Ölüm

KİTABA DAİR

— Yayınevi

  • «Bu eser, M.Z.K. (Rh.a)’ın diğer telif eserlerinden ehemmiyetine binaen SEHA NEŞRİYAT tarafından derlenerek hazırlanmıştır.»

     

    Mehmed Zahid. Kötku (Rahmetullahi aleyh)

     

    Merkez: Selânik Cad. 49/1, Kızılay - ANKARA, Tel: 25 24 43
    Şube : Hacıbayram Cad. 12, Ulus - ANKARA, Tel: 12 65 28
    Şube : Feyzullah Ef. Sok. 6, Fatih - İSTANBUL, Tel: 524 16 00  

     

    SEHA NEŞRİYAT: 35
    Sohbet Serisi: 19

     

    Kapak: Göze Grafik
    Kapak baskısı: Temel Matbaası
    Dizgi, Baskı, Cilt: Acar matbaacılık tesisleri

     

    İSTANBUL – 1985

  •  Yayınevi

    — İçindekiler

    • Önsöz 7

    ÖLÜM

    • Ölüm Öncesi Ahval Ölüme Hazır Olmak - 9
    • Ölümü Çok Hatırlamak - 14
    • Büyüklerin Ölümle ilgili Nasihatleri - 23
    • Ölüm Gelmeden Önce - 28
    • Amel Defterini Açık Bırakmak - 32
    • Kişi öldüğünde - 36
    • Ölüye ahiretteki yeri sabah ve akşam arzedilir - 37
    • Ölüye Yapılan Telkin - 44
    • Mü’min Öldüğünde - 49
    • Yerin kendisine mü’minin gömülmesini kâfirin gömülmemesini ister - 51
    • Toprak, hamil-i Kur’an’ın cesedine zarar veremez - 53
    • Ehl-i cennetin cenazesinde bulunanlara Allah azab etmekten haya eder - 56
    • Ölüm Sonrası Ahval - 58
    • Kişi öldüğü vakit kıyameti kopmuştur - 58
    • Öldüğü vakit, salih kişi bir an önce yerine kavuşmayı kötü kişi de kavuşmamayı diler - 61
  •  İçindekiler

    — Önsöz

  • Dünya hayatı hepimizin bildiği gibi gelip geçicidir, fanidir, kısa süren bir oyundan ibarettir. Bu dünyada mü’mine yaraşan Rabbine lâyık bir kul olabilmektir. Gafletle geçen günlerin, Allah’ın emirlerine isyanla geçen günlerin hesabı tek tek sorulacaktır öte dünya da. Bütün insanlar Allah’ın halifesi olarak gönderildikleri yeryüzünde ne yapıp ettiklerinden, hesaba çekileceklerdir. Binaenaleyh ölüm, bu büyük hesap gününe açılan ilk kapıdır. Herkes bu kapıdan girecek ve «her nefis ölümü tadacaktır.» ilahi fermanına boyun eğecektir.

  • «Ölmeden önce ölünüz» buyruğu bize ölüm öncesi hayatin önemini anlatmaktadır, ölüme hazırlıklı olmak, her an Allah’ı hatırlamakla, onun emirlerini eksiksiz yerine getirmekle mümkündür. Elinizdeki ölüm risalesi, ölüm öncesi ve ölüm sonrası hayatı, insanların zihinlerinde sürekli canlı ve kalıcı kılabilmek için hazırlanmıştır.

  • Muhammed Zahid b. İbrahim El-Bursevi’nin eserlerinden derlenen bu risale, ölüm öncesi ve ölüm sonrası ahval hakkında önemli nasihatlardan oluşmakta ve bizi ölüm gerçeğini her an hatırlamaya, onu asla unutmamaya çağırmaktadır.

  • Rabbimiz cümlemize güzel ölümlerle ötmek nasib etsin.

    SEHA

  •  Önsöz

    ÖLÜM

    — Ölüm Öncesi Ahval Ölüme Hazir Olmak

  • «İnsanın ölümü gelince onu haktan meneden her şey toplanıp göz önüne serilir. O zaman o insan def ki: Rabbim beni öldürme, geri çevir, umarım ki bundan sonra güzel ameller eder, terk ettiklerimi telâfi edenin.»

  • İnsanın bu hayat âlemi hepimizin bildiği gibi fâni bir hayattır, şimdiye kadar kimseye bâki kalmayan bu hayat bundan sonra da kimseye bâki kalmayacaktır.

    Binaenaleyh, insanın fâni de olsa bu hayatın kıymetini bilip Allah Teâlâ ve tekaddes Hazretlerinin emirlerine imtisal ile beraber yasak ettiği, menettiği kötü huy ve âdetleri de terk etmeğe çalışması gerekir.

    Eğer gaflete dalar, ibadet ve taat yapmaz, zikir ve tesbihlerle meşgul olmaz, Kur’an’ı okumasını bilmez, ve emirlerini bilmeden ölüm gelip çatarsa işte o zaman, âciz insanın yapacağı hiçbir şey kalmamıştır. Artık şaşkınlıktan Allah diye feryad edecek ve ölmemeği isteyecek ki, yapmadığı salih, iyi amelleri ve ibadetleri yapabilsin. Fakat bu rica ve yalvarma hiç fayda vermeyecektir. Çünkü ömür mukadder ve muayyendir, ne ileri gider ne de geri kalır. Günün doğup batması gibi her şey bir nizam ve kanun içinde cereyan etmektedir.

  • Binaenaleyh, insanın ilk vazifesi; hayatın kıymetini bilip, kendisini şu güzel şekli ile yaratan Allah Teâlâyı tanıyıp bilmeğe çalışmak, sonra da, ibadet ve taatı ile beraber doğruluktan ayrılmamak, hayırlı ve cömert kimselerden olmaya çalışmaktır. Büyüklerine bahusus ana ve baba ve akraba-i teallûkat ile birlikte, hocalarına karşı saygılı olmağa çalışmak en başlıca vazifelerindendir.

  • Zengin olmağa hevesin olmasın say-ü gayretin âlim olmak için olsun. Fakat bu ilim dünya ilimleri değil, asıl olan âhiret ilmidir. Dünya ilmini de öğren lâkin orada kalma, herhalde dinî bilgileri de öğrenmeğe fazlaca gayret eyle. Çünkü bu fâni âlemden ayrıldıktan sonra, fâni bilgilerin hiçbir faydası olmayacağı gibi belki kıymetli ömrünü zayi ettiğinden dolayı hem mesul olacak ve hem de muazzeb olacaksın. Zira din ilmini hem öğrenip öğretmek kadar faydalı ve kıymetli bir iş yoktur. Cenab-ı Hakkın sevdiği. kullar da bunlardır.

    Baksana, bir çocuk mektepte bir besmele-i şerifeyi okuyup öğrenirken, Cenab-ı Hak onun azabta olan ana babasını af edip bağışlıyor, daha ne istersin bilmem. Bir besmele böyle olunca Kur’an-ı Kerimi okuyup öğrenen ve öğretenlerin halini bilmek mümkün mü?

  • Bir hafızın babasına, kıyamet günü giydirecek tacın kıymetine baha olur mu? Senin dünyaya ait bütün bilgilerin Azrail aleyhisselâmın görünmesi ile yok olacak, artık ne kadar bağırsan, çağırsan boş. Öyle ise ey aziz ve muhterem kardeş, çocukluğu, cahilliği ve gafleti bırak da mülkün sahibi olan ve şu sonsuz âlemleri hiç yoktan yaratan Allah’a gel, Allah’a.

  • Hayatın muvakkat olduğunu bilmeyen kimse yoktur. Bununla beraber ölüm de sıra ile değil belki Allah Teâlâ’nın ezeldeki takdiri üzerinedir. Bazısı ölü doğar, bazısı biraz yaşar ölür, bazısı genç yaşında ölür, bazısı evlenir ölür, bazısı da çok yaşar öyle ölür, bazısı ansızın ölür ne vasiyyet edebilir ne de «hakkınızı helâl edin» diyebilir.

  • Binaenaleyh, insan her zaman ölüme hazır olmalı, vasiyyetnâmesini de ya cebinde veya başının altında bulundurmalı alacağını ve borçlarını veya emanet bir şey varsa onları bildirmeli. Bir insanın malının üçte birisi öldükten sonra kendi tasarrufuna ait olabileceğini bildiği halde, bunu ihmal edip bütün malını mirasçılarına bırakması çok teaccüb olunacak bir şeydir. Çünkü kendisi öldükten sonra defter-i a’mâlinin kapanması ne büyük ni’mettir. Şu bizim gördüğümüz camiler, çeşmeler, köprüler, yollar imarethaneler, misafirhanelerdeki sevaplar hep o vakıfları bırakanların defterine yazılmakta olacağı da malûmdur.

