuzûli bir masraf İkincisi, sıhhate tamamiyle zarar. Üçüncüsü, çoluk çocuklarının nafakalarına tecâvüzdür. Dördüncüsü, ağızının pis kokusu ile ev halkını rencide eder. Beşincisi, çocukların da buna alışmasına sebep olur. Altıncısı, ev kavgalarını uzatır, belki ayrılıklara sebep olur. Yedincisi, Hakk Teâlâ’nın gazabına uğratır nihayet insanı mahv u perişan eder. Bir de, mazallah imansız olarak âhire’te göçer ve kâfirlerle birlikte ebediyyen Cehennemde kalır. İşte bunlar hep nefse köle olmanın cezasıdır.

  • Cenâb-ı Hakk, lütfedip yanlış, yollardan ve yanlış işlerden cümlemizi muhâfaza buyursun da, helâl kazanıp helâl yiyen ve yediren; dinine, imanına, kitabına ve Peygamberine bağlılığım, sadâkatini izhâr eden kullarından eylesin. Âmin.

  • Takva ve Verâ’ denilen nimetlerin aslı, bu helâl lokmaya bağlıdır. Me’mûriyetler o kadar makbûl değildir. Zira, muayyen bir paraya bel bağlanmıştır. Tevekkül zâyi’ olmuştur. Hakk’a bağlılık’da kalmaz. Çünkü, rızık sıkıntısı, düşüncesi ve meşekkatı yoktur. Bunlar ise insanın feyz ve kemâline mânidirler.

  • Baksana Abdülhalik Gücdüvânî Hazretleri, imam ve müezzin olmayı bile istemiyor... Artık gerisini sen düşün.

  • Dâvûd (Aleyhisselâm), her zaman kendini halka sorarmış. Dâvûd’u nasıl bilirsiniz? Halk da, dâimâ iyi biliriz, derlermiş. Bir gün köşe başında bir melek, insan kıyâfetinde durmuş. Dâvûd (Aleyhisselâm) bu meleğe de: «Dâvûd nasıldır?» diye sormuş. O da: Ale’l-usûl: «İyi bir kimsedir. Lâkin, o da Beytü’l-Mâlden yiyor» demiş. Bunun üzerine Dâvûd (Aleyhisselâm), demircilik yapmak suretiyle, geçimini te’mine başlamış ve demirciliğin piri olmuştur.

  • Oğlu Süleyman (Aleyhisselâm)’ın da, zenbil örerek ma’işetini kendi elinin emeğiyle temin ettiği rivâyet edilmektedir.

    Mekke-i Mükerreme’li mûhâcirler Medine-i Münevvere’ye geldikleri zaman ehl-i Medine kendilerine büyük bir lûtufta bulunarak herşeylerinin yarısını Mekkeli kardeşlerine vermek istemişlerse de, Mekkeliler bu lûtfu kabul etmemiş, «sizler bize çarşı ve pazar yolunu gösterin. Biz, orada ticâret yapar, ekmeğimizi kazanırız. Sîzlere de çök teşekkür ederiz.» diye çalışmayı tercih etmişlerdir.

  • İmamımız İmam-ı Âzam Hazretlerinin yaptığı ticâret de pek meşkûrdur. «Kadılık me’mûriyetini almaktan ise, ölmek daha evlâdır.» diyerek ölümü tercih ettiğini unutma.

  • Abdülhâlik Gücdüvanî ile Ubeydullah Ahrâr Hazretleri’nin de ticâretleri meşkûrdur. Bunlar ki, ekl-i tasavvuftur. Hazır yemekten ise, yedirmeyi tercik etmişler. Bütün büyüklerimizin halleri böyleymiş.

  • Şimdi, hepimizin gözü, devlet kapısında... Tabii bu bizim aczimiz ve zaafımızın başlıca alâmetleridir.

  • İşini beceren, çalışkan adamlar ekmek parasını nereden olsa kazanırlar. Bugün büyük servet, fabrika ve apartmanların sâhipleri, hep kendi kafa ve paralarıyle kazanmışlar. Birçok kimseleri de ma’iyyetlerinde çalıştırıyorlar. Hem kendileri ve hem de, fakir, fukarâ bu sâ’yede geçiniyor. Me’mûr ise, dananın kuyruğu gibi, ne uzar ne de kısalır. Bazen, geçinemez hâle gelir. Bu sefer de, harâm olan rüşvete tenezzül eder. Bu korkunç bir gâflettir.

