Hac

KİTABA DAİR

— Yayınevi

  • MEHMED ZAHİD KOTKU

    «Bu eser, M.Z.K. (Rh.a)’ın diğer telif eserlerinden ehemmiyetine binaen SEHA NEŞRİYAT tarafından derlenerek hazırlanmıştır».

     

    Mehmed Zahid Kotku
    (Rahmetullahi aleyh)

    SEHA NEŞRİYAT

    Merkez: Selânik cad. 49/1 - Kızılay - ANKARA - Tel: 25 24 43
    Şube: Hacıbayram Cad. 12 – Ulus - ANKARA - Tel: 12 65 28
    Şube: Feyzullah Ef. Sok. 6 - Fatih - İSTANBUL - Tel: 524 16 00

    SEHA NEŞRİYAT : 27
    Sohbet Serisi: 15

    Kapak: Göze Grafik
    Kapak baskısı: Temel Matbaası
    Dizgi : Türkiyat Matbaacılık
    Baskı : Gümüş Basımevi

    İstanbul, 1985

  •  Yayınevi

    — İçindekiler

    • Önsöz 7
    • HAC
      • Hac ve Umre 10
      • Haccın Adabına Aykırı Davramşlar 13
      • Hac ve Kur’an-ı Kerîmin Ref’i Meselesi 17
      • Hac ve Mezheplere Dair 20
      • Haccin Ruhu 24
      • Hac ve Bid’atlar 31
      • Mekke-i Mükerreme’den Bir Hatıra 34
      • Medine-i Münevvere’den Bir Hatıra 37
      • Efendimiz Hazretlerinin (K.S.) Son Hacları Esnasında (Ekim 1980) Bir Gurup İhvana Yapmış Oldukları Tavsiyeler 45
      • Hacla İlgili Terimler 47
      • Hacc Günleri 48
      • Efendi Hazretlerinin 26 Nisan 1978 Perşembe Günü Umreye Gitmeden Önce Sabah Kahvaltısına Müteakip Yaptığı Konuşmadır 54 
  • İçindekiler

    — Önsöz

  • Hacc, muayyen bir zamanda, muayyen bir yeri ziyaret etmektir. Lügat manası da bir şeyi kasdetmektir.

  • Hicretin dokuzuncu yılında farz kılınmış, farziyyeti kitap, sünnet ve icma ile sabit olmuştur. Farziyyetini inkâr etmek küfür olup, ömürde bir defa yerine getirilmesi gerekir.

  • Cenâb-ı Hak, Bakara sûresinde «Beytullah’ı ziyaret etmek, buna gücü yetenler için, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır» (97) buyuruyor ki farziyyetine delildir.

    Özürsüz olarak haccı terk edenler ağır bir sorumluluk altındadırlar. Beytullah’a kadar ulaştıracak mali gücü bulunanlar bu vecibeyi yerine getirmek zorundadırlar. Zira Beytullah’ı ziyarete gücü yetenlerin onu haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.

    Bir Müslümanın malı varsa, sıhhati elverişliyse, hac yolu açıksa ortada bir engel yoksa, haccı terk etmesi büyük bir vebaldir. Çünkü İslâm’ın beş şartından birini bilerek ve kasden terk ediyor demektir.

  • Hacca gitmeyi gerekli kılan şartlar bir insanda gerçekleşirse o kimsenin ilk yıl hemen hacca gitmesi evlâdır; daha sonraki yıllara bırakması makbul değildir denmiştir. Bu şartların üzerinde toplandığı kimse, ölmeden önce haccetse vazifesini yapmış sayılır.

  • Hacc ibadeti de diğer bütün ibadetler gibi, Allah’ın, bir tek O’nun emri olduğu için yerine getirilir. Nasıl ki, yasaklar Allah’ın yasakları olduğu için terkedilirse, bu da böyledir.

  • Hacc, şanı yüce rabbimizin mü’minlere bir lütf u keremidir Mü’minler hiç bir dünyevî kaygu taşımaksızın, aynı inanç ve heyecanla aynı anda Allah’a dönerler yüzlerini, gönüllerini O’na açarlar, bir tek O’na iltica ederler, O’ndan mağfiret isterler, tam bir imanla yaşamayı dilerler, tam bir imanla ölmeyi niyaz ederler. Yer, gök, dualarla, niyazlarla, tekbirlerle dolar taşar. Dünyanın dört bir yanından gelen mü’minler, bu mahşeri bir araya gelişte, sorunlarını gündeme getirirler, birbirlerinin dertleriyle dertlenirler, sevinçleriyle sevinirler. Hep birlikte muhtaçlara yardım imkânları aranır. Müslümanların nerede, ne durumda oldukları, hangi şartlarda yaşadıkları, birbirlerine aktarılır, çözüm yolları aranır, İslâm’ın yayılmasına, mü’minlerin eksikliklerinin giderilmesine çalışılır. 

  • İslam milletinin, tek bir millet olduğunun en güzel ve en bariz isbatı haçtır. Yeryüzünde yaşayan ayrı ırklardan insanların bir tek milletin fertleri, üyeleri olarak kucaklaşmaları, tanışmaları ancak hacla gerçekleşir. Böylece ırkçılık, bölgecilik, mal, makam, şöhret gibi fertleri birbirinden ayıran ve uzaklaştıran engeller ortadan kalkar.

  • Ayrıca Hacc, ümmetin siyasî, İktisadî, ekonomik, ruhî ve ahlâkî haritasının da sergilendiği bir ibadettir. Ümmetin içinde bulunduğu izzet ya da zillet fakirlik ya da zenginlik, zayıflık ya da cehalet, iyilik ya da kötülük, esaret ya da hürriyet ancak hacla gündeme gelir.

  • Muhammed Zahid b. İbrahim el-Bursevî’nin eserlerinden derlediğimiz «Hacc» kitabı, bu seride yayınladığımız Tevhid, Namaz, Oruç, Zekât adlı kitapları tamamlayıcı mahiyettedir. Diğer kitaplar için de belirttiğimiz gibi, kitap hacla ilgili ilmihal bilgileri yerine Müslümanlara, Haccın ruhunu, önemini hac vesilesiyle günahlardan nasıl arınmaları gerektiğini, Kâbe’nin Mekke’nin Medine’nin Müslümanlar için arz ettiği önemi, izah etmekte, coşkun bir üslup içinde anlatmaktadır.

  • Rabbimizden hayırlara vesile olmasını niyaz ediyoruz.

  • SEHA 

  • Önsöz

    HAC

    — Hac ve Umre

  • «Hacca ve Umreye devam ediniz, çünkü, bu ikisi fakirliği ve günahları yok eder, demircinin körüğünün demirin pisliğini giderdiği gibi».

  • Haccı emreden Allah Teâlâ’dır ve İslâm’ın beş şartından birisidir. Hac, Mekke-i Mükerreme’deki Beytullah’ı ihram ve hac niyeti ile birlikte tavaf ve sa’y edip Arafat’ta bulunmak, Müzdelife’de kalmak ve Mina’da şeytanı taşlamak, traş olup ihramdan çıkmak sureti ile hac kitaplarında uzun uzadıya bahs olunan merasimi yapmakla gerçekleşen vazifeye derler. Bu, senede Zilhiccenin sekizinci gününden başlar ve on üçüncü gününe kadar devam eder, başka bir zamanda olmaz.

  • Umre ise hac günlerinden mâada senenin her gününde ifa edilebilmen bir ibadettir. Bu da yine niyetle ihrama girip, mîkat mahallinden umre niyeti ile Mekke-i Mükerreme’ye girer ve beyt-i şerifi tavâf ve sa’y edip traş olup ihramdan çıkmakla olur.

    Fakat bunlar, yani hac ile umre öyle bir ibadettir ki, hem ziyaret, hem seyahat, hem peygamber sallâllâhü aleyhi ve sellemi ziyaret, belde-i tayyibeyi ve oralarda bulunan Ashab-ı kiram hazretlerini ziyaretlerle pek büyük ders ve ibretlerle dolu olan ve bir çok da olgun ve kâmil insanları görüp ziyaret etmek, bu fâni dünyanın kimseye kalmadığı ve kalamayacağını idrak edip yolunu düzeltmek, aşkını artırmak, sevgisini Hakk’a ve Hak yollarına bağlamak ve ibadetlerine bir hız ve intizam ile devama sa’y-ü gayret göstermektir.

    Hem Hakk’ın rızasını kazanabilmek ve hem de insanları kıvrandıran fakirlik ve günahlardan kurtarmak gibi iki büyük devlete ulaşmasına da sebep olacağı gibi bir çok hayırlı işleri işlemesine ve hayırlı işlere öncü olmasına da sebep olacağından, defteri a’mâli hiçbir zaman kapanmayan bahtiyarların arasında yer almış olur ki, ne büyük saâdet ve ne büyük selâmettir.

    Binaenaleyh, vakti ve sıhhati yerinde olan her Müslümanın mümkünse her sene hacca gitmesi farz değilse bile bu hadîs-i şeriften anlaşılacağı vech de (Edîmû) kelimesi (Vâzıbû) kelimesi ile terceme edilmiş muvazabat ise ancak devamla olacağı da aşikârdır. 

  • Sonra hele bizim gibi çalışma, yürüme ve yorulma bilmeyenlerin muhakkak orada biraz da vücutlarının ıslahı mümkün olmaktadır.

    Sonra her istediğini yemeğe alışan kimseler, biraz olsun fakir-fukarânın halinden ve hele soğuk sularla, serin havanın ne demek olduğunu hem anlar, hem de şükrünü artırıp mümkün oldukça fukarâ-i mesâkine yardımı artık borç bilmeğe başlar, sonra hac esnasında son derece riayeti ile emrolunduğumuz çirkin ve fuhuş sözlerinden, fısk ve fücurdan ve başkaları ile boş yerlere cidal etmekten ve bu sayede ahlâken de tekemmüle doğru adımlar atılır ve en nihayet güzel bir insan olarak yaşamak ve güzel bir ihsan olarak da ölmek şeref ve devletine nail olur.

  • Onun için sen ey muhterem kardeş!

    Sakın hacca gidenlere ilişme, çatma, paralarınızı oralarda harcayacağınıza memleket ihtiyaçlarına harcayınız demeye kalkma, bak bu kırk milyon insan içinde cem’iyyetine en faydalı insanlar bu hacı efendilerdir. Bazı bozuklar olursa da kaideyi tabiatı ile bozamaz, hüküm ekseriyete göredir vesselam.