  • Onun için sen de malının hiç olmazsa üçte birini böyle bir vakfa ölmezden evvel hazırla. Sonra mirasçıların bu vakfa el atamasın. Belki o vakfın uzamasına, uzun müddet yaşamasına gayret etmelerini tavsiye ederek, o vakfa göz kulak olmalarını tenbih etmelidir. Bu sayede sen de âhirete gitmiş olduğun halde hergün bir çok sevapları gelir. Bu tükenmez sevapları bırakıp vasiyyetsiz ölenlerin hali çok acıdır. Bir kere öldükten sonra kendisine, diğer mevtâlarla konuşmasına izin verilmez, dilsiz gibidir. Sonra da üzerindeki hakları bildirmediğinden, hak sahiplerinin hakları zayi olduğundan ayrıca ceza da göreceği beyan buyurulmaktadır.

  • Şimdi sen hayatında, kendini Hakk’ın daima gördüğünü ve bütün işlerin, gizli ve aşikâr her şeyini bildiğini ve seni daima gözetlemekte olduğunu da unutma. Onun ilmi her şeyi muhittir, nerede olursan ol, O, seni hem görmekte ve hem de yaptıklarının hepsini bilmektedir. Meleklerin de bunları yazdıkları malûmdur. Şimdi bize düşen başlıca vazife bu ölümü hatırdan çıkarmamaktır.

  •  Ölüm Öncesi Ahval Ölüme Hazir Olmak

    — Ölümü Çok Hatirlamak

  • Cenab-ı Peygamber Efendimiz (s.a.s.)

    «Siz hazimü’I-lezzat olan ölümü çok hatırlayınız» buyurmaktadır.

  • Hazimü’l-lezzat; insanın ağzının tadını kesen, insanı hüzün ve kederlere gark eden, dünyasını hattâ kendisini bile unutturan ölümdür. Zira haddi zatında evlerin ocaklarını söndüren, çocukları yetim bırakan, hanımları dul, beyleri de bekâr bırakan ölümü, iyice düşünecek olsak herhalde hiç olmazsa birazcık bir intibah, bir uyanma, bir silkinme olacaktır. Çünkü bunu tatmayan hiçbir canlı yoktur, her canlı er-geç ölüme mahkûmdur. Eğer ölüm olmasa dünya şimdiye kadar çoktan çökmüştü, zaten istiab da edemez...

  • Şimdiki bu nüfus kim bilir kaç misli artacak, tarlarlarâ ekin ekmek, meyve ağacı dikmek şöyle dursun, dünyada insandan ayak basacak yer de kalmazdı. Allah’ın hikmeti ne kadar güzeldir. Herkes gelecek ve gideceği âhırete burada hazırlanıp, cennetteki yerini almağa çalışacaktır. Bunun için en güzel çare ölümü çok düşünmek ve hattâ hatırdan çıkarmamaktır.

    Zira, ölüm düşünüldükçe insanın herhalde tüyleri ürperir, iyi, salih ameller yapmağa çalışır ve bir de günah olan her şeyden hattâ süs ve saltanata müteallik her şeyden soğur, bütün gücünü âhiretine, Hakk’ın rızasına sarf etmeğe çalışır: Hayırlar yapar, herkese iyilikler yapar, kimseyi kırmaz, incitmez, darıltmaz, küstürmez, bilâkis, herkesi mümkün olduğu kadar sevindirmeğe çalışır.

  • Bu ölümü çok düşününüz, zira ne kadar dar geçimde olsanız dahi Cenab-ı Hak onlara bolluk ve genişlik verir, rahat ederler hem dünyada hem de âhirette. Eğer zengin ise o da ölümü çok düşünsün zira, ölüm onun paralarını, mallarını boş yerlere israflara, yaramaz yerlere, günah yerlere harcamasına mani olur ve bu suretle o zengin de yine saadete ermiş olur.

  • Bak, kabirden her mevtâ için şöyle bir ses gelir, mümin için der ki: Sen benim üzerimde gezerdin de, ben seni çok seviyordum, şimdi ise bana misafir geldin, bak ben sana ne hünerlerimi göstereceğim. Kabir manen açılır, gözü görebildiği kadar uzakları görür ve cennete bir kapı açılır. Oradaki insanları mest eden nimetleri ve yaptığı ibadetlerin ve hayratının mükâfatını görünce artık kabri tam bir cennet bahçesi olur, sürür ve sevinç ve neşeler içerisinde kıyamet gününü bekler. Cesed çürümüş, çürüsün varsın. O zaten topraktan halk olmuştu, elbet yine toprağa inkılâb edecektir. Asıl ise ruhun sürürü, Allah’ın lütuf ve ihsanı. Aman ya Rab, bizleri de kabri, cennet bahçelerinden olan kullarından eyle. Âmin.

  • Bir de aksi olan bir kâfir ve bir facir öldüğü zaman kabir ona da söyler ve der ki: Sen benim üzerimde gezerken ben sana zaten çok kızıyordum, şimdi ise benim elime düştün, bak benim hünerimi sana göstereyim de, gör bakalım der ve onu öyle sıkar ki, kemikleri birbirine geçer ve onun için yetmiş de yılan halk olunup ona azab eder.

    Halbuki yine içine konanlara her gün der ki: Ben gurbet eviyim, gelenleri paramparça eder, darmadağınık ederim, ben yalnızlık eviyim, dehşet eviyim darlık eviyim, yalnız Allah Teâlâ’nın müstesna kıldığı kullar başka.

  • Ey muhterem kardeş! Bak sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) bizlere ölümü çok düşününüz diye tavsiyede bulunmaktadır. Bir çok hikmetleri vardır. Bir kere nefsin hiç istemediği ölümü düşünmek evvelâ o nefse çok ağır gelir. Çünkü her istediğini yapmağa cesareti kalmaz, sonra bir de kendisine bir korku gelir. Bu sefer de Hâlik’ın emrine ve Resulüne ve Kitabına itaat edip hem günahlardan kaçmak ve hem de ibadet, tâata sarılmak ister, âhiret şevki artar, dünyadan da soğur, hak ve hukuka oldukça riayetkar olur, herkesle iyi geçinmek ve herkese de iyilik yapmak arzusu içinden doğar.

    Onun için sen de ölümü ve ölümden sonraki âhiret hayatını hele hesap ve mizanı iyi düşün, cennet ve cehennemi hatırından çıkarma ki, kabrin cennet bahçesi olsun.

  • Cenab-ı Peygamber (s.a.s.)’e sormuşlar ki:

    «Müminlerin hangisi efdaldir?
    Buyurmuşlar ki: Ahlaken en güzel olanıdır.
    Ve yine: Hangi mü’min akıllıdır? demişler.
    Ona da: «Ekyes» ölümü çok anandır ve ölümden sonrası için güzel istidad sahibi olandır ki «ekyes» de bunlardır»
    .

    Ekyes: a’kal demektir yani akıllı olan ölümü ve ölümden sonraki âhiret âleminin hazırlığını yapan ve âhıretini mamur edip dünyada zühd ve kanâat sahibi olanlardır, onun için ölümden ve ölüm düşüncesinden uzak olan kimselere gafil kimselerdir denmiş.

  • Cenab-ı Peygamber Efendimiz (s.a.s.) : «Allah Teâlâdan hakkıyla haya ediniz» dediği zaman demişler ki: Allah’tan hepimiz haya ederiz. O zaman buyurmuşlar ki: «Sizden haya eden bir kimse amellerini sonra yaparım diye tehir etmez, hiçbir gecesi yoktur ki, eceli gözleri önünde olmasın.

    Binaenaleyh karnına giren her şeyin helalinden olmasına dikkat eder, zinadan skınır, dilini tutar, kimsenin gıybetini yapmaz, gözlerini muhafaza eder, haramlara bakmaz, kulaklarını haram şeyleri dinlemekten meneder ve haram lokma yemez, ölümü ve ölümden sonraki çürüme ve mahv olmayı iyi düşünür, âhıreti isteyen de dünyanın zinetlerini terk eder. İşte bunları kim yapabilirse o Allah’tan hakkıyla hayâ etmiş olur.»

  • Ölüm insanı gayri ihtiyarî ağlatır, hüzün ve kedere gark eder.

  • Dört şey vardır ki kalbin kasvetine, katılığına alâmettir ve şekavettendir. Bunlar, gözlerin ağlayamaması, kasvet-i kalb (kalbin kasveti), tûl-i emel ve dünyaya haris olmaktır. Ve yine hayâsızlık alâmeti olan yiyemediklerini toplayıp biriktirmek, oturamayacağı yerleri imar etmek, erişemeyeceği şeyleri ümid etmekten utanıp sakınmanın lüzumu belirtilmiştir.