  • Binâenaleyh, babaların evlâtlarına kazanç yollarını ve kendisine lâzım olan dini ve dünyevi ilimleri öğretmesi birinci vazifesidir. Helâlinden kazanıp yemek kadar güzel bir ni’met var mıdır?

  • «Siz, bu cesedinizi temiz tutunuz ki, Allah da sizi temizlesin.»

    Cesedin temizliği, ma’lûm ya, bir kerre beş vakit abdest almakla, haftada bir-iki kerre gusletmekle olur ki, buna dış temizliği derler. Asıl matlûp olan temizlik, iman temizliğidir.

  • Birinci temizlik: Küfür, şirk ve günâhlardan temiz olmaktır. Küfür, şirk ve günâhlar oldukça, her gün balık gibi sudan çıkmasa hiç faydası olmaz. Ve böyle kaldıkça hiç bir zaman da temiz olamaz ki, Allah Teâlâ da onu temizlesin.

  • Binâenaleyh, bu cesedlerin, bir de, kan temizliği vardır. Haramla beslenen vücûdların kanları dâima pistir. Onlardan hayır ve fayda beklenemez.

  • İkinci bir temizlik de ahlâktadır. Haramla beslenen vücûdlar, ahlâken temiz olamazlar.

  • Helâl olmayan lokmalarla beslenen vücudun yeri cehennemdir derler. Helâl lokma için evvelâ fâizden kaçmak, hırsızlıktan, gasbdan, kumar ve içki paralarından, gayri meşru bütün kazançlar hep haramdır. Bu paralarla ne zekât, ne hac, ne umre ne de şâir hayırlar ve hasenatlar kabul olunur. Bunlar pis paralardır, bunlar ile beslenen vücutlardan da katiyyen hayır gelmez. Bir de zâlimlere hizmet ile alınan paralar da böyledir vesselâm.

  • İnsanın alnının teri ve elinin emeği ile helâl olarak kazanılan ve aynı zamanda muayyen bir gelire değil, doğrudan doğruya Allah Teâlâ’ya tevekkül ile bir san’at veya bir ticaret veya bir ziraatla kazanılan paralar ne kadar güzel paralardır. İnsan yedikçe içi açılır, gönlü açılır vesselâm.

  • Helâlden beslenen vücûtların ise, ahlâken kusûrlarını tashih ve iyi huylar iktisap edebilmeleri, ahlâk kitaplarını çok okumalarına ve nihâyet kendilerini terbiye edebilecek bir ehl-i hâle teslim olmalarına bağlıdır. Ahlâkî davranışlar öyle sazla veya sözle kolayca düzeltilemezler.

  • İnsanlar daimâ birbirlerine her zaman muhtaçdırlar. Fakat en iyisi, başkalarının ihtiyaçlarina koşup, kendi ihtiyacını unutmak ve onlara yük olmamaktır. Bununla beraber mü’minin şanındandır ki, diğer mü’min kardeşlerine yardımı çok olsun, bıkmak ve yorülmak bilmesin.

  • Mü’min dünyanın benliğini ve bütün çirkinliğini de hem bilir, hem de görür. Onun için, dünyaya ait ihtiyaçlarını son derece kısaltır. Kimseye yük olmamağa çalışır. Zira dünya rahatlığını teminde, haramlara ve şüphelere düşmek korkusu vardır. Faizler ve alış-verişlerde hiyle, hud’a, yalan, yemin, va’ade ve ahde vefasızlık, emanete riayetsizlik gibi, müslümanlığa yakışmayan pek çok çirkin şeylerden de kurtulmuş olur ve hem de, ahiret için ibadet ve tâate, zikir ve fikre bol bol vakit bulur. Oruçlar tutar, namazlar kılar, Kur’an okumağa fırsat bulur. Bu sebepten, birçok mübah olan şeyleri terk eder,

  • Allah hepimizi afvetsin de beşeriyyete her bakımdan hayırlı kul eylesin. Peygamberimizin hayırlı ümmeti, Allah Teâlâ’nın da sevgili kulu eylesin. Âmin.

  •  Helâl Kazanç