  • Cenâb-ı Hak hemen cümlemizi dinine sadık, sözüne sadık, işlerine sadık, amellerine sadık, dostlarına sadık kullarından eylesin. Âmin. 

  •  Hac ve Umre

    — Haccın Adabına Aykırı Davranışlar

  • «Kâbe-i Muazzama ile Kur’ân-ı Kerîm kalkmadıkça kıyamet kopmaz».

  • Yani; bir gün gelecek ki, o gün kıyamet günü olsa gerektir. Kâbe-i Mu’azzama yıkılmış, Kur’ân-ı Kerim’i okuyan da kalmamıştır.

    Veyâ; Kâbe-i Muazzama’nın o nûru ve heybeti kaldırılacak ve Hacca gidenler ise, şü’ûrsuz bir gidişle, huzursuz ve huşusuz bir dönüşle dönecekler ve Hacc’ın faydalarından istifade edemeyecekler, âdeta bir seyahat gibi. Orada istenilen âdât-ı İslâmiye ve muâşeret-i ihvân bulunamayacağı gibi, o makam-ı mübârekelere lâyık ihtirâm da yapılamayacak, üstelik bir sürü günahların işlenmeğe cesâret edildiği teessüfle görülecektir.

    Halbuki oraya giden ziyaretçi âdeta bir melek gibi kimseyi incitmez, rahatsız etmez, kimsenin aleyhinde konuşmaz. Herkese elinden gelen iyilikleri yapmağa çalışır.

  • Binâenaleyh: Kâbe-i Mu’azzama’nın örtüsünde şu âyet yazılıdır:

    «İşte, kim o aylarda haccı ihrama girerek kendine farz yaparsa, artık hacda kadına yaklaşmak, günah yapmak ve kavga etmek yoktur.

  • Üzerlerine Hacc farz olan kimsenin dikkatini çekmek üzere şu üç şey kör gözlerin bile göreceği şekilde gayet büyük ve sırmalı bir yazı ile, bütün kötü sözlerin, fıskın, mücadelenin suret-i kafiyede terk edilmesini tavsiye ederken, bunları hesaba katmamak Kâbe-i Muazzama’ya karşı büyük bir saygısızlık değil midir?

    Sonra o Kâbe’nin içinde yatıp uyumak ve envâ-i çeşit muhabbetler, dedikodular, hatta konuşmalar bile hiç câiz olur mu?

    Bizler memleketimizdeki câmilerimizin kadr u kıymetini bilmediğimiz için, o Kâbe’de de böyle hatalardan kendimizi bir türlü kurtaramamaktayız. Allah (Azze ve Celle) mu’inimiz olsun.

    Elbette böyle hacılık olmaz. Hacılıktan murad; kemâl-i insâniyete yükselmek ce tam olgun, kâmil bir mü’min ve müslim olmaya çalışmaktır.

  • Bundan nâşî İmam Şibli’nin hacılara bir sorgusu vardır ki, şâyân-ı takdir ve ibretâmizdir.

    Hülâsa olarak hacıya der ki:

    Sen hacca niyet ettin mi ve niyetinle günahlarından da sıyrıldın mı?
    Elbiselerini çıkarırken dünyayı da içinden çıkardın mı?
    Beyaz ihramları giyerken ölümü hatırladın mı?
    Beytullah’a girerken Hakk’ın huzuruna girebildin mi?
    Kâbe’yi tavaf ederken, Hakk’ı tavaf edebildin mi?
    Sa’yi yaparken, o günleri hiç düşündün mü?
    Arafat’a çıktığında, Allah’ı gönlünde buldun mu? Yoksa yiyip içip akşam olsa da dönsek mi dedin?
    Müzdelife’de yattın mı? Günahlarını tamamıyla bıraktın mı?
    Minâ’ya gelip şeytanı taşladığında içindeki şeytanı ne yaptın?
    Kurban kestin mi? Nefsini de kestin mi? Yani; hevâ ve nefsinden kurtuldun mu? Onların elinden yakanı kurtarabildin mi?
    Tıraş oldun mu? Fena huylarını orada bıraktın mı?
    Kâbe’ye vedâ haccını yaptın mı? Bütün fenalıklara, kötü huylara, ahlâksızlıklara da vedâ ettin mi? Paydos dedin mi?

    Mevlâ kusurlarımızı afv etsin, Hacca gittin mi? «Gittim»! Ne gördün yâhu, anlat bakalım?

    Efendim, şöyle bir memleket, içerisi şöyle, böyle, ortada şu ende, şu boyda bir bina var. Üstü açık bir oluğu var. Etrafını siyah süslü bir örtü ile örtmüşler. Bir köşesinde bir taş var. Herkes onu öpmek için birbirini çiğniyor».

    Ah muhterem güzel kardeş!

    Sen oranın taş ve topraklarını mı görmeğe gittin? Yoksa Sübhanehu ve Teâlâ’nın rızasını mı kazanmağa gittin?

    Kusuruma bakma da, şu suallerin cevaplarını ver bakalım.

    İyi bak!

    Öyle dua kitabını eline alıp da dolaşmak kolay. Kâbe’ye gidip gelmek de kolay. Lâkin adam olmak, insan olmak, Hakk’ın sevgili kulu olmak nerede?

    Asıl gayeyi bırakıp da günahlara bürünerek isyân ve günah kefenleriyle sarınıp mezara gitmek, daha doğrusu Hakk’a gitmek nerede? Aradaki fark ne kadar? 

  •  Haccın Adabına Aykırı Davranışlar

    — Hac ve Kur'an-ı Kerim'in Ref'i Meseşesi

  • Şimdi bir de Kur’ân-ı Kerim’in ref’i meselesi var. Bir gün gelip Kâbe yıkılacak velâkin Hacc yine yapılacak, çünkü mukaddes olan o mekândır. Binası olmasa dahi, o mekânda yine tavaflar yapılacak.

    Fakat; Kur’ân-ı Kerîm’in ref’i meselesi öyle değil. Onunla amel kalktı mı, kıyamet koptu demektir. Kur’ân-ı Kerim’in hükümleri nerede icrâ edilmekteyse, bugün dünyanın en rahat ve selâmet yeri orasıdır.

  • Bir hırsızın elini keserler. Ama yüzbinlerce insan rahat ve huzur içindedir. Sarhoşu döverler, bir daha içemez. Zinâ edeni bilmem ne yaparlar? Ama katili kısas ile öldürüyorlar. Onun için herkes hayatından emin. Kur’ân hükmünün icrâ olunduğu her yerde emniyet, huzur ve asâyiş vardır. Bugünkü kanunların hâli gözümüzün önünde, haydi bakalım hangisini beğeneceksin?

  • Kur’ân-ı Kerîm İlâhi bir nûrdur. Onu evvelâ okumasını öğrenmek, sonra da manalarının derinliklerine inmek ve ehl-i sünnet mezhebinin dışına çıkmamak şartıyla Arap lisânını edebiyatiyle, fesâhat ve belâgatiyle öğrenmek, Kur’ân’ın emirlerini tutmak ve yasaklarından tamamıyla kaçmak sûretiyle Kur’ân ahkâmını bilfiil tatbik etmek, Kur’ân kırâatini de güzelce bellemek, yâni; tecvidini, sonra asıl mühim olanı Kur’ân-ı Kerimi «Mü’minler ancak kardeştirler» derken biz ne âlemdeyiz? Kur’âh-ı Kerîm; namazı, orucu, zekâtı ve Haccı emrederken, biz bunlara karşı ne durumdayız?

    Kur’ân bizi zinâdan, içkiden, kumardan, sarhoşluktan, hırsızlıktan, faizden, rüşvetten, isyanlardan menederken, bizim anaya - babaya komşulara, akrabalara ve bütün Müslümanlara karşı davranışımızı tedkîk etmek Müslümanlığımızı anlamağa kâfidir.

  • Müslüman demek, Kur’ân’a uyan insan demektir. Kur’ân’a uyan, Peygamberine de uyar. Peygamberine uyan Allah’ı sever. Allah’ı seven Rasûlünü de sever. Hem de canından-ciğerinden daha fazla sever. Seven de onların buyurduklarından katiyen dışarı çıkmaz. İşte o zaman dünya, dünya olur. Herkes selâmette, dünya Cennet olur, yâni; Cennet gibi olur, vesselâm.

  • Böyle olmayıp, Kur’ân’ın ahkâmıyla hüküm olunmadığı yerden Kur’ân ref’ olunmuş demektir. O zaman oralarda fitne ve fesaddan başka bir şey bulunmaz. O zaman kıyamet kopmuş demektir. Bir insanda huzûr ve rahat, birbirlerine karşı da saygı ve hürmet bulunmazsa, ne olur? Onun için Kur’ân’ı ve Kur’- ân ahkâmını istemeyenler iyi bilmelidirler ki, kıyameti istemekteler. Huzur ve rahat kalmasın. Kuvvetli zayıfı, bilgili olan, câhili ezsin. Câhil de, cehlini icra etsin. İşte o zaman kıyamet hazırdır, vesselâm. Allah Teâlâ cümlemizin mu’ini olsun. 

  • Hac ve Kur'an-ı Kerim'in Ref'i Meseşesi

    — Hac ve Mezheplere Dair

  • Şeytan, yollarda yürüyerek, çarşıda gezerek ve falan oğlu filân Rasûlullah’tan bunu şöyle rivâyet etti demeden kıyamet kopmaz.

  • İkinci hadis ise:

    «Oturduğunuz meclislere iyi bakın ve dininizi kimlerden öğrendiğinize dikkat ediniz. Zira, muhakkak şeytanlar âhir zamanda erkek kılığına bürünüp, heddesenâ ve ahberenâ diyecekler. Siz böyle bir adamla oturduğunuz zaman onun isminden, babasının isminden ve hangi aşiretten olduğunu sorunuz. Zirâ; gâib olduğu vakit ararsınız».

  • Üçüncü hadis ise:

    «Denizden şeytanlar çıkıp ta insanlara Kur’ân-ı Kerîm ve hadîs öğretmedikçe kıyamet kopmaz».

    Hz. Hâlid bu hadîse sahihtir, demiş.