    Hattâ Üsame radıyallahü anh bir ay sonra vermek üzere yüz dinara bir deve almak istemişler de, Peygamberimiz bunu duyunca Üsame’yi ayıplamış ve kınamışlar. Şayan-i teaccûbdür ki bir ay müddetle nasıl pazarlık yapabilmiş, muhakkak Üsame tûl-i emel sahibidir, buyurulmuş.

    Vah bizim halimize; O bonolarla, faizlerle iş yapıp para kazanmağa çalışanlara...

  • Buhâri ile Tirmizi’nin Abdullah ibn-i Ömer radıyallahü anhümadan nakil buyurdukları şu hadisi şerif ne kadar şayan-i dikkattir. Resulullah (s.a.s.) Hazretleri, Hz. Abdullah’ı omuzundan tutarak şöyle buyurdular: «Dünyada garip gibi ol veya yoldan geçen gibi.» [1]

    [1] 40. Hadis. İmam Nevevi

  • Hz. Abdullah (r.a.) der ki: «Akşam olunca sabahı bekleme, sabaha dahil olduğunda akşamı bekleme, hasta olmadan sağlığının kıymetini bil, ölmezden evvel de hayatının kıymetini bil.»

  • Diğer bir rivayette de şöyle denilmiştir: Resulullah (s.a.s.) cesedimden bazı yeri tuttu ve dedi ki: «Ey Ömer’in oğlu! Sabaha eriştiğin vakit senin akşama erişeceğine dair bir şey söyleme (yani işini hemen bitir de akşam üstü alırım veya akşam üstü veririm diye ümitlenme), akşam olunca da senin sabaha çıkacağına dair bir şey söyleme. (Akşamki işini sabaha bırakma, sabaha çıkacağına güvenme ve ümitlenme). Hastalığından evvel sıhhatinin, ölmezden evvel hayatının kadr ü kıymetini bil. Çünkü yarın işinin ne olacağını bilemezsin. Yani hayatta mı kalacaksın, yoksa mevtaların arasında mı yer alacaksın».

  • Bunlar bize ne kadar güzel derstir. Cenab-ı Hak hemen cümlemize uyanıklıklar versin. Dünyanın fani âhiretin ise bakî olduğunu bilerek ona göre hareket etmek nasib ve müyesser eylesin. Âmin!

  • Bir de sana Muaz b. Cebel radıyaüâhü anh’den nakl edilen hadisi de rivayet edeyim: Resul-i Ekrem efendimizden bir vasiyyet istemişler, o da buyurmuşlar ki: «Allah’a gûya görürcesine ibadet et, nefsini mevtalardan say ve Allah Teâlâyı her ağaç ve her taş yanında zikr eyle (yani hiçbir vakit zikrullahtan gafil olma) ve bir günah işledi isen derhal bir hasene, iyilik, hayır yap, gizli günaha gizli hayır, âşikâre günaha aşikâr hayır işle.»

  • Ölümü düşünenin daha ne kadar çok faydaları vardır. Malûmdur ki buradaki hayatımız pek muvakkattir, elli sene, yüz sene pek çabuk geçmektedir. Bu arada, dünyadaki işlere dalınca, Allah Teâlâya lâyıkı ile bir ibadet, bir gönül uyanıklığı, kalb gözlerinin açılması, haktan haberi olması ve Resulullahı müşahedesi ve bitmez tükenmez esrardan bir şey anlamadan bir de bakarsın ki ecel gelmiş, artık bütün ümitler bir anda kesilir. İşte böyle bir acı güne gelip çatmadan Veysel Karanı gibi adın cihanda baki kalsın.

  • Allah’a gel Allah’a. Yaptıklarımız, bütün emekler boşa gitmeden Allah’a dön Allah’a. Bak vazifemiz bu dünyayı imar etmek değil; onun için bu dünyaya gelmedin, bize düşen bu âlemde Allah Teâlâ’yı tanıyıp O’na kulluk vazifelerini yapmak ve kullarına da şefkatle muamele etmektir. Kulluğu bırakırsak Hakk’ın kullarına şefkat kendiliğinden kalkar. Hâlbuki merhamet edene ancak merhamet olunur. Merhametsizlere, şefkatsizlere elbette şefkat ve merhamet yakışmaz.

  • Ölümü düşünmek, ölümün neticesini düşünmek demektir. Ahiret mesuliyeti; dünyada iken kulluk vazifelerini yapamadığından ve Hakk’ın kullarına acıyamadığından, âhiretteki sorguları ve neticedeki cennet veya cehennem yollarından acaba hangisine sevk olunacağı kaygusunu taşımaktır; yoksa herkes ölür, gömülür, biter gider. Sakın böyle zannetme. Allah ve Resûlünün sözlerine iyi kulak ver ve iyiler arasında yerini almağa çalış.

  • Ehl-i tasavvufun kendi dervişlerine müritlerine ilk önce verdikleri ders: onlara ölümü düşünmeleri, nasıl yıkandıklarını tefekkür etmeleri hususundadır. Sen ey kardeşim, tâbuta ve mezara konduğunu ve oradaki suallere cevabi: Rabbim Allah, dinim İslâm, Peygamberim Muhammed salâllâhü aleyhi ve sellem, kitabım Kur’an-ı azimüşsân, kıblem de Kâbe-i şerifedir diye cevap vermeğe hazırlan ve bunu mümkün oldukça unutma. Bu hazimü’l-lezzat olan ölüm, evlerin kapanmasına sebep olur.

  • Kadınları dul bırakan, çocukları yetim bırakan ölümü hiçbir zaman unutma. Bu senin hem dünyan ve hem de âhıretinin saadeti için en büyük âmildir, ölümden sakın korkma, ölümü mü’minin en büyük hediyyesidir, ölüm insanı mabuduna kavuşturur, ölüm gelince mü’min sevinir ki, ben bugün Allah’ıma kavuşacağım ve geçmiş dostlarımla, ashab-ı kiramla ve Peygamberim ile buluşacağım.

  • Yalnız şunu unuttum şöyle ki: Ölürken mirasçıları mutazarrır etmek büyük günahtır. Yani mirasçıları mirastan kısmen de olsun mahrum edip malları başkalarına vermek doğru bir şey değildir. Mirasçıları fakir bırakmaktan, onları ellere muhtaç etmektense onları zengin edip başkalarının eline bakmaktan kurtarmak daha evlâdır.

  • Cenab-ı Hak cümlemizin muini olsun da ölümden evvel ölümüne hazırlanan ve daima Hakk’ın rızasını gözleyen, emirlerine itaat edip yasaklardan kaçan sevgili kullarından eylesin. Âmin!

  •  Ölümü Çok Hatirlamak

    — Büyüklerin Ölümle İlgili Nasihatlari (konu)

  • Bu konuda «Nüzhet’ül-Mecalis»te gördüğüm şeyleri yazmayı uygun gördüm, şöyle ki: Bazı büyük bilginler —ki bunlara ârif de derler— bunlar diyorlar ki: eğer dünyada ölüm olmasa idi bu dünya bir pula bile değmezdi. Bunu biz anlıyamıyoruz lâkin, pek doğru bir şey, bir söz olduğu anlaşılmaktadır.

  • Hz. Âişe validemiz, efendimiz sallâllâhü aleyhi ve selleme sormuşlar ki: Ya Resulüllah şehidlerle beraber haşr olunacak bir kimse var mıdır? Buyurmuşlar ki: «Evet, her kim günde ve gecede yirmi kere ölümü düşünürse o kimse şehidlerle beraber haşr olunacaktır.»

  • İmam Ali efendimize hitaben de: «Ya Ali, her kim günde yirmi beş kere bu duayı okursa Allah Teâlâ ona dünyada verdiği nimetlerden hesap sormayacaktır» demiştir. Duâ şudur:

  • İnsan ölümü bilse ve ölümden sonraki hâdiseleri iyice bilmiş olsa, dünyanın hiçbir varlığına üzülmez. Azrail aleyhisselâmın elinde. «Lâ ilahe illallah» yazılıdır. Can almağa geldiği vakit mü’min onu görür ve kelime-i şehadeti getirerek selâmetle göçer. Dinsizin ise hali haraptır.

  • Mü’min ölümü çok anmakla üç ni’mete nail olur:

    1. — Tevbesini hemen yapar.
    2. — Kanaat sahibi olur.
    3. — İbadetini zevkle yapar.
  • Ölümü hatırına getirmeyenler de tevbesini geri bırakır, kendisinde kanaat olmaz, ibadette tembeldir.

  • Eğer hayvanat ölümü bilmiş olsaydı, onlarda hiç semiz et bulamazdınız.

  • İsa aleyhisselâm, bir çobana uğramış. Develerden birisi gayet semiz, boyuna oynuyor. Isa aleyhisselâm onun kulağına: ölüm var demiş, geçmiş-gitmiş. Bir zaman sonra yine oradan geçerken o çobana yine rast gelmiş. Bakmış ki o oynayan semiz deve gayet zayıflamış, yemez içmez olmuş. İsa aleyhisselâm çobana sormuş: Bu deve neden böyle oldu? O da demiş: Bilmem, geçen bir zat buradan giderken bu devenin kulağına bir şeyler söyledi, o günden beri bu deve yemez içmez oldu ve böylece zayıfladı deyince, İsa aleyhisselâm: Ölüm hakikaten düşünülecek olursa insan, ter yerine kan çıkarır demek istemiş. Çünkü kendisi düşününce vücudundan kan damlarmış.

  • Süfyan es-Sevrî Hazretleri Tebe-i tabiindendir, ölüm anıldığı zaman kendinden geçer, bir çok günler kendine gelemezdi, sorulan suallere de bilmiyorum derdi. Kendisi çok muttaki ve meşhur bir müctehid olmakla beraber, İbnül-Mubarek Hazretleri: Ben, çok şeyhlerden ders dinledim. İlimde verâda, takvada ve dar geçimde Süfyan-i Sevrî’den daha iyisini ye güzelini görmedim. Mübarek zat 4 yaşıda Kuranı okumuş, yedi yaşında iken hadîs yazmağa başlamış, yetmiş kere haccetmiş. 198 senesinde Mekke’de vefat etmiştir. Rahmetullahi aleyh.

  • Ölen insanın ruhu bazan yere iner bazan semâya çıkar. Amr b. Dinar der ki: Bir insan öldüğü zaman bir meleğin elinde olduğu halde kendi cesedine bakar, nasıl yıkandığını, kefenlendiğini, kabre konduğunu ve getirenlerin hakkında söylenen iyilik veya kötülükleri duyar.

  • Hafız Ebu Nâim der ki: Ruhlar, kabirlerini her cuma aleddevam ziyaret ederler. Onun için cuma gecesi, cuma günleri ve cumartesi günü de kabirleri ziyaret müstahaptır demişler, erkekler için. Kadınlar için ise mekruhtur derler.

  • İbnül-Mübarek Hazretleri: Cenazeyi, namaz kıldığı esvabı ile kefenlemek efdaldir demiş.

  • İmam Nevevi Hazretleri der ki: İbnül-Mübarek’in adı anıldığı yere rahmet nazil olur, onu sevenlere de mağfiret umulur.

  • Cenazeyi götürmek ve gaslinde yardımcı olmak, muhtaç iseler yardım etmek, cenaze arkasında giderken konuşmamak, ibretle bakmak gerekir. Hattâ istiğfar ile meşgul olmalı ve zikrullah ile çok düşünmeli. Mevtaya yapılan hayırlar, sadakalar, kabrinde kendisine erişir ve o mevta, suda boğulmak üzere olan kimsenin yardımcı gözlediği gibi kabrinde çocuklarından ve dostlarından gelecek hediyyeleri gözler durur. Gönderilen sadaka, hayır ve Kur’an’ların sevabını bir melek, kapalı tabaklar içerisinde kendisine arz ederler, o zaman mevta çok sevinir. Dirilerin sevindiği gibi.

  • Mü’minin kabri üzerinde bir âyet-el’Kürsî okunursa sevabı bütün mevtalara verilir.

  • Enes b. Malik Hazretleri —ki Peygamberimizden 2286 hadis nakletmiş— ve on sene de Peygamberimize hizmet etmiştir ve çok duasını almıştır, ömürlerinin uzunluğu ve mallarının çokluğu ile meşhurdur. Onun ömürleri 100 seneyi geçmişti ve hattâ çocukları da yüzü mütecaviz imiş. Yalnız bir taun hastalığında 33 çocuğu ölmüş (sene 69).

  • Mevtanın en sıkıntılı ve zor günü ilk gecedir, demişler. Sadaka ve hayırlar yapmağa gücü yetmeyen kişi iki rekât namaz kılsın her rekâtında fatiha, ayetelkürsî, tekâsür ve ihlâs süresini 21 kere okur ve sevabını falanın kadrine hediyye ettim, der. Sevabını ancak Allah Teâlâ bilir.

  • Mevtâ ölmezden evvel sekerat zamanında başında Yasin süresini okumak efdaldır. Cennetten tebşirat gelmedikçe ve cennet şarabını içmedikçe canını Azrail aleyhisselâm alamaz ve mutlaka cennet şarabını içer öylece teslim olur.

  • Cennetlik bir mü’minin namazını kılanlara ve cenazesini götürenlere de «azab etmekten hayâ ederim» buyurmuş Cenab-ı Hak. Ne dersin bu lütfü İlâhiyyeye. Onun için bu gibi fırsatları da ganimet bilip, fakir fukara demeyip cenazelerde bulunmağa bak. Cenab-ı Hak erhamürrahimindir. İnsan da bu arada bir lûtfa uğrarsa ne mutlu.

  •  Büyüklerin Ölümle İlgili Nasihatlari (konu)

    — Ölüm Gelmeden Önce

  • «Ey iman edenler. Tam bir sıdk-u hulû-sa mâlik bir tevbe ile Allah’a dönün» buyurulmaktadır. [2]

    [2]: Et-Tahrim: 8

  • Diğer bir ayette:

    «Rabbinizden mağfiret dileyin. Çünkü O, çok yarlığayıcıdır.» [3]

    [3] Nuh: 10

  • İnsanın tevbe etmesi kolaydır. Tevbe etmekten maksat asıl günahlardan dönmek ve kaçmaktır. Bu ise öyle kolay bir şey değildir, çok azim ve sebat ister. Oruç tutmak da kolaydır. Fakat günahlara karşı sabır ve metanet hepsinden daha zordur. Günahların başı ise gaflettir. Gafletten kurtulmak en büyük hünerdir.

  • Cenab-ı Hak lütuf ve keremi ile cümlemizi her türlü günahlar ve gafletlerden korusun, Âmin!

  • Adem aleyhisselâmm Cennetten çıktıktan sonraki duâları pek meşhurdur. O dualarla Hakk’a iltica edenler, Adem aleyhisselam afv olunduğu gibi afva, mazhar olurlar. Bu dualar sabahları okuduğumuz dua kitabında mevcuttur. Hele baştan ikinci sayfada olan seyyidü’l-istiğfar ne kadar mühimdir. İkinci ve üçüncü sayfada Âdem aleyhisselâmın duası içinde mevcut duâları mümkün olursa ezberlemek ve her gün sabah ve akşam okumak çok büyük bir ni’mettir, hem mağfirete vesile olur hem de cennete girmeğe sebeb olur. Hattâ şu kadar ki, çocukları olmayan kadın ve erkeklerin de candan istiğfara devamları sayesinde çocukları olmuş. Bağ ve bahçelerde meyvelerin çokluğu ve bolluğu da bu istiğfarlara bağlıdır derler.

  • Ey muhterem ve aziz kardeşim! Senin de başlıca vazifelerinden birisi istiğfar olsun. O istiğfar da mutlaka peygamberlerin ve velilerin yaptıkları istiğfarlar olsun. Çünkü bu istiğfarların bereketi de çoktur.

    ALLAHÜMME ENTE RABBİ LÂ ÎLÂHE İLLÂ ENTE (Sonuna kadar)
    ALLAHÜMME ENTE’L-MELİKÜ LÂ İLÂHE İLLÂ ENTE (Sonuna kadar)
    ALLAHÜMMAĞSÎL ÂNNÎ HATÂYÂYE (Sonuna kadar).

  • Bunlar, dört mezheb ehlinin Sübhaneke gibi namaza başlarken okudukları istiğfarlardır. Yalnız şu hadis-i şerifte şayan-ı dikkat bir nokta var ki, pek mühimdir:

    «Sîzler, Allah’ı görüyormuşsunuz gibi ibadet ediniz.»