    Bu Hadîs-i Şeriflerden anlaşılan Allahü â’lem bissavâb âhir zamanda İblis aleyhill’anenin, hileleri ile insanları kandırıp, dinden ve imandan çıkmalarına sebep olacağı gibi, zamanımızdaki bazı kimselerin de müctehidleri beğenmeyişleri ve hadisleri kendi kafalarına göre mânalandırıp, sünen-i seniyyelerin kalkmasına çalışmaları ve müctehidlerin içtihadını hiçe sayarak «kitabımız bir, Peygamberimiz bir Allah’ımız bir, dinimiz bir, neden mezheplerimiz dört olsun» davâsını güden kişilere bazı kendini bilmez mağrurlar da katılmaktadır.

    Ümmet-i Muhammed’in bu ihtilâfında bir rahmet-i İlâhi olduğunu sezemezler, mütemâdiyen sözlerini evirip çevirip mezhepleri kaldırmağa çalışırlar. Bu adamlar mezheplere çatacaklarına Rasûlüllah’a çatsalar daha makbul iş yapmış olurlar.

    Zirâ; dört mezhebin burada tutanakları Rasûlüllalı Efendimizin hadîsleri ve vak’alarıdır. O isteseydi bir yoldan başka yol göstermezdi. Bazen öyle yapmış veya söylemiş. Bazan de böyle yapmış ve söylemiş. Sonra mezhep sahipleri her biri birini alıp, mezhebinin temelini atmış ve mezheplerinin fıkhî meseleleri bu temel üzerine binâ olunmuştur.

    Ma’azallah biz bize kalsak ne din kalır, ne iman. Zira, bütün millet câhil, o zaman bu şeytanlar bize karışıp, Rasûlüllah şöyle dedi, böyle dedi deyince işin içinden kim çıkabilecek?

    Bugün Arabistan’da câri olan Kur’ân var. Hadîs de meydanda. Artık şu mezhep, bu mezhep ne olacakmış gibi, mezhepsizlik davasının sonu ma’azallah dinsizliğe kadar dayanır. Zirâ; Hadîs-i Şerif’lerden ahkâm istinbat edebilecek âlim, Kur’ân-ı Kerîm’in ahkâmını kezâlik istinbat edecek bizler mi olacağız? Allah cümlemize insaf versin.

    Bu kadar günahlara bürünmüş, içi dışı siyahlanmış bu zavallılara mı kaldı halimiz? Onun için işine gelen hadisi alır, işine gelmeyeni de: (Hâzâ gayri sahih) deyip geçer.

  • Bakın açık bir misal; Hacc vakti Müzdelife ve Minâ’da vâkî olan hâdiseler şayân-ı dikkattir. Müzdelife denilen mahalde dört mezhebin sâhipleri toplanıyor. Oradan Minâ’ya, farz edin bir milyon insanın öğleden en az bir veya iki saat evvel şeytanın yanında bulunması lâzım. Çünkü; büyük şeytanın ilk günü öğleye kadar taşlanması gerekir. Eğer bu bir milyon bazen de iki milyon insanı Minâ denilen mevkiye aynı boğazdan geçirip herkesi yerli yerine yerleştiriniz. Bu Hanefi mezhebine göre güneş doğmazdan evvel ayrılması lâzım. O vakte kadar Müzdelife’de ibadet edecek, sabah namazını kılacak da öyle yola çıkacak.

    Aziz kardeş, birkaç yüz bin vâsıta ile bunları havadan uçursanız yine bu işi beceremezsiniz. Ama dinde ne güzel, Mâliki, Müzdelife’de beş on dakika oturup, kalkar ve yoluna devam eder: Bir iki saat sonra Hanbeliler gider. Bir iki saat sonrada Şiiler gider. Kala kala Hanefiler kalır. Öyle iken ikindi olur. Hâlâ cemâ’at yolda. Eğer bu dört mezhep hep birden hareket etseler, oranın hâli nice olurdu.

    Muhterem kardeş sen dinine iyi sarıl. Başka lâfa kulak verme, vesselâm. 

  • Hac ve Mezheplere Dair

    — Haccın Ruhu

  • Hak da Sûre-i Bakarada Hac bahsinde:

    diyerek refes, fısk, cidal’den hacıları men buyurmaktadır ki bu da haccın ruhunu teşkil etmektedir.

    Hac da: Malûm olduğu veçhile niyet ile lebbeyk ile beraber ihrama girip Arafat’ta bulunmak, Mmüzdelife’de yatmak, Minâ’da üç gün kalıp şeytanı taşlamak, Beytullah’ı tavas ve say edip traş olup ve kurbanını da keserek ihramdan çıkmaktır. Bu vazifeleri yapanların hacları tam olmuş olur.

    Fakat kötü sözlü, fisk ve fücur ile, şununla bununla herhangi bir şey için mücadele eden kimsenin haccı makbul olsa bile bir hac yapmış sayılamaz. Çünkü hacdan murad yalnız bu vazifeleri yapıp hacı olmak değildir, belki Hac vazifelerini lâyıkı veçh ile yapmakla beraber ahlâkını da düzeltmeğe çalışıp ne cimâ ve ne de şâir gönül kırıcı veya hatır yakıcı çirkin ve boş sözleri de bırakarak hem gönlünü ve hem de lisanını zikrullaha alıştırmak ve kimseyi de incitmeden ve elinden geldiği kadar herkese maddî ve manevi yardımlarda bulunmak ve her yerde bâhusus o mukaddes beldelerde çeşit çeşit tabiatlı insanlar olacağından, vâki olan hiçbir hata ve huzur üzerinde durmayıp, herkese hüsn-i zan etmek, kimseyi de ayıplamamaktır.

  • İşte, gerek hacda ve gerek oruçta dilini tutarsan ve kimseye fenalık yapmazsan ve yine kimse ile mücadele etmezsen ve bir de deliller bizden fazla para alıyorlar diye münakaşa etmezsen, bunlara mukabil son derece ikramcı, ihsancı, şefkatli olabilirsen ne mutlu sana ve mutlaka böyle olmağa çalış.

  • Tabii herkes hacca gidemez, fakat bu yaramaz, kötü, çirkin, hatır yıkıcı, gönül kırıcı her hareketten hepimizin son derece dikkatli, müteyakkız olmasını ve sakınmasını hem tavsiye ve hem de rica ederim.

    İnsanın insanlığı ve kemâlâtı ancak ahlâkı ile tekammül eder ve kıymetlenir. Binaenaleyh, gerek oruçta ve hacda kötü ve çirkin pis söz söylemeyi terk etmek ve aynı zamanda gafilâne ve câhilce hareketleri bırakmamızı tavsiye eden yine Peygamberimiz sellâllâhü aleyhi ve sellemdir! 

  • Câhillik haddi zatında çok fena bir şeydir, hele Müslümana hiç de yakışmayan bir sıfattır. Allah Teâlâ hepimizi korusun ve muhafaza buyursun, kötü huy ve ahlâkı değiştirmek kadar zor bir şey yoktur.

  • Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem Hazretleri, kızı Hazreti Fâtıma radıyallahü anha’ya yatarken 33 Sübhanellah, 33 Elhamdülillah, 33 kere de Allahü ekber demesini tavsiye etmişlerdir. Bize bu bir derstir.

    İnsan yatınca tabii olarak uykuya dalar. Bu uykunun ölümden farkı nedir acaba! Eh, sabahleyin kalkacağız, deriz. Ya kalkamazsak? İşte ölüm, öldük gitti. Uykunun ölümden farkı olsa olsa bu uyanma olacaktır. Uyandırılamayan uykuya ölüm denir.

    Binâenaleyh yatarken çok ihtiyatlı yatmak lâzımdır. Kişinin kıyamet gününde tesbih, tekbir, tehlil ve tahmid ederek ba’solunması, onun saâdet ve selâmete ulaşmasının bir alâmeti ve Cennet ehlinden olacağının bir işaretidir.

    Şüphesiz bu tesbih ve tehliler bir Müslümanın her gün yapmakla mükellef olduğu vazifelerdendir. Bu tesbih ve tehlîller hem sevabın çoğalmasına ve hem de Cenâb-ı Hakk’ın kendisini sevmesine vesile olacağından, bunları ihmal etmek büyük bir hatadır.

    Dünya işlerinin sonu ölümdür. Ne kadar servet ve mevki sahibi olsanız dahi, neticede hepsi bırakılıp gidilecektir.

  • Kulların yaratılmasından asıl gaye, yaradanımız olan Allah Teâlâ’yı bulmak ve bilmek, ona gereği mucibince ibadet edip, has kullarından olmağa çalışmaktır. Bunun en kolay yolu dilimiz ve gönlümüzle her yerde ve her zaman Allah (Azze ve Celle)yi hatırımızdan çıkarmamaktır. O’nu zikretmeyi vazife bilip sabah ve akşam vakitlerinde muntazaman hiç olmazsa, yüzer kere bu ve buna benzer tesbihlere devam etmektir.

    Yatarken abdest alıp, dört rekat namaz kılıp, bu tesbihleri çekerek uyursanız, şüphesiz hem o gün yaptığınız kusurlar dolayısıyla kazandığınız günahlar afv olur. Hem de çok sevap alarak uyumuş olursunuz. Rüyalarınızda tatlı tatlı şeyler görürsünüz.

    Şu kadar var ki, günahlardan sakınmak şarttır. İbadetlerle, günahlar afv olunuyormuş diye aldanmamak. Büyük günahlarla hukuka tecavüz olan günahlar, kabul olunacak bir tevbeye, hukuka ait olan kısmı ise sahibi ile helallaşmağa bağlıdır. Bu o kadar kolay bir şey olmasa gerek.

  • Cenâb-ı Hakk cümlemizi afv ve mağfiretine mazhar olan kullarından eylesin. Tevfikât-ı samedaniyesine nâil edip, hiç olmazsa her gün sabah namazından işrâk vaktine kadar zikirlerini yapıp, işrak namazını kılarak hacc ve ömre sevabını almayı bahşeylesin. Böylece hem kişinin işleri rast gider, hem rızkı bollaşır ve kolaylaşır.

    • 100 «istiğfar»,
    • 100 «salevât-ı Şerife»,
    • 100 «Allah»
    • 100 «Lâ ilâhe illallah»
    • 100 «İhlâs Sûresi»,
    • 100 «Lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerike leh. Lehûlmülkü velehülhamdü yuhyi ve yümîtü ve hüve alâ külli şey’in kadir»
    • 100 defa da «Sübhanallahi velhamdülillâhi velâ ilâhe illallahü vallahû ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billâhilazîm. Sübhanallahi ve bihamdihî sübhanallahilazîm»’i okursanız en büyük devlete nâil olmuş olursunuz, vesselâm.
  • Bir hayvan kırk gün içinde islâh edilebiliyor ve kendisinin zararları giderilip, iyi hallere dönüşüyorsa, bunun gibi, kırk gün ihlâs ile ibadete devam eden bir insan içinde gizli ve saklı olan hikmet kaynakları, kalbinden fışkırarak diline dökülür.

    Bugün gördüğümüz veçhile Cenâb-ı Hakk insanoğlunu çok mükemmel bir şekilde ve çeşitli ilimlerle teçhiz etmiş, kimisini iç âlemine, kimisini dış âlemine tahsis buyurmuştur.

    Bugün elektronik beyinlere kadar varan, terakkiyât-ı fenniye Ay’a gidip gelme noktasına gelmiştir. Şimdi ise dünyamıza bu kadar uzaklıkta olan Merih yıldızının etrafında dolaşmakta, toprağını alıp, oradan bize haberler getirmeye çalışmaktalar. Bu harikaların sahibi olan insan, Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz lütuf ve ihsanlarından ancak bir nebzesine sahiptir. Bu âşikar olan şeyler gözümüzün önünde her gün bir yenisinin eklenmekte olduğu görülegelmektedir.

    Eskiden üç ayda gidilen hac yolculuğu, şimdi üç saate inmiş. Böylelikle sefer denilen ruhsat ortadan kalkmış oluyor. Sabah namazını İstanbul’da kılan bir hacı efendi, öğle namazını Cidde veya Mekke’de rahatça kılabilmektedir. Namaz vakti bile geçmeden gidip gelmek mümkün oluyor.

  • 40 günlük ve riyâzatlar ancak Allah rızası için ve ihlâs ile yapıldığı takdirde, insanın içinde gizli olan esrâr-ı İlâhîler meydana çıkıp, hikmetler dilinden etrafa saçılmaya başlar. İnsanların bilmedikleri birçok ilimler ortaya atılır.

    Eski zamanın evliyasıyla bugünün evliyasında zuhûra gelen kerametler hep meydandadır. Evliyâullah’ın bizleri hayretten hayrete düşüren çok çeşitli harika ve menkabeleri, işte bu 40 günlük ihlasla yapılan halvet ve ibadetlerin neticesinde Cenâb-ı Hakk’ın onlara lütuf ve ihsanıdır. Onların hayatı Cennet hayatına müşabihtir. Zira onlar dünyada Cennettedirler.

    Onun için ey aziz kardeşim!

    Sen de bu İlâhi lûtfa mazhar olmak istiyorsan, kendini terbiye edecek bir mürebbi, bir üstad, bir mürşid bul. Kıymetine paha biçilmez ömrünü boşa zayi etme. Bunun mesuliyeti kadar ağır bir mesuliyet yoktur. Sen bu kadar hazinelere sahip olduğun halde aç kalman revâ-yı hak mıdır?

  • Seni bu güzel nimetlerden mahrum eden, evvelâ kendi nefsindir. Çünkü o nefis hiçbir zaman sahibini doğru yola sevk etmez. İşi gücü daima sahibine kötülük emreder ve Hakk’tan uzaklaştırmaya gayret eder.

    Yabanî hayvanlar gibi ibadât ve tâ’ata yanaştırmak istemez. Tâ ki, islâh edilmedikçe. İnsanın en başta gelen vazifelerinden biri, kendisini Hakk’tan uzaklaştırmak isteyen ve Hakk’ın kendine verdiği cevher ve gizli hâzinelerin çıkmasına engel olan nefsini terbiye edip, kemâlât-ı insaniye ve İslâmiye’ye nâil ve mazhar olmaya çalışmaktır.

    Aman sen yapamazsın, deli olursun, işten güçten kalırsın, sakın ha gireyim deme diye şeytanlar kıyameti koparırlar. Çeşitli bahaneler bulurlar. Sırf bu hakikatlerin meydana çıkmasına mani olmak için çalışırlar. Bizim vazifemiz bu manileri yıkarak Hakk’ın verdiği bu hazinelerden mümkün mertebe faydalanmaktır. 

  • Haccın Ruhu

    — Hac ve Bid'atlar

  • Bid’at, haddizatında çok korkunç ve çok da tehlikeli bir icattır. Ona Peygamber (sallallahü aleyhi vessellem)’in ne kavlen ve ne de fiilen izni ve ruhsatı vardır.

    Meselâ; Bid’at sahibinin ne farz ve ne de nâfile hiçbir ibadetinin kabul olunmayacağı bildirilmektedir. Bu husustaki Hadis-i Şerifler hem meşhur ve hem de pek çoktur. Ama bu bid’at, sadece cuma günü «Zuhr-i Âhır» niyetiyle kıldığımız dört ve iki rekât sünnete mi mahsustur, amel, İtikâd ve ef’âle şümûlü yok mudur? Sevilmeyen israflar, sevilmeyen zalimler, sevilmeyen münafıklar, sevilmeyen fasıklar, Müslümanım deyip de namaz kılmayan, oruç tutmayan, zekât vermeyen, hacca gitmeyenlere ne diyeceksiniz?

    Hatta bir zaman bir kitapta okumuştum. Bir yazar bu minâreleri neden bu kadar yüksek yapıyorsunuz yoksa ezanı gökteki meleklere mi duyuracaksınız? diye açmış ağzını yummuş gözünü, çalmış satırı. Câmilere serilen halılara çatmış. Duvardaki işlememize ve yazılara çatmış.

    Kılık ve kıyafetimize hiç ses çıkaran yok. Hele hanımlarımızın hali göze hiç çarpmıyor. O deniz âlemlerini görebilen yok. Derdimiz Müslümanın namazıyla uğraşmak.

    Cenâb-ı Peygamber Efendimiz kadınlar hakkında buyurdukları fermanlarında, arkalarında kendilerine uyarak namaz kılmak isteyen kadınlara: Namazlarını evlerinin en derin, görünmez ve karanlık yerinde kılmalarını tavsiye etmiştir. Hal böyle iken hatta 1360 senesine kadar Medine-i Münevvere’de kadınlar mevkii gayet kalın perdelerle ayrılmış ve erkeklerle kadınlar arasında bir perde mevcûd idi. Bugün bid’atlarla mücâdele ettiklerini iddia eden Vahhabiler o perdeyi ortadan kaldırmış, kadın-erkek karma karışık bir halde! Çok acı. Hele Mekke-i Mükerreme’deki hal daha da acı.

    Hz. Âişe validemizi hacca götüren hizmetkârlara Hz. Ömer (Radıyallahü anh)in verdiği talimât mütâlâaya şayandır. Ziyaret tavâfından sonra, onların şehrin dışındaki çadırlarda muhafızlarla himâye edilmesi ve tavafın, gece yarısında Kâbe’nin pek tenha olduğu bir anda yaptırılması tavsiye edilirken, bugün bizim hanımların hali çok da acayip, hele Hacerü’l-Esved’i öpmek için yaptıkları çaba ve kazandıkları günah yeter.

    O, bid’âtları kaldıracağız iddiasında bulunanların Kâbe-i Muazzama’yı tavâf edecekleri zaman, bir sürü silâhlı ve silâhsız asker ve kumandanları ile Kâbe’yi işgâl edip, halkın tavâfına mani olmalarına ne diyeceksiniz? İşte bid’atları bahâne edenlerin sonu.

    Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) böyle bir şey yapmış mı veya yapılmasına izin vermiş mi? Yoksa bugünün idarecileri kendilerini haşa Peygamberden de mi yüksek görüyorlar? Bunlara kimse bir şey diyemez. Herkesin gücü Müslümanın namazına yetiyor. Vesselâm. 

  • Hac ve Bid'atlar

    — Mekke-i Mükerreme'den Bir Hatıra

  • Size, Mekke’den koku getirseydim, koku, beş dakika on dakika, yarım saat bir saat içinde kaybolurdu. Şimdi size bir koku getirdim. Zannedersem, ölünceye kadar hatırınızdan gitmez; üzerinizden çıkmaz. O da, Allahu Teâlâ’nın kudretinin sonsuzluğu.

  • Misafir olduğum ev, bir kitap verdi bize. Rasulüllah sallallahu aleyhi vessellemi anlatan bir kitap. Okuya okuya bitiremedim. İçinde bir kitap daha var. O kitap da acaib-garaib şeyleri yazıyor.

  • Şöyle bir hadiseye rast geldim; Hicretten iki yüz sene sonraki bir hadise. Horasan taraflarında bir muharebe olmuş. Mekke tabiînden kalanlar, bu muharebeye iştirak etmişler. Şehid olanlar olmuş. Kalanlar kalmış. Şehidlerden bir tanesinin ailesi çok zarurete düşmüş, kadının kocası yok. Himaye edecek kimsesi yok.

    Çoluk çocuk perişan bir duruma düşmüşler. Kadıncağız iki tarafa kıvranıyor, bu çocukları nasıl kurtarabileceğim diyerekten. Derken bir akşam rüyasında kocasını görüyor. O gün şehid olan şehid arkadaşlarıyla beraber, gayet güzel manzaralı bir yerde oturmuşlar; yemek yiyorlar. Kocası karısını görünce, demiş ki, «Gel, gel!» Evvelâ arkadaşlarından izin istemiş, «Bizim hanım geldi, müsaade ederseniz, bu yemekten o da yesin». Peki, gelsin demişler.

    Çağırmış hanımı, hanımefendi gelmiş. Ağzına o yemekten bir lokma koymuşlar, ve o anda da uyanmış kadın. Rüya, fakat acaib hal!. Uyandıktan sonra, o kadın ölünceye kadar bir daha dünya taamını ağzına koymamış.

  • Ben bu hâdiseyi mütalâa ederken, Halîlürrahman denilen -Kudüs’e tâbi- bir memleketin müftüsü olan, Fettah Efendi isminde bir efendi geldi. Mesele açıldı. Dedi ki, «Tam otuz sene yaşadı o kadın! Otuz sene yaşadı». Bazı büyükler kadını hapsetmişler. Acaba gizlice yiyor da, bize böyle mi gösteriyor kendini? Bakmışlar ki, haftalarca hatta aylarca hapis kaldığı halde kadının kuvvetinde katiyen bir zafiyet görülmüyor. Otuz sene yaşadığını da o müftü efendi rivayet etti.