  • Allah celle ve alaya öyle görür gibi ibadet etmek pek de kolay değildir. Bunun için en evvel Allah’ı en iyi bir şekilde bilmek lâzımdır, bu da ancak ehl-i şünnet mezhebinden olan ulema-i billâha mahsustur. Çünkü Allah’ı lâyıkı vech ile bilmek herkese nasip olmamıştır. Ehl-i tasavvuftan ehl-i sünnet mezhebinden olanlarla ve yine ehl-i sünnet ulemasına nasip olmuştur. Ve bir de bunların izlerinden giden bahtiyarlara nasib olmaktadır. Burada cümlemizi gayet güzel, ince ve kibarca ilme teşvik vardır. Zira Allah Teâlâyı layıkı ile bilebilmek için, çok geniş bir ilme ve bir de tasavvufa ihtiyaç vardır. Tasavvufsuz ilim makbul olmadığı gibi ilimsiz tasavvuf da makbul sayılmamıştır. (İmam Malik)

  • Binaenaleyh, hepimize bu hadis-i şerifte çok güzel nasihatlar vardır:

    1. — Ölmezden evvel ölüme hazırlanmak.
    2. — Yaptığı her şeyi Allah Teâlânın rızasını kazanabilmek için yapmak.
    3. — İbadeti lâyıkı vech ile yapabilmek için ilmi tahsil etmek.
    4. — İlmini sağlamlaştırmak için tasavvufa girmek ve tasavvufu tadmak.
    5. — Tasavvufu buğünün mukallid tasavvufcularından değil Cüneyd’in, Bayezid-i Bistami’nin ve Gazali’nin, İmam Rabbanî’nin, Nakşibend Bahaüddin’in, Abdülkadir Geylanî’nin, İmam Ahmed Rüfaî Hazretlerinin ve sair, yolları ehl-i sünnet olan mutasavvıfların yolları olmalıdır. Bugün ise onların yollarını takib, ateşten gömlek giymek, demirden leblebi yemek gibidir, yani çok müşkildir ve zordur. Onun için bugün öyle hakikî mutasavvıf bulmak da mümkün değildir.
  • Ölüm Gelmeden Önce

    — Amel Defterini Açik Bırakmak

  • İnsan öldüğü vakit amel defteri kesilir, yalnız üç şeyden kesilmez: Arkası kesilmeyen bir sadaka veya faydalanılan bir ilim veya ölene duâ edecek salih bir evlâd.

  • Hepimizin bildiği bir şeydir ki bulunduğumuz dünya herkese olduğu gibi bize de muvakkattir. Vakit geldiğinde, daveti ilâhiyye vaki olduğunda, herkes bilâitiraz teslim olmak mecburiyyetindedir, ki buna ölüm denmektedir. Bu ölümle artık her şey bitmiştir. Amel defteri kapanmıştır. Ne kazandı ise onunla haşr olacaktır. İnsan elbette istemez mi ki öldükten sonra da defter-i a’mâli kapanmasın. Hergün bir çok sevaplar alıp hayır dualarla anılsın. O ne devlettir ki, kendi dünyayı terk edip gitmiş amma, hasenatı kesilmiyor, bitmiyor.

  • Binaenaleyh, insan gerektir ki şu yukarıda arz olunan üç şeyden birisini yapmış olsun.

  • Birincisi kişinin sadaka-i cariyesidir: Sadaka-i cariye çok geniş manâ taşıyan bir kelimedir. Cami, medrese, zaviye, yollar, köprüler, hanlar, hamamlar, mektepler, kütüphaneler, sular, çeşmeler, bağlar, bahçeler, hastahaneler ve saire gibi bir çok hayırlara sebep olan her şey bu sadaka-i cariyeden mâduttur. Ordu hizmetine vakfedilen fabrikalar, tayyareler, sair malzeme-i harbiyyeler yani cihada müteallik her şey de, yine bu sadaka-i cariyeden mâduttur.

  • İkinci faydalanılan ilimdir: Lâkin bunların en mühimmi insanlara dünyevi ve uhrevî, maddî ve manevî sahalarda faydası dokunan ilim ve eserlerdir. Bugünkü dünyanın tekemmülüne, terakkisine en büyük âmil, bırakılan ilimlerden erbabının istifadesi olmuştur. Bu hususta İslâm ulemâsının bıraktıkları eserler doğrusu son derece şayan-ı takdirdir. Maalesef, bugün bile bu ilimlerden ve bizim kütüphanelerimizden en ziyade istifade eden Avrupalı mütefekkirler olmuştur.

  • Üçüncûsü, salih bir evlâd bırakmak: O evlâdın yaptığı ibadet tâatın ve işlediği hayrat ve hasenâtın sevabı hiç eksiksiz ana ve babanın defterine yazılır. Bu suret ile o, âhirete göçüp gitmiş fakat defteri kapanmadan bütün gün sevaplar almaktadır.

  • Binaenaleyh, her mü’min muvahhide ve her müslüman kişiye yakışan en faydalı bir vakfı yapmak ve defteri a’mâlîni kapamamaktır. Beşeriyyete ve bahusus mensup bulunduğu İslâm dininin terakki ve tealisine hem hayatta iken, hem de, hayatından sonra faydalı olabilmeğe çalışmak kadar doğru ve güzel bir iş olamaz.

  • Onun için Allah Teâlâ’nın verdiği servetten hiç olmazsa hakkın olan üçte bir servetini hayırlı bir vakfa vermekten kaçınma, geri kalan iki hisse de mirasçılarına yeter. Mirasçı eğer akıllı kimseler ise mirasa bile ihtiyacı olmaz; eğer akılsız ise ona miras ne fayda eder.

  • Bak bugün gözümüzün önünde gördüğümüz bir sürü vakıflar var, ki bunlar, hep ecdadımızın bıraktıkları vakıflardır, onlar da, bu vakıflardan mütemadiyen faydalar görmekte ve sevaplar almaktadırlar. Vakfı bırakmak da kâfi gelmiyor, eğer o vakfı ayakta tutacak diğer akâr vakıflar olmazsa bir vakit sonra yıkılıyor, kaybolup gidiyor.

    Onun için o vakıfları besleyecek arazi ve emlâki de o vakfın idamesine hizmet için bırakmak gerektir. Mirasçıyı, ele bakacak derecede muhtaç bırakmamak şartı ile bu gibi vakıfları yapmayı ve yaşatmayı Cenab-ı Hak cümlemize nasip ve müyesser eylesin. Âmin!

  • Bakınız bu kadar cami ve medreselerle birlikte bir de Vakıf Guraba-i Müslimin Hastahanesi vardır: Bir soğan bir altın dahi olsa, alınıp hastaya yedirilmesi için, gereken parayı temin için, çok büyük mallar tahsis edilmedir. Hastanın iyi olduktan sonra evine veya köyüne kadar yol masrafının da verilmesi vakfında yazılı imiş. Allah celle ve alâ cümlesine rahmet eylesin.

  • Amel Defterini Açik Bırakmak

    KİŞİ ÖLDÜĞÜNDE

    — Kişi Öldüğünde

  • İnsan öldüğü zaman melekler der ki; «nesini takdim etti?» İnsanlar da der ki «ne bıraktı?»

  • Bugün gözlerimiz ile görüyoruz ki cenaze, bazan daha evden çıkmadan, mirasçılar hemen gözlerini dört açık bir şeyler koparmağa çalışmaktadırlar. Halbuki melekler de, bu adam, ameli salih ve hayır hasenattan neler takdim etti diyerek, onun âhireti için hazırladığı hayır hasenata bakmaktadırlar.

  • İnsanların gözleri mirasta, meleklerin gözleri de o mevtanın âhireti için hazırladığı bir şeyinin olup olmadığına bakmaktadırlar. Ve eğer ibadât ve taattan, hayır ve hasenattan bir şey yoksa, hele bir sadaka-i câriye, vakıf bırakmadan ve bir de, vasiyyet etmeden gitmişse, o melekler kim bilir ne kadar üzülecekdirler. Bırakılan mala mirasçılar her ne kadar sevinseler de, o da muvakkattir. Miras pek çabuk biter. Çünkü kıymeti bilinmez. Alın teri ile kazanılmamıştır ki kıymeti bilinsin. Onun için har vurup harman savururlar, yine eski tas eski hamam kalırlar.

  • Onun için mal da, Cenab-ı Hakk’ın kullarına verdiği bir nimettir. Onda hem kendi hem de diğer mü’minlerin istifadesine çalışmak lâzımdır. Bunlar anlayanlara çok güzel nasihâtlardır. Cenab-ı Hak cümlemize uyanıklık nasip eylesin. Âmin!

  •  Kişi Öldüğünde

    — Ölüye Âhiretteki Yeri Sabah ve Akşam Arzedilir

  • Sizden biriniz öldüğü vakit ona âhiretteki yeri sabah ve akşam arzolunur. Eğer o ölen kimse ehl-i cennet ise cennetteki yeri kendisine gösterilir ve eğer ehli cehennemden ise cehennemdeki yeri gösterilir ve kendisine «işte senin yerin burasıdır» denir ve bu hal kıyamet günü ba’s olununcaya kadar devam eder.

    Bu hadisi şerif Buhari ile Müslim’de de bulunduğuna göre hepimize şayan-ı dikkat ve hayrettir.

  • Eğer ölümle her şey bitmiş olsa ne mutlu bizlere. Fakat bu hayatın bir mesuliyet günü taşıdığını bilmek ve inanmak iman ve İslâmın şartlarındandır. O ahıret ki herkesin burada yaptığı iyiliklerin mükâfatını ve yine yaptıkları fenalıkların cezasını göreceği ve çekeceği bir gün olduğunu da unutmamak gerektir.