  • Allah kusurlarımızı affetsin. Mevzuuyu uzatmaya lüzum yok. «Bu olur mu?» mevzuuna gelince, bu insan yemeden yaşayabilir mi?» Tabii, bugünkü kanunlarımıza göre, bilgilerimize göre, insan aç ve susuz şu kadar yaşayabilir ve o müddetten sonra da ahirete intikal eder. Fakat, kudreti İlâhî her kanunun üstündedir!.. Her kanunun üstündedir.

    Binaenaleyh o istediği zamanda istediği kimseler için ki, İbrahim Aleyhisselâm da onlardan birisi. Ateş yakıcı olduğu halde, niçin İbrahim Aleyhisselâm’ı yakamadı? Bıçak kesici olduğu halde, niçin İsmail Aleyhisselâm’ı kesmedi? Su, boğucu olduğu halde, niçin Musa Aleyhisselâm’ı ve taifesini boğmadı?

  • Bu lütfü İlâhî çok büyüktür. Hududu da yok. Bu dünyanın da hududu yok. Bulamazsınız. Coğrafyalarda şöyle bir çizgi çizerler ama, onun altını da bulamazlar yani Hududu İlâhî yoktur.

    Binaenaleyh, Allah’a iyi sarılan insanlar, Allahu Teâlâ’nın her zaman, her çeşitli lütfuna ihsanına mazhar olurlar. Yalnız ki, Allaha sıdk u ihlâs ile sarılıp yücelmek... Cenâb-ı Hak bu mübarek gün ve geceler hürmetine, bu nimeti cümlemize ihsan buyursun...

  • Boyunlarımız bükülmüş, ellerimiz de sana açılmış. Gönüllerimiz de seninledir yâ Rabbî.. Sen bizi bu mübarek gün ve geceler hürmetine, afv ü mağfiretine mazhar olan kullarının arasına kabul eyle de, hüsnü hâtime ile ahirete göçenlerin arasına, cümlemizi idhal eyle yâ Rabbî... 

  • Mekke-i Mükerreme'den Bir Hatıra

    — Medine-i Münevvere'den Bir Hatıra

  • Bazı acaib ve garaib hadiselere her zaman rast gelmekteyiz. Bunlar bize tuhaf gelir. Olur mu, olmaz mı böyle şey gibilerden... Fakat insan düşünürse, insan kadar kıymetli ve güzel bir mahlûk yoktur.

    Yeryüzünde çok mahlûk var... Fakat en güzeli insandır. İnsanın en güzeli de, meleklerden de güzeldir. İnsanın kötüsü, kötülerin de kötüsüdür, şerdir.

    Binaenaleyh, size daha önce Mekke’deki bir hadiseyi anlattım. Burada da Medine-i Münevvere’yi size anlatmak istiyorum.

  • Medine-i Münevvere, bulunduğumuz topraklardan bir topraktır. Bir parçadır yani. Fakat öyle topraktır ki, Toprağı da şifadır, tozu da şifadır. Bu Medine-i Münevvere dediğimiz memleketin.

  • Şöyle bir hadise anlatırlar müfessirler: Yemen’de bir hükümdar varmış. Adına Tübbağ derlermiş. Çok kuvvetli askeri, idaresi varmış. Bu adamın aklına esmiş, Yemen diyarından çıkmış tâ Semerkand denilen Türkistan memleketlerine kadar gitmiş, yaka yıka. Büyük bir orduyla gidiyor tabi.

    Semerkand’ı yıkmış ve yakmış, sonra oradan geri dönmüş. Medine-i Münevvereye yolu uğramış. Medine-i Münevvere’yi de tahribe kasdettiği vakitte -tahrib edecek- yanındaki Beni Kureyze denilen memleketin alimlerinden iki tane alim, buna gitmişler demişler ki:

    «Hoş geldin, sefa geldin amma bu memlekete elleşme! Çünkü bu memlekete ahir zaman Peygamberi gelecek. Darül hicrettir burası. Onun için, sana zararı dokunur bunun» demişler.

    «Sen büyük kumandansın. Yakıp yıkıp geldin buralara kadar amma buraya elleşme. Senin mahvına sebep olur sonra burası!»

    «Kim bu Peygamber-i ahir zaman?»

    Cenâb-ı Hak, Tevrat’ta da peygamberimizin evsafını beyan ettiği için, bildirmişler: Şöyle bir peygamberdir, dini böyledir diyerek anlatmışlar.

    «Öyleyse, ben de ona iman ettim» demiş. Tam Peygamberimizden 700 sene evvel gelen bir adam O’na iman etmiş ve bir de, mektup yazarak ev sahibine bırakmış. Demiş ki, «Her kimin zamanında bu peygamber gelirse, benim kendisine iman ettiğimi bu mektupla bildirsinler».

    Yirmi birinci karın olarak, yani anadan anaya 21. evlad olarak Eyyûp Sultan Hazretleri, Peygamberimiz, evine misafir olduğu vakitte, Efendimiz sallallahü aleyhi ve selleme mektubu tevdi etmiş, hayır dualar almışlar.

    Bu zata İslâm adab ve an’anesi bildirildiği gibi, hac farizası da bildirilmiş: «Müslümanlar, hac da ederler». Bu adam oradan kalkmış: ordusuyla beraber Mekke-i Mükerreme’ye gelmiş. Mekke-i Mükerreme’de 6.000 deve keserekten, Mekke halkına muavenette bulunmuş...

    Ve Kâbe üzerinde bugün gördüğümüz bir örtü var ya; o örtüyü ilk örten bu adam olmuş!.. Kabe’nin ilk örtüsünü bu adam örtmüş. Bugüne kadar da an’aneyle, o örtü geliyor işte... Allah hepimizi affetsin... Tevfikatı samedaniyyesine mazhar etsin...

  • İman bambaşka bir şey! Servetle ölçülmez, kuvvetle ölçülmez, şan ve şerefle hiç ölçülmez. Ne rakipler, ne garipler, ne miskinler vardır ki, gönülleri nur ile doludur. İçlerindeki iman ateşi, aşkı, kâinatı ışıldatır.

  • Binaenaleyh, Medine-i Münevvere çok güzel bir memleket olmakla beraber, ulemanın ihtilâfı olmuş: «Acaba Mekke mi efdaldir, Medine mi efdaldir?» diyerekten. Bazı ülema, Mekke efdaldir demiş. Bazı ulema da -İmam-ı Malik gibi- Medine efdaldir demiş. Mekke’de kılınan iki rekât namaz yüz bin rekâtın sevabını alır. Yüz bin rekat! Medine-i Münevvere’de kılınan iki rekat namaz, bin ila on bin arasında sevap alır. Kudüs’te kılınan namazdan ise, beş yüz rekât sevabı alınır.

  • Binaenaleyh, Medine-i Münevvere çok efdal bir yer olmakla beraber, Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellemin bulunduğu şebeke-i şerafeti ihtiva eden Kubbe-i Hadra, Arş denilen yüksek makamdan da âlâdır. Toprağı her şeyin üstündedir.

    Binaenaleyh, Medine-i Münevvere bu kadar güzel olmakla beraber, yine bir hadisi şeriflerinde Deylemî Hazretleri rivayet eder ki:

    «Haramdan bir danik miktarı bir şeyi terk etmek (Danik: İki kırat ağırlığındaki nesneye diyorlar, her bir kırat, beş arpa ağırlığında olurmuş. İki kıratın ağırlığı on arpaya muadil ki, bizim bir kiraza değmez, bir üzüme ve bir duta değmez. On arpa daha hafif gelir, üzüm ve kiraz daha ağır gelir) bu kadarcık bir haramı terk etmek, farz olan haccı yaptıktan sonra yapacağı binlerce, hattâ seksen bin hacdan efdaldir»!..

  • Yalanla para kazananların, haramla para kazananların, rüşvetlerle para kazananların; efendim, ihtikârlarla para kazananların kulakları çınlasın. Binaenaleyh haramı terk her şeyden efdaldir. Ama, çok kazanamayacaksın, napalım canım? Ayağını kapayacak kadar bir kulüben olsun, kâfi. Karnını doyuracak bir parça ekmek olsun, kâfi! Çok şanlı şerefli yaşayacağına, Allah’ın rızasını kazanarak yaşamak her şeyden efdal.

  • Veysel Karanî Hazretlerinin nesi vardı? Nesi vardı ama, bugün efdalü’l-beşer... Herkes hürmetle anıyor onu. Neden? Allah’ın rızasını kazanmak için, her şeyini feda etmiş; meczub bir hale gelmiş. Kendisine de hakim değil de ondan.

  • Binaenaleyh, Allahu Teâlâ cümlemizi afvü mağfiret eylesin de, o güzel mukaddes makamlarda yapılan dualara, bizim dualarımızı da ilhak ederekten, bizi razı olduğu, hoşnud olduğu, sevdiği kulları arasına kabul buyursun. Hayat ancak bu rızayı kazanmak içindir. Bu hayat bize verilmiştir ya, elli sene-yüz sene yaşarız. Fakat bunun sebebi, hakkın rızasını kazanamaz da, yazık olaraktan o cehennem evine düşülürse; ki, ne büyük felâket, ne büyük acıdır. Bunun yegâne sebebi günahlardır.

  • Günahlar adamı gâvur etmez lâkin, günahlar, insanları güvurluğa doğru sürükler de haberleri olmaz. Sel geldiği vakit önüne nasıl çörü çöpü kapıp da, sürükleyip götürüyor, işte günahlar da insanları böyle sürükleyip götürür, küfrün içerisine sokar da, haberi bile olmaz, «Ben Müslümanım» der.

  • Onun için, küfür en büyük felâket. Beş tane felâket var: Evvelâ, tevbe etmezse karısı boş olur. Yaptığı ibadetler de yoğa gider, boşa gider. Ne kadar ibadet yaptı, ne kadar hac da yaptıysa hepsi boşa gider. İbadetler kaza olunmaz ama, tevbe ettikten sonra haccını tekrar yapması lâzım.

    Karısı boş olur demiştim. Ben, boşamadım karıyı diyemez. Mukavele fesh oldu artık. Ağzından çıkan o küfür kelimesiyle, nikâh kendiliğinden fesh oldu. Karı senden ayrıdır artık. Karının yanına sokulamazsın. Bu benim karımdır, diyemezsin artık, geçti. Tövbe edersen, taze bir nikâhla nikâhı evvelin: evvelki nikâh üzerine 10 gümüş dirhem daha ziyade etmek üzre, yeni bir nikâh kıyılabilir.

    İkincisi: Tövbe etmezse kestiği de yenmez. Allah affetsin kusurlarımızı. Sonra eğer tövbe etmezse yine, ki, tövbesi «Eşhedi enlâ ilahe illallah» demekle olmaz, diyorlar. Bunu demekle dönemez yine gavurluktan! O dediği sözden, «Ben bundan tövbe ettim, yanlış yapmışım. Rücu ettim bu sözden» diyecek.

    Nasıl ki, bir kâfir Müslüman olurken hemen «Eşhedü enlâ ilâhe illallah» demesi kâfi değil. «Ben bütün batıl dinlerden rücu ettim» diyecek. Bütün batıl dinlerden rücu ederek, İslâm’a girdim diyerek kelime-i şehadeti getirecek. Bu da öyle yapacak.

    Eğer tövbe etmeden ölürse, bu sefer bunun cenazesi de kılınmaz ve bir Müslüman mezarlığına da gömülmez, diyor. Hatta bir Müslüman mezarlığına değil, hiç bir makbereye gömülmez, diyor. Hangi milletten olursa olsun. Ne Yahudi mezarlığına, ne Hristiyan mezarlığına gömülmez, diyor. Ne felâket!

    Allah cümlemizi affetsin. İmanı sağlam, kavi olan ve her akşam tevbe istiğfar ile, tecdidi iman tecdidi nikâh ederek yatağına giren, Cenâb-ı Hakk’a daima tazarru ederek elini açıp, «Yâ Rab! Beni doğru yoldan ayırma, beni nefsin, şeytanın yollarına kaptırma!» diye yalvaran mü’minlerden eylesin.

  • Şimdi, Medine-i Münevvere’den gördüğüm bir hadiseyi de, arz edeyim size: Bir vakit namazında ön safa gittim. Malûm, o ön saf, bizim Kanûnî Sultan Süleyman’ın yaptırdığı bir mihrabdır. Bir on metre, belki daha fazla camiyi genişletmiş.

    Orada baktım, hep talebeler toplanmışlar. Kitapları ellerinde ders çalışıyorlar. Gözüme çarptı. Baktım, hep saatler sağ ellerinde. Allah Allah, dedim. O gün soramadım hiç birisine, ertesi gün yine gittim. Daha kalabalık bir cemaat... Baktım, saatleri yine hep sağ ellerinde.

    Birisine sordum. Yâhu, dedim. «Herkes sol eline takarken siz niye sağa taktınız». Dedi ki. «Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem, sağı sevmezmiydi? Sağ elinizle yiyin, sağ elinizle için, sağ elinizle alın, sağ elinizle verin diyen Peygamber değil mi? Kur’an’da da eshabül yemin diyerekten Cenâb-ı Hak bunu medh etmiyor mu? Biz de ondan dolayı sağ elimize taktık» dediler.

    Sonra da, Cenâb-ı Peygamberin «Siz Yahudi ve Hristiyanlara uymayın» dediğini hatırlattılar. «Kim onlara uyarsa o da onlardandır demiyor mu Kur’an’da. Onlar soluna takıyorsa, biz de sağımıza takarız» dediler.

    Sonra, «gayri mağdûbi aleyhim veladdallîn, diye her gün okumuyor musunuz?.. Orda Allah’a diyorsunuz ki, yâ Rabbi onlardan etme bizi, böyle dediğiniz halde onlara nasıl uyulur?» dedi. Allah cümlemizi affetsin.

  • Bakınız Kâbe çok güzel... Medine çok güzel, Peygamber-i ahir zaman orda yatıyor. Yedi yüz sene evvel gelen Tübba bile ona iman etmiş... Ona halisane bir iman ile bağlanan, onun istediği İslâmiyet üzerine yaşayan kullarından etsin cümlemizi. 

  • Medine-i Münevvere'den Bir Hatıra

    — Efendimiz Hazretlerinin (K.S.) Son Hacları Esnasında (Ekim 1980) Bir Grup İhvana Yapmış Oldukları Tavsiyeler

  • (Besmele, hamdele, salveleden sonra)

    • Buralarda bin sevap işleniyor, bin de günah... Bundan sonra nafile hacca gelinmesin!.. Bir anlık cihad kırk hacca bedeldir... Bir anlık büyük cihad seksen hacca bedeldir... Büyük cihad ise halvetlerle olur.
    • Mustafa Feyzi Efendi Hazretleri 24 yıl halvet yapmış.

     

    • Allah demekten daha efdal ibadet yoktur.
    • Her nefeste Allah’ı (c.c.) hatırla...

     

    • Halvetler sayesinde daima zikir halinde bulunursun.
    • Halvet toplu da olur, yalnız evde de olur.
    • Halvet usulünü bildiren Arapça kitaplar var. Oradan alıp yapın.
    • Senede üç defa halvet yapın:
      1. — Ramazanın son on günü
      2. — Zilhiccenin Arafe dahil on günü
      3. — Muharremin ilk on günü.

    Bir daha toplu halde bulunacağımızı zannetmiyorum!..

    • Ne dervişlikte, ne şeyhlikte, ne imamlıkta iş yok!.. İş Allah’ın rızasını kazanabilmekte!.. İş Allah’ın kulu olabilmekte!..
    • Allah’ın rızası, az fakat devamlı ibadetle ve günahlardan kaçarak kazanılır.

     

    • Günahları büyüklerimiz dört yüz defa okuturlarmış... Siz de çok okuyun.
    • Gönlünüze şeytanı sokmamaya çalışın. Çıkarması çok zor!..

     

    • Çok bilmek hüner değil. Çok paranın da hesabı var... Kuvvete sahip olmak da hüner değildir. Her ilmin üstünde ilim vardır.
    • İlim, edep ve takvayı beraber yürütün...
    • Buralara -farz hac için olduğu gibi- mutlaka gelinecekse ceplerinizi para ile doldurun öyle gelin. Kimseye sığınmayın!.. 
  • Efendimiz Hazretlerinin (K.S.) Son Hacları Esnasında (Ekim 1980) Bir Grup İhvana Yapmış Oldukları Tavsiyeler

    — Hacla İlgili Terimler

  • Hacc: Muayyen bir zamanda Kâbe’yi ve etrafındaki bir kısım kutsal yerleri usulüne uygun olarak ziyaret etmek ve yapılması gereken diğer menâsiki yerine getirmektir.

  • Umre: Muayyen bir zamana bağlı olmadan Kâbe’yi usulüne göre ziyaret etmektir.

  • Ziyaret: Ziyaret’ten maksat, ihramlı olarak tavâf, sa’y ve vakfe gibi menâsiki usulüne göre yapmaktır.’ Ziyaret belirli zamanda ve Arafat vakfesi ile birlikte olursa «Hacc» herhangi bir zamanda, vakfesiz olarak icra edilirse «Umre» adını alır.

  • Menasik: Hacla ilgili fiil ve ibadetlerden her birine «nüsük» veya «mensek» denir. Hacla ilgili işler ve ibadetler demektir.

  • Farz olan Hacc: Belirli şartları haiz olan kimselerin, ömürlerinde bir defa yapmaları gereken hac’tır.

  • Vacib olan Hacc: Üzerinde farz veya vâcib olmadığı halde, herhangi bir sebeple, haccetmeyi adayan kimsenin, adağını ifâ etmesi demektir.

  • Nafile Hacc: Farz olan hacc edâ edildikten sonra, ikinci, üçüncü defa yapılan haclar ile, haccetmekle yükümlü olmayan çocuk, köle, deli, bunak gibi kimselerin yaptıkları haclar nafiledir.

  • İfrad Haccı: Umresiz yapılan hactır .Hac ayları içinde, hactan önce umre yapmayarak, sadece hac menasikini ifâ edenler «ifrad haccı» yapmış olurlar.

  • Temettü Haccı: Aynı yılın hac aylarında umre ve haccı ayrı ihramlarla edâ etmektir.

  • Kıran Haccı: İfrad ve Temettü haccının ikisine birden niyetlenerek, umre ve haccı bir ihramda birleştirmektir.

  • Hacc Ayları: Hac menasikinin başladığı ve devam ettiği aylardır ki Şevval ve Zilkade ayları ile Zilhicce’nin ilk on günüdür.

  • Hacla İlgili Terimler

    — Hacc Günleri

  • Eyyam-ı Malûmta :Zilhicce’nin ilk on günüdür. Terviye, Arefe ve kurban günleri bunlardandır.

  • Eyyam-ı Madûdât :Beş vakit namazın farzlarından sonra tekbir alınan günlerdir. Arefe günü sabahından bayramın dördüncü gününe kadar beş gündür. 

  • Yevm-i Terviye: Zilhicce’nin 8’nci günüdür. Hacıların, bu gün sabah namazını Mekke’de kılıp güneş doğduktan sonra Mina’ya çıkmaları ve geceyi Mina’da geçirmeleri sünnettir.

  • Yevm-i Arefe: Zilhiccenin 9’ncu günüdür. Haccın en önemli rükuü olan «Vakfe» Arafat denilen bölgede bu gün yapılır.

  • Yevm-i Nalır: (Kurban kesme günü) Zilhicce’nin 10’ncu günüdür.

  • Eyyam-ı Teşrik: Zilhiccenin 11, 12 ve 13’ün cü (Bayramın 2, 3 ve 4’üncü) günleridir. 5 vakit namazın farzlarından sonra teşrik tekbirlerinin alındığı Arefe sabahından bayramın 4’üncü günü akşamına kadar olan 5 güne denir.

  • Eyyam-ı Mina: Mina’da şeytan taşlamanın yapıldığı günlerdir.

  • Mevsim: Haccın edâ edildiği zamana denir. Zilhiccenin ilk on günü kastedilir.

  • Harem: Mekke ve etrafında, bitkileri koparılmamak ve hayvanları avlamamak üzere sınırları belirlenmiş bölgeye denir. Bu sınırların dışında kalan yerlere «Hıll» denir.

  • İhram: Hacc veya Umre niyetiyle, diğer zamanlarda helâl olan bir kısım fiil ve davranışları, kişinin kendisine belirli bir süre için haram kılması demektir. Erkeklerin büründükleri «ridâ ve izâr» denilen iki parça örtüye de halk arasında «ihram» denilmektedir.