  • Evet öldükten bir müddet sonra bu canım vücuda bakılamaz, iğrenç ve korkunç, pis kokuların ve haşeratın üzerinde toplanıp herkes kısmeti kadar yeyip o güzel, kıyamadığımız nazenin, gül vücudu mahv ü perişan edip yok ederler. Bazan kemiklerden başka bir şey kalmaz. Fakat toprağa inkılâb eden yine o insanın eczalarıdır, parçacıklarıdır, yine onlarda bizim bilemediğimiz yeni bir hayat vardır.

  • Bizim koza böceklerini herhalde hatırlarsınız. Onlar da pek ufak tohumcuklardan dut yapraklarını yemek sureti ile dört hafta içerisinde ve dört uyku geçirdikten sonra kozasını yapar ve içinde kalırlar. İşte bu tam onun mezarıdır. Fakat Hakk’ın hikmetine bak ki o böcek şöyle uzunca bir böcek iken o yaptığı kozanın içinde on beş günde akıllara hayret verecek bir durum alır. On beş gün sonra kozayı delerek dışarı çıkar amma, hiç diyemezsiniz ki bu kozayı yapan böcek bu böcektir. Hayır o şimdi tam bir kelebektir. Yemeden içmeden kesilir, eş arar, evlenir, dölünü (tohumunu) bırakır ölür gider. O uzun böcek ne güzel bir şekil almıştır. Gayet güzel gözler, üstünde çok lâtif kaşlar, pek güzel bir baş, iki aded kanat ve gayet güzel ayakları vardır. Artık sürünerek değil yürüyerek ve bazan da uçarak oyunlar yapar, artık yemesi içmesi de yoktur.

  • İşte bizim mezardaki hayatımıza bir nümune olsa gerek. O toprağa inkılâb eden vücud bilâhare melekler gibi yemeden, içmeden kesilip âhıretteki kıyamet gününü bekler. O eczaların ve kemiklerin hepsinde bizim aklimizin ermediği bir hayat vardır, işte bu hayattan dolayı mezarların üzerinde gezmek, oturmak ve onların çürümüş kemiklerini kırmak caiz değildir. Çünkü onları kırmak, diri bir adamın kemiklerini kırmak gibidir.

  • O kabirlerin üzerinde oturmaktansa ateş üzerinde oturmak daha iyidir, denmiş. Orası ibret mahallidir, gezme, yemek ve içmek yeri değildir. Oraya giden, bir kenarda oturup Kur’an-ı Kerim’den bildiklerini okur. Sevabını orada yatan mevtaların ve akrabasının ruhlarına hediye eder ve ağlayarak hüzün ve kederle ayrılır. Yarın bizim de halimiz böyle mi olacak diye intibaha gelir.

  • Onun için mümkün oldukça her cuma günü insan, akraba-i teallûkatından âhırete göçenleri gidip ziyaret etmeli ve onlara Kur’an-ı Kerimden hediyeler vermelidir. Ve evlerinde dahi her cuma ve pazartesi geceleri Kur’anlar okuyup, mümkünse ziyafetler de yapıp hem onları sevindirmeli hem de kendisini de o âhıret gününe hazırlamalıdır.

  • Ne kadar mühimdir ki bu ölen kişinin ve hepimizin de hem cennette ve hem de cehennemde yerleri vakti ile yapılmış, hazırlanmıştır. Bu imtihan evinde bu ikiden hangisi kazandı isen işte ölür ölmez, evvelâ Azrail aleyhisselâm o canı alınca hemen o âhıretteki yerini gösterir «İşte senin yerin burasıdır» der. Eğer cennetteki yerini gördü ise sevinç ile gözlerini dünyaya yumar ve maazallah, eğer cehennemdeki yeri gösterilmiş; «İşte senin yerin de burasıdır,» denmiş ise, artık o mevtanın haline ne kadar acırsan, o kadar acı. Heyhat iş bitmiştir.

  • İşte her sabah ve akşam bu yer kendisine arz olunup gösterilir. Eğer cennetteki yerini görürse sürür, sevinç içerisinde kabri de bir cennet bahçesi olarak kıyamet gününe kadar bu hal devam eder ve maazallah eğer cehennemi hak etmiş, imansız, amelsiz gitmiş, hesapsız yaşamış, mesuliyet gününü idrak etmemiş ise, kabrinde ona da cehennem yeri gösterilip her sabah ve akşam; «îşte senin yerin de burasıdır» dendiği zaman kabri de, adetâ bir cehennem çukuru olarak tâ kıyamete kadar bu hal devam eder, artık kurtuluş yoktur.

  • Bunu iyi oku ve harekâtını buna göre tanzim et, her gün imanını tazele. Allah Teâlâ’nın emirlerini tut, yasaklarından kaç, Peygamberimizin yolundan, izinden, zerre kadar olsa dahi ayrılma. Her akşam ve sabah tevbe-istiğfarı unutma,

    «ALLAHÜMME BARIK Lİ Fİ’L-MEVTİ VE FÎMA BADE’L-MEVT». de, 25 kere her gün oku.

    Sonra şu duayı da ezberle ve her namazın arkasından oku:

    «İlâhi, cehennem azabından, kabir azabından hayatın ve ölümün fitnesinden, Mesih-i deccalın fitnesinin şerrinden sana sığınırım».

    Bunlar Cenab-ı Peygamberimizin tavsiyeleridir, ihmal etme.

  • İşte dünyanın bir dâr-i imtihan olduğunu anlayabilir de, bu kâinatın sahibi Allah Teâlâ Hazretlerinin emirlerini tutup yasaklarından kaçarak imanla beraber namazımızı kılar orucumuzu tutar, haccımızı da yapıp zekâtlarımızı da verebilirsek umarız ki inşallah yerimiz cennetteki yer olur.

  • Bu cennete girmek isteyenlere Bursalı Şeyh İsmail Hakkı merhumun dediği gibi. «Evvelâ irfan sahibi olmaya gayret etmeli ve ehl-i irfan meclislerine, sohbetlerine devam etmelidir.»

    Zira merhum der ki: «Cennet ve cehennem ikidir: Birisi dünyada, birisi de âhırette. Dünyada cennete giremeyenler, âhıretteki cennete nasıl girebilirler. Dünyadaki cennet ise ehli irfanın gönülleridir».

  • Allah’ı bilmek pek de kolay bir şey değildir. Biz gözlerimizin önünde gördüğümüz bir çok şeyleri bile hakkı ile, lâyıkı ile bilemediğimiz malûmdur. Allah Teâlâ bu varlıkların sahibi ve mucididir. Bütün gördüklerimiz Allah Teâlâ’nın yaratması ile olmuştur. Bu ucu bucağı bulunmaz gözleri, binlerce senede ancak ışığı dünyaya gelen nice yıldızları, nice güneşleri, nice sayısız âlemleri yaratan hep o bir Allah’tır, bir Allah.

  • Sakın aldanıp da Allah’ı inkâra kalkma. Bak kâinatta hiçbir zerre yoktur ki kendiliğinden olsun. Her zerreyi ve her şeyi bir yapan bütün sebebler de yine o muhdisin icadı ile olur, işte biz, o muhdise, o icad edene Allah vardır, her hadis bir muhdise muhtaçtır, (c.c.) deriz. O’nu bilmek ancak Kur’an-ı Kerimi ve Resulullah (s.a.s.)’ı bilmekle olur.

  • Onun için Allah Teâlâ ulemamızdan razı olsun ki bize Allah Teâlâyı, esma ve sıfatları ile güzelce tanıtmışlardır. Bizim kendi kendimize Allah’ı bilmeye ve bulmaya gücümüz yetmez.

    Onun içindir ki bazı sapıklar, peygamber yolundan ayrılanlar, Kuran yolundan ayrılanlar, yanlış yollara sapmışlar ve dalalete düşmüşlerdir. Allah Teâlâ bizleri hıfz u himayesinde muhafaza edip, kendisini lâyıkı vech ile bilmek nasib etsin ve dünyadaki ariflerin ve irfan meclislerinin daimî hizmetkârlarından eylesin ve onlardan ayırmasın.

  • Âmin! Bi hürmetil mürselin. Salâvatullahi ve selâmühu aleyhim ecmain ve’lhamdülillâhi Rabbil alemin.

  •  Ölüye Âhiretteki Yeri Sabah ve Akşam Arzedilir

    — Ölüye Yapilan Telkin

  • İhvanınızdan birisi öldüğü ve toprağı da üzerine örttüğünüz vakit sizden bir kişi onun başucunda kaim olsun ve sonra şöyle desin. «Ey falan oğlu falan» O işitir velâkin cevap veremez.
    Sonra tekrar desin: «Ey falan oğlu falan». Muhakkak o kimse düz olarak oturur.
    Sonra yine desin: «Ey falan ibn-i falane».