  • İhram Namazı: İhrama girmeden önce iki rek’at namaz kılmak sünnettir. Bu namazın ilk rek’atında «Kâfirun», ikinci rek’atında da «İhlâs, surelerinin okunması efdaldir.

  • İhram yasakları: İhramlı iken yapılması cezayı gerektiren fiil ve davranışlardır.

  • Arafat: Mekke’nin yaklaşık 25 km. güneydoğusunda (yaya 6 saat mesafede) bir bölgenin adıdır. Haccın iki rükuünden biri olan «Vakfe» Zilhicce’nin 9’ncu günü burada yapılır.

  • Müzdelife: Arafat ile Mina arasında bir bölgenin adıdır. Arefe günü güneş battıktan sonra Arafat’tan batıya gelinir. O gün akşam ve yatsı namazları, yatsı vakti girdikten sonra burada «cem-i tehir» ile kılınır. Gece burada geçirilir. Bayram günleri Mina’da atılacak küçük taşlar da genellikle burada toplanır.

  • Mina: Müzdelife ile Mekke arasında. Harem sınırları içinde bir bölgenin adıdır. Büyük, Orta ve Küçük Cemreler buradadır. Bayram günleri «şeytan taşlama» denilen «remy-i cimâr» burada yapılır.

  • Mescid-i Haram: Mekke’de ortasında Kâbe’nin bulunduğu cami-i şeriftir. Buna «Harem-i Şerif» de denir. «Harâm» denilmesinin sebebi; ihtiram ve saygı vâcib olduğu içindir. 

  • Mescid-i Aksa: Kudüs mescididir. Yeryüzünde mescid-i Haramdan sonra yapılan ilk mesciddir.

  • Mescidü’n-Nebî: Medine-i Münevvere’de içinde Rasûlüllah’ın Kabr-i saâdetinin bulunduğu câmi-i şeriftir. Bizzat Rasulullah tarafından yaptırılmış, daha sonra muhtelif tarihlerde genişletilmiş ve yenilenmiştir.

  • Ravza-i Mütahhare: Mescidü’n-Nebî’nin Rasûlüllah Efendimizin kabr-i saadetleriyle minber-i şerif arasında kalan kısmıdır.

  • Kubâ Mescidi: Medine-i Münevvere’ye yaya bir saat mesafede Kubâ köyündedir. Hicret esnasında bizzat Rasûlüllah tarafından yaptırılmış ve Kur’ân-ı Kerîm’de «Takvâ Mescidi» diye isimlendirilmiştir.

  • Tavaf: Kâbe’nin etrafını usulüne göre yedi defa dolaşmaktır. Devirlerden her birine «Şavf» denir.

  • Metaf: Kâbe’nin etrafında tavaf edilen yere «Metâf» denir.

  • Lemel: Erkeklerin, tavafın ilk üç şaf’ında, kısa adımlarla koşarak ve omuzları silkerek çalımlı ve süratli yürümeleridir.

  • İstilam: Hacer-i Esved-i selamlamak demektir.

  • Safâ ve Merve: Mescid-i Haram’ın doğusunda yaklaşık 350m. aralıklı iki tepedir. Güneydeki safâ, kuzeydeki ise Merve’dir. Sa’y, bu iki tepe arasında yapılır.

  • Sa’y: Safâ ile Merve arasında gidip gelmektir. Safâ’dan Merve’ye «4» gidiş, Merve’den Safâ’ya «3» dönüş olmak üzere «7» şavk tan ibarettir.

  • Mes’a: Safa ile Merve arasında sa’y edilen yere «Mes’a» denir.

  • Hervele: Sa’y’ın her şavtında safâ ve Merve adlı tepeler arasındaki vâdî tabanına inildiğinde, yeşil renkli sütunlar arasında, erkeklerin sür’atli, çalımlı ve canlı yürümeleridir. Erkekler için sünnettir. Kadınların hervele yapmaları gerekmez.

  • Remy-i Cimar: (Şeytan taşlamak) Mina’da «Lemre» adı verilen taş kümelerine ufacık taşlar atmak demektir. Hac’da bayram günlerinde Mina’da «Akabe, orta ve küçük cemre» adı verilen, üç cemreye usulüne göre ufacık 7şer taş atmak vâciptir.

  • Halk ve Taksir: «Halk», saçların dipten tıraş edilmesi, «taksir» ise saçların kısaltılması demektir. Hac ve Umre’de ihramdan çıkmak için başın tıraş edilmesi veya saçların kısaltılması vâciptir. Hac’da bunun bayram günlerinde ve Harem bölgesinde; Umre’de ise tavaf ve sa’y’dan sonra yapılması, gerekir.

  • Udhiye: Kurban Bayramı’nda belirli şartları hâiz kimselerin kesmeleri vacip olan kurbana «udhiye» denir.

  • Hedy: Harem bölgesinde, hacla ilgili olarak kesilen kurbanlara «hedy» denir.

  • Cinayet: Hac’da cezayı gerektiren fiil ve davranışlara denir.

  • Keffaret: İşlenen cinayet karşılığında çekilmesi gereken ceza demektir. Oruç sadaka veya kurban olabilir. 

  • Hacc Günleri

    — Efendi Hazretlerinin 26 Nisan 1078 Perşembe günğ Umreye Gitmeden Önce Sabah Kahvaltısına Müteakip Yaptığı Konuşmadır

  • Elhamdülillahirrabbilalemin. Vel akibeti lil müttakin. Vessalatü vesselâmü alâ seyyidina Muhammedin ve alilli ve sahbihi ecmaiyn.

  • Cenâb-ı Feyyaz-ı Mutlak cümlemizden ve cümlenizden razı olsun.

  • Bugün Meke-i Mükerreme’ye Allah’ın rahmetine ümitlenerekten, belki bu hastalığımız orada geçer diyerekten gitmeye niyet ettik. Size de bu arada birkaç nasihati -bildiğiniz şeyler bunlar- hatırlatmak ve hatırlattığım şeyleri -hepiniz bilirsiniz de- bunu bütün kardeşlerinize, hatta bütün Müslümanlara yaymaya çalışmanızı -elinizden geldiği kadar- rica edeceğim.

  • Günahlar en büyük afatlardır. Bugün hastalıkların en kötüsü -Allah korusun- kanserdir. Kanserden daha fenadır günahların en ufağı!.. Büyükleri daha fena, onun mukabili olmaz. Yani kanserden, vebadan, koleradan, envaından nasıl korkup kaçıyorsak günahlardan öyle korkup kaçmak lâzımdır. Bu günahlardan kaçınmadıkça, işte bir koleralı, bir vebalı, bir kanserli ne ise halimiz o olur. Ayakta gezeriz ama, o hastanın hali ne olacak ise o kadar. Onun için günahları çok gösteriyorlar. Bunlardan kaçıp kurtulmak bugünkü fırtınada çok zor... çok zor... Mümkün değil demeyelim ama, çok zor yani...

  • Onun için büyüklerimiz üç şey üzerinde durmuşlar. Bu üç şeyi elde edebilirsen kötülüklerden kurtulursun. İyilikler de bu üçün peşinden gelir. İyilikleri elde ettikten sonra kötülükler de bu üçün olduğu yere sokulamaz demişler. Yani, günahlardan da bu suretle kurtulursun...

  • Üçün biri -birkaç defa tekrar etmiştim zararı yok- mahviyyet diyorlar, yokluk!.. Kendine benlik verme, benim deme!.. Hocaysan hocalığı veren Allah! Alimsen, hafızsan hafızlığı veren Allah! Zenginsen zenginliği veren yine Allah! Kuvvet kudret sahibiysen onları veren yine Allah.. Bunları kendine mâl etme, bu benim sa’yü gayretimle olmuştur deyip de meydana çıkma! Çünkü bu meydana çıkanlar firavunlar misâli helâk olur giderler, Allah esirgeye...

    Bugünkü fitnelerin, felâketlerin başı da, bu benlikten kopuyor. Benlikler oldukça fitneden kurtulamayız. Onun için uzun bahisler yapmışlar bu benliğin yıkılması hakkında; sözü kolaydır da yapması zordur. İnsan okudukça kendine zaten bir varlık gelir, benlik gelir tabiatıyla... Benim der, yükseldikçe benlik o mertebede yükselir insanda.. Benlik de yükselir yükseldiği kadar... İşte bunu görebilmek en büyük hüner!..

  • İkincisi: Kimsenin günahıyla, kusuruyla meşgul olma demişler!.. Benim sözüm değil bunlar, büyüklerin topladığı sözler... Çünkü kusurlarla meşgul olunca hayatta kendimize yaşayacak zaman kalmaz! Çok insan var, bunların hepsinin çeşitli günahları var, kendimizin de var. Bunların hepsinin günahlarıyla uğraşırsak vay halimize... Allah demeye vaktimiz bile kalmaz.

  • Binâenaleyh, kimsenin kusuruyla meşgul olma ve kimsenin günahıyla da onu muaheze etme. Allah’a yalvar... Allahım, Yarabbim; bunu bundan kurtar, de... Peygamberimizin sözlerinden, «Ayıpları örtenlerin ayıplarını Allah örter»... Yalnız birkaç yerde müsaade etmişler, onlar da nadirattandır. Meselâ: İnsanın yanında oturan yankesici ise, cebine dikkat et, yanında oturan yankesicidir, diye ikaz etmek...

    Fakat sair meselelerde hep Allah’a havale et!.. Sen Müslüman kardeşinin ayıbım ört. Ayıbını katiyen açmaya çalışma!.. Hepimizde ayıp var. Ayıpsız insan olur mu?.. Birkaç tanesini sayayım ayıplarımızın:

  • Yatsı namazından sonra oturup konuşmak ayıp dinen, bunu kim yapmıyor?..
    Gece namazlarını (yani, teheccüd) kılmamak günah kim yapıyor bunu?..
    Yatarken abdest alıp, namaz kılıp yatmak lâzımken bunu da yapmıyoruz, bu da ayıp...
    Sabah namazlarına erken kalkıp camiye yetişmek herkese nasip olmuyor, bu da günah...
    Misvak, kaç kişi kullanır bilmem?.. Diş fırçasını tercih ederiz misvakın yerine.
    Misvak efdaldir, diş fırçası mühim değil...