    O mevta hemen «Allah sana rahmet eylesin bizi irşad eyle» der, lâkin siz duyamazsınız.
    Sonra desin: Dünyada iken dediğin şehadet kelimesini ki: «Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü erne Muhammeden abdühu ve Resulüh»ü hatırla.
    Muhakkak sen Rab olarak Allah’tan (c.c.) nebi olarak Muhammed (s.a.s.) de, din olarak İslâm’dan ve İmam olarak da Kur’an’dan razısın.

    Bu telkin yapılınca münker ve nekir denilen melekler birbirlerinin ellerini tutarak derler ki: Biz bu adamın yanından çıkalım, yapacak ve soracak bir şey kalmadı. Çünkü hücceti kendisine telkin olundu ve lâkin ind-i ilâhiyyedeki hücceti ayrıdır.

    Bir kişi Peygamberimize sordu ki: Eğer anasını bilmezsek ne yapalım deyince, Efendimiz (s.a.s.) Hazretleri de cevaben i «Validenize nisbet ederek Ey Hayva oğlu falan, desin».

  • Şimdiye kadar memleketimizde cari olan âdet üzre yapılmakta olan telkine kimse bir şey dememiştir, diyenler olsa da, kimse onların sözlerini dinlememiştir. Eğer ve şayet dersen ki: O kaim toprağın altında, o adam yukarda hafifçe söylenen bu telkini nasıl duyacak, bağırsa bile yine duyulmaz?

    Fakat hepimiz yine iyi biliriz ki insan ölmekle tamamı ile muattal bir hale gelmiyor, gece uyuduğumuz zaman adetâ ölü gibi oluruz. Hele bazı ağır uykulu kimseler vardır ki sürükleseniz bile duymaz ve uyanmaz.

    İşte o mevta hem duyar ve hem de sizden rica eder: «Aman beni irşad edin, bu sıkıntılı, korkunç halden kurtarın» diye yalvarır, yalvarır amma, onu da biz anlamayız. İşte o sırada verilen telkini o mevtaya sorguya gelen münker ve nekir adlı iki melek dinler ve bu adamın telkini, yani soracağımız suallerin cevabı verildi, haydi gidelim derler, artık burada başka bir işimiz de yoktur derler ve selâmetle çekilip giderler.

  • Bu son vazife Telkin müstehaptır. Bu telkinin mevtanın üzerine toprak atmadan yapmak daha evlâdır, demişler. Maamafih, toprak atıldıktan sonra yapılmakta olduğu da herkese malûmdur. Sen buna da itiraz edip: «O mevtâ bu sesi nasıl duyacak» deme. Sual için gelen melekler dışarıdan yapılan bu telkini duyarlar, bir birlerine: Buna sual sormağa lüzum kalmadı telkini yapılmaktadır deyip giderler inşâallah.

  • Telkinin sevabını iyi dinle: Rabbim Allah, dinim İslâm, Peygamberim Muhammed Mustafa sallâllâhü aleyhi ve sellem, kitabım Kur’an-ı azîmüşşân, kıblem de Kâbe-i muazzamadır dersin. Fakat, bunları dünyada iken benimseyen ve bu yoldan gitmeyen yarın kabirde nasıl diyecek, bilemem. Onun için ölmeden evvel ölümüne hazırlan, nasıl olsa seni burada bırakmazlar. Binaenaleyh, Allah’ını razı et ki kabrin ve ahıretin ma’mur olsun.

  • Cenab-ı Hak cümlemizin muini olsun. Bu hâdise hepimizin başına gelecek en büyük bir hâdisedir, kolayca rahatça can vermek ve bu kabir sorgularından selâmet ile kurtulup, kabrinde cennetteki yerini seyr edip sürûrlara gark olunan ve kabri de, cennet bahçelerinden bir bahçe gibi neşe ve sevinç içerisinde geçiren bahtiyar kullarının zümresine cümlemizi ilhak buyursun. Âmin!

  • Fakat, hâzimü’l-lezzat denilen bu ölümü unutmamak ve ona hazırlanmak hepimizin başlıca vazifelerindendir. Çünkü kurtulması mümkün olmayan bir vakıadır ve bu vakıayı çokça tefekkür edip düşünmek elbette her mümine borçtur. Çok düşünenlerin hem dünyaları hem de âhıretleri ve hem de maişetleri çok rahat olur. Bir de günde yirmi kere hatırlayanın, şehidlerle beraber haşr olunacağı mevsuk rivayetler arasında geçmektedir.

  • Cenab-ı Hak yardımcımız olsun da hüsn-ü hatimelerle âhırete göçen ve sevdiği, razı olduğu zakir, şâkir, sâbir, muhsin ve sâdık kullarının arasına kabul buyursun. Âmin.

  •  Ölüye Yapilan Telkin

    — Mümin Öldüğünde

  • Mümin öldüğü vakit namaz onun başı ucunda, sadaka sağ tarafında, oruç da göğsü üzerindedirler.

  • Ölüm, herkese gelecektir, fakat mü’minin ölümü ile imansızların ölümü hiçbir zaman müsvai olamaz.

    Azrail aleyhisselâm müminin canını almağa geldiği vakit, gayet rıfk ile gelir, beşaret ile, sevindirici müjdelerle gelir, hem de elinde kelime-i şehadet yazılı olduğu halde gelir ve ona cennetteki yerini de gösterir. O zaman mü’min, ölümüne can atar, dünyadan tamamı ile nefret edip yüz çevirir.

    Bir ân evvel Mevlâsına kavuşmayı cana minnet bilir ve bilir ki, Peygamberimize, Sahabe-i Güzin Efendilerimize ve sevdikleri âhıret dostlarına ve ahiret nimetlerine kavuşacaktır. Artık onun için en kıymetli saatler gelmiştir, yüzü güler, gözü güler, içi güler, dışı güler, en bahtiyar saatlarıdır ve âhırette, yani cennetteki yerini, sarayını, köşkünü, bağı bahçesini ve hizmetkârlarını göre göre ve cemalullahı müşahede ile bu fani âleme gözlerini yumar, artık o, bahtiyar kişi olmuştur, ölmüştür amma, en güzel, çok şahane bir âleme intikal etmiş, fani olan bu âlemden, baki olan âhıret âlemine göç etmiştir, artık saadet onun, selâmet de onundur.

  • Dâr-ı dünyada, Hâlik-ı Zülcelâlin emirlerine imtisalen kıldığı beş vakit namaz işte bugün imdadına yetişip başucunda yerini alır. Gerek sorgu meleklerine ve gerekse azab meleklerine karşı bu kişi dar-ı dünya da bu kadar namaz kılmış, Allah Teâlâya kulluk etmiştir.

    Binaenaleyh, «buna hiçbir suretle dokunmanıza izin veremem» diyerek o kişinin bekçiliğini yapar ve korur. O nasıl dünyada namaz vakitlerini bekliyor ve gözlüyorsa, bugün de onu namazı, yani namaz melekleri beklerler. Sağında ise onun yaptığı hayırlar, hasenatlar ve zekât ve sair sadakaları yer alıp, o mevtayı azablardan, işkencelerden her çeşit ıztıraplardan korur, muhafaza ederler. Göğsünde ise kocaman bir oruç kalkan olmuş, onu muhafazaya memur bir asker gibi beklerler.

  • Tabiî bu bizim bilmediğimiz, görmediğimiz âhıret âleminin mezardaki başlangıçlarıdır. Bunları bizlere bildiren Cenab-ı Hakk’ın habibi sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) dir. İmanımızın iktizasıdır ki, onların haber verdikleri şeylerin hepsi haktır ve gerçektir. Onun için Allah ve Resulüne inananlara mü’min denmiştir. Bu «Lâ ilahe illallah Muhammedin Resûlullah» demekle tamam olur. İşte bu iman sahibi mü’min öldüğü vakit onun namazı, sadakaları, oruçları onu kabrinden, azabından ve âhıretin de azabından koruyacaklarının alametidir.

  •  Mümin Öldüğünde

    — Yer, Kendisine Mü’minin Gömülmesini, Kâfirin Gömülmemesîni İster

  • Mümin kişi öldüğü vakit, yerler sevinirler, kendilerinde beşaret hasıl olur ve hiçbir yer parçası yoktur ki o mü’minin kendisine gömülmesini temenni etmesin (yani bütün yer parçaları: Onu bana, buraya gömünüz diye temennide bulunurlar). Lâkin kâfir, dinsiz öldüğü vakit yer kapkara kararır ve hiçbir yer parçası yoktur ki, o yer mutlaka kendisine gömülmesini istemez de, Allah’a sığınır, buraya gömmeyin diye.

  • Bizim aklımız çok kısa ve dardır, hal lisanından hiç anlamayız. Halbuki bu da çok mühimdir, bunları hakikî veliler çok iyi anlarlar. Peygamberimiz (s.a.s.)’e gelince O, Allah (c.c.)’ın sevgilisi, dostu, kâinatı onun yüzüsuyu hürmetine yaratmış. Hiç bilmediği olur mu? İşte o güzel Peygamber diyor ki: Buradaki (el-meyyitten murad) mümin kişi olsa gerektir, Allah-ü alem.