    Onun üzerine bütün bunların hepsi ayıpların, günahların içerisinde. Tefler, dümbelekler, çalgılar ve televizyonlar, envayı sairesi; bunlar hep günah içerisine girer, ama bugün bunların hepsine biz teslim olduk!..

    Hepimizin evinde az çok bir şeyler var. Bunlardan kurtulmak çok zor!.. Onun için ayıp kendi ayıbımız... Hadi bakalım, bunları at dışarıya... Atamıyoruz. Öyleyse başkasına da karışma!..

  • «Men setera uyûbel müslimîn, seterallahü. uyûbehü». Kim ki kardeşlerinin günahlarını örter; Allah da onun günahlarını örter. Kim açar; Allah da onun günahlarını meydana kor, açar... Yani, nerde olursa olsun dünyada da onun ayıpları meydana çıkar; rezil olur öyle gider...

    Onun için ayıplarla meşgul olma demişler. Hepimizde ayıp var... Kimsenin ayıbıyla meşgul olmayalım. Kendi ayıbımızı tashih edebilirsek ne mutlu bize!..

  • Birisi de sevilecek zat-ı ecelli alâ yalnız Allah’dır... Her şey sevilir. Birçok şeyler var sevilen. Ama hepsi muvakkat... Hepsi kalacak burada. Kimseye yaramıyor. Burası misafirhane!.. «Her gelen gitse gerektir» dedikleri bir yer...

    Onun için burada, bize bu kuvvetleri, bu kudretleri, bu nimetleri veren, sahib-i zülcelâl hazretleri Allah’a boyun büküp sevmek onu...

  • Bak, hepimizin bildiği bir şey: Tımarhanede bir sürü deliler vardır. Gürbüz, sağlam, her şeyi, kuvvetleri yerinde... Fakat akılları olmadığı için oraya onları, o zavallıları hapsetmişler, kimseye zararları olmasın diyerekten... Bizde de o akıl olmasa ne yaparız?.. Bizi de tıkarlar oraya... O aklı veren, kim olacak, Allah’dan başka? Hiç kimse verememiştir. O büyük nimetten haberimiz de yok...

    Birisi gelse dese ki: «Şu aklını bana ver. Şu dünyayı topunnan sana vereceğim». Kim razı olur?.. Deli bile razı olmaz... Demek bu kadar büyük nimetin içeri sindeyiz de, o nimeti bize vereni sevmemek elden gelir mi hiç?..

  • Onu sevmek mümkün değil, onun yolladığı peygamber sallallahü aleyhi vesellemi sevmedikçe!.. Peygamber sallallahü aleyhi vesselem 1.400 sene oluyor dünyadan gideli... Onu sevmek nasıl mümkün olacak?.. Ancak onun sünnet-i seniyelerini sevmekle mümkün olur. Sünnet-i seniyesini sevmek ona uymakla olur. Sünnet-i seniyyeye uymayan bir insanın, ben peygamberi seviyorum demesi; o, doğru olmaz. Onun için Allah hepimizi affetsin...

  • Üçüncüsü de sure-i elhamı hergün 40 defa okuruz. Günde 50 defa, 100 defa okuyanlar da oluyor. Bunun içerisinde -hepsinin mânâsı geniş de- iki tanesi çok nazarı dikkatimizi celbeder.

    «İhdinassıratel müstakim. Sıratallezine en’amte aleyhim, gayril mağdubi aleyhim veleddalin»...

    O Allah’a hamdü senadan sonra Cenâb-ı Hakk’ın istediği bir şey sırat-ı müstakim İslâm yoludur. İslâmın yolunu isteriz... O İslâm yolu, Peygamber sallallahü aleyhi vesellemin ve esbabının gittiği yoldur.

    Altta görüyorsunuz «gayril mağdubi» var orada diyor ki, «Ya rabbi, sakın yehud yolu olmasın, Nasara yolu olmasın. Hıristiyanların yolunu istemem. Yolum İslâm yolu olsun ya rabbi»!..

    Bunu günde beş defa yalvarırız Cenâb-ı Hakk’a da, yolumuza bakıyoruz; Sünnet yalnız yemekteki, yalnız namaz kılmaktaki sünnetler değil, çok sünnetler var. Meselâ: Oturuşta sünnet... Eve girişte sünnet... Çıkışta sünnet... Yemek yerken sünnetler... Efendim, kalkışta sünnetler, Dualarla beraber... Efendim, çeşitli... Bu sünnetlerin hepsi, peygamber sallallahü aleyhi vesellemin sünnetidir. Bu sünnetlere uymamak kerahattir. Kerahat mekruhtur, sevap değil ki!..

  • «Bir kimse hangi kavme benzerse o da onlardandır» tâbiri çok geçer... Giyimlerimizde, kuşamlarımızda, her şeyimizde İslâm adabına riayet edip İslâmca yaşamak... Saltanat; işte olur bir müddet bir saltanat ama arkası yok...

    Arkası ölüm. Mezarlık iki şeyden ibarettir. Mezarlık ahiretin kapısıdır. Oraya girdi miydi iki pencere var. Birisi cennete açılır, birisi cehenneme açılır. Burada hangi pencerenin sahibi olduysak oraya gömüldükten sonra o pencere sabah ve akşamda açılır. Sabahda ve akşamda... Televizyonda seyrettiğimiz gibi orda da cennetteki yerimizi seyreder dururuz. Kudretullah...

    Allah muhafaza etsin. Buradan imansız göçer, ahlâksız göçer, kötülüklerle göçer. O, cehennemdeki yerimizi görmeye kalırsak vay halimize!..

  • Onun için ayaklarımızı çok denk almak lâzım. Dünya... Zinatül hayattır dünya, n’olacak, hepsi fâni... Bugün çalım satar insan. Şunu yapar böbürlenir. Kendinden -tabaka tabaka ya insanlar- aşağı bir Müslümanı hakir görmekten daha büyük bir günah yoktur!.. Çok büyük günah... O kardeşini Allah yaratmıştır. Hattâ mahlûkatın hepsi de Allah’ındır. O Allah’ın yarattığı mahlûkatı hor görmek, hakir görmek, hele Müslüman olsun da... Onun bilgisi yoktur, parası da yoktur belki... Sefildir üstü başı da... Olsun ama, Allah’ın kuludur. Onu hakir görme!.. Elinden geliyorsa yardım et... Hakirliğinden dolayı onu ta’yip etme!.. Bilinmez insanın içindeki cevheri!..

  • Bizim büyüklerimizin çoğu ümmîdir... Cahil değildir. Cahil diye Allah’ı tanımayana derler. Ümmî okumasını yazmasını bilmeyene derler. Peygamberimiz de ümmî... Bütün evliyaların çoğu ümmî... Okumasını yazmasını bilmedikleri halde içlerinde merhamet galiptir. Şefkat galiptir. Sevgi galiptir. Ondan dolayı Allahü Teâlâ, onları kutup bile yapmıştır. Evliya yapmıştır. Onun için, üstüne başına bakarsın da hoşuna gitmez, ama Allah’ın sevgili bir kuludur. Onun için onlara herkese, yâni elden gelen hürmet, saygı zayıfların yardımına koşmak, büyüklere karşı hürmet ve saygıda bulunmak Müslümanların vazifesidir. Çünkü, kim ki büyüklerine karşı saygı yapamıyor, küçüklerine karşı şefkat ve merhameti yoktur, feleyse minna bizden değildir. Onun için büyüklerimize karşı daima saygı ve sevgi, küçüklerimize karşı da merhamet, şefkat... İslâm zaten bu iki şeyden ibaret diyorlar.

    Allah hepimizi affetsin. Tevfikat-ı Semedaniyyesine mazhar eylesin.

  • Bu Yahudi ve nasaraya karşı, hatta Hristiyanların kâffesine karşı Kur’an’ı okuyun. Onu rica edeceğim. Kur’an’ı okumasını muhakkak öğrenin. Tercümeler de var evlerimizde... Onlardan da istifade edin. Düşmanlara karşı Allahü Teâlâ’nın ne şedit emirleri var!.. O düşmanlarla dostluk, muhabbet, sevgi yakışmaz Müslümana... Onlarla icaba göre, ileriye gitmeden...

  • Onun için hepimizin kusurları var. Kusurları affedelim. Benim de bir sürü kusurum var. Benim de kusurlarımı affetsin. Allah sizlerin de kusurlarınızı affetsin. Cenab-ı Hakka dua edin, inşaallah sağlık ve afiyetle gidip gelmek nasibi müyesser eylesin. Hepinize hayırlı ömürler, hayırlı rızıklar, hayırlı afiyetler ihsan eyleşin. Dünyanız, ahiretiniz mamur olsun. Günahlarınız mağfur olsun. Diğer günahlarımızı da Cenâb-ı Hakk’ın fadlu keremi bol iyiliğe tahvil buyursun.

    Rahmeti geniştir, büyüktür. Elimizi açarız. Ebubekir Hazretlerinin manzumesi çok büyüktür. Onu inşaallah gelince belki bir şey olarak çıkartır, Müslüman kardeşlerimize veririz. Rehberimiz o!.. O, büyüklüğü ile beraber:

    «Zenbühü zenbüh azîmün fağfirizzenbelâzim İnnehü şahsım garibün müznibün abdün zelil» diyor.

    «Gale yâ rabbi zünübî misle remlin lâ yüad» diyor.

    Günahların ya rabbi kumlar nasıl sayılmazsa öyle sayılmaz diyor, o kadar çok diyor. Bunu diyen pirimiz. Biz ondan sonra ufacık meziyetlerimizle böbürlenirsek elbette bize lâyık olmaz.

  • Onun için bütün kardeşlerime bu nasihatları söyleyin. Hepimiz Rahmeti îlâhiyyeye muhtacız. Hiç kimse kendi ameliyle cennete giremeyecek. Başımızı secdeden kaldırmasak, gece-gündüz oruç tutup namaz kılsak yine cennete girmeye lâyık olamayız. Cennete ancak Allah’ın rahmetiyle gireceğiz. Onun için Allah’ın rahmetine sığınalım. Allah affetsin kusurlarımızı da o cennete giren kullarının arasına bizleri de kabul etsin inşaallah.

    Allahünıme innâ neselüke tamamen ni’me, ve devamel afiye, ve hüsnel hatime, bilhürme- til fâtiha... 

  • Efendi Hazretlerinin 26 Nisan 1078 Perşembe günğ Umreye Gitmeden Önce Sabah Kahvaltısına Müteakip Yaptığı Konuşmadır