    Böyle bir mü’min öldüğü zaman bütün yerler ölen mümin aman bana defn olunsun, diye sevinir. Zira mü’minin güzel bir kokusu çok parlak bir de nuru vardır. Bu kokuya hemen herkes aşıktır. Fakat bizim gibi abdalların bundan haberi bile yoktur. Üstelik o mü’minin bir de gıybetini yaparlar. Hem diri iken, hem de öldükten sonra. Bu çirkin huylardan bir türlü vazgeçemezler, sonra da kendilerini en iyi müslüman diye bilir ve âleme de ders vermeye kalkarlar. Allah Teâlâ cümlemizi bu gaflet uykusundan uyandırsın. Âmin!

  •  Yer, Kendisine Mü’minin Gömülmesini, Kâfirin Gömülmemesîni İster

    — Toprak, Hamil-i Kuranın Cesedine Zarar Veremez

  • «Hamil-i Kur’an olan, öldüğü vakit, Allah Teâlâ yere vahy eder ki? Onun etini yeme. Yer der ki: İlâhî senin kelamın onun içinde iken ben onun etini nasıl yerim?».

  • Hamil-i Kur’an’dan murad, hakikî âlimlerdir, Kur’anın manasına hem âşinâ hem de Kur’an ile amildirler. İşte bu bahtiyarlar da mev’üd ecelleri gelip yere gömüldükleri zaman Cenab-ı Hak yere, vahy eder ki: Sakın bu âlimin etini yeme.

    Bu ne büyük bir iltifattır. Kur’an ile âmil olan her âlim bu lütfa mazhar olacaktır.

  • Kur’an-ı Kerim Allah Telânın kullarına, Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem vasıtası ile gönderdiği bir kitaptır ki, kendisinin Allah tarafından gönderilmiş olduğunda katiyyen şek ve şüphe yoktur. Bu kitab-ı azim müttakilere hidayettir, o müttakiler ki, gayba iman eder ve inanırlar, aynı zamanda namazlarını kılarlar ve kendilerine verdiğimiz nimetlerden muhtaçlara ve cihad yollarına infak ederler. Gerek Peygamberimize ve Kur’an’a ve gerekse daha evvel geçmiş olan peygamberlere ve kitaplarına da iman ederler ve âhırete de inanırlar, bunlar, Rablerinden bir hidayete nail olmuşlar ve felâhı bulmuş kimselerdir.

  • İşte sana bu âlim-i âhiret olan kimselerden gördüğüm bir canlı hadiseyi anlatırken umarız ki yerlerin yiyemediği bu âlim kimseleri de öğrenmiş oluruz:

    İstanbul yollarının genişletildiği ve türbelerin etrafları açıldığı bir devirde bizim rahmetlik hocamız Tekfurdağlı, Bayezid Camii şerifi müderrisi ve Gümüşhâneli dergâhı post-nişîni Hacı Mustafa Feyzi Efendi hazretleri de, Kanunî Sultan Süleyman Camii şerifinin kıblesinde ve Kanunî Sultan Süleyman’ın türbesinin yanında, dış tarafında sekiz-on kadar kabir vardı ki rahmetli menderes bunların da kaldırılıp yanındaki boşluğa gömülmelerini istemiş ve bu suretle nakl-i kubur yapılmak üzere bizim de o merasimde murakıp olarak bulunmamızı istemişler.

    Biz de orada bulunduk. Mezarlar açıldı. İçinden çıkarılan kemikler hazırlanmış torbalara konarak hazırlanan mezarlarına naklediliyordu. Sıra bizim üstadımız Şeyh Hacı Mustafa Efendinin mezarına geldi. Mezar, zeminden hemen bir metre yüksek olduğundan bazı taşlar kopmuş ve mezarın içerisi gözükmekte idi. Nihayet mezar açıldığı zaman defin de zannedersem otuz sene kadar bir zaman geçmiş olduğu halde rahmetlik Şeyh Hacı Mustafa Feyzi efendinin henüz sakalının bile bir kılı değişmemiş. Bütün cesedin, sanki henüz yeni gömülmüş olduğu hem biz, hem bütün hâzirun, büyük bir cemaat kalabalığı tarafından görülmüş, toprağın demek hakiki âlimleri yiyemediği hakikaten müşahedemiz olmuştur.

    Rahmetullahı rahmeten vâsia.

  • Halbuki Kur’an-ı azimüşsanda şehidler hakkında ve fi sebilillâh kati olunanlar hakkında (emvat) ölü demeyiniz diye bizleri ikaz etmekte, (bel ahyaün) belki onlar hayat-i manevviyye ile haydirler, diridirler. Lâkin bizim onların hayatiyyetini anlayabilecek bir kabiliyyetimiz olmadığından (ve lâkin la teş’urun) lâkin siz idrak edemezsiniz buyurulmuştur. Bundan anlıyoruz ki cesedler topraktan halk olunmuş maddî bir varlıktır.

    Asıl olan topraktan halk olunan o maddî cesede can vermek sureti ile canlandıran ve onu bir müddet dünya yüzünde yaşatan, sonra da, verdiği o cam alıp onu toprağa inkılâb ettiren Allah Teâlâya, bu yaşama müddeti içerisinde, yaratılış sebeblerini anlayarak da kulluk vazifesini güzelce yaparsa, ilim ve irfanla kendisini tezyin ederse, inşaallah o, eti yenmez bahtiyarlar arasına girer. Etinin yenmemesinin başlıca sebeblerinden birisi de ilmi ile amil olmasıdır vesselâm.

  • Toprak, Hamil-i Kuranın Cesedine Zarar Veremez

    — Ehl-i Cennetin Cenazesinde Bulunanlara Allah Azab Etmekten Haya Eder

  • Ehl-i cennetten bir kişi öldüğü vakit Allah celle ve alâ, onu taşıyanlara cenazesine gidenlere ve onun namazını kılanlara azab etmekten haya eder.

  • Bakınız, ne kadar şayan-ı dikkattir ki Cenab-ı Hakk’ın nazarında ehl-i cennet olan bir kimsenin cenazesinde bulunmak, ona herhangi bir yardımda bulunmak, cenazesini taşımak, cenazesinin arkasından yürümek ve cenaze namazını kılmak ne kadar makbul bir şey ki, Cenab-ı Hak bizleri de, bu güzel hizmette bulunmağa teşvik ve gayretimiz olsun diye bu işleri, yapanlara afva vesile kılmaktadır. Böyle olunca bu hizmetlerden kaçmak kadar ayıp bir şey olamaz.

  • Dünya işleri hiçbir zaman bitmemiştir, bitmesi de mümkün değildir. İşleri bahane edip müslümanlığın hakkı olan bu hizmetten kaçmak doğrusu hiçbir müslümana yakışmaz. Bugün ona yarın sana. Öleceğini hiç hatırlamaz mısın? Hem cenazeyi götürenlerin her adımında bir günahı, hem de büyük günahının afv olunacağını muhakkak duymuş olman gerektir.

  • Komşu hakkı, müslümanlık hakkı, insanlık hakkı nasıl olur? Buna ruhsuzluk derler, gönül karanlığından ileri gelir, umursamamak çok çirkin bir haldir. Allah celle ve alâ cümlemizi afvetsin de zengin, fakir, âlim, cahil demeyip dostlarının ve bahusus fakir kardeşlerin ve akrabâ-i teallûkatın cenazelerinde bulunmağı behemal kendine borç bilmelidir.

  • Cenazede ve kabristanda bulunduğu müddetçe kendini şöyle bir tefekküre, bir düşünceye vermeli ki, göklerde bile uçan bu güzel insan bak bugün ne âlemde. Hani kıyamadığımız o nazik ten ne hale gelmiştir, o şakırdayan dil, bak, artık bir ses çıkarabiliyor mu? O gören gözler, o bakmağa kıyamadığımız yüz, bak, ne hale geldi? Hele bir kaç gün geçtikten sonra o kabre bir uğrasan da içine bir baksan herhalde yüreğin ağzına gelir. Nerede mezarına bakmak, teneşir tahtasında yıkanırken bile görmekten yüreğimiz ürperiyor. Ah bu gafil insan, ne de çabuk unutuyor, doğrusu hayret.

  •  Ehl-i Cennetin Cenazesinde Bulunanlara Allah Azab Etmekten Haya Eder

    ÖLÜM SONRASI AHVAL

    — Kişi Öldüğü Vakit Kıyameti Kopmuştur

  • «Sizden biriniz öldüğü vakit onun kıyameti kopmuştur. Allah’a görür gibi ibadet ediniz ve her saat o Allah’a istiğfar ediniz.»

  • Kıyamet şu halde ikidir: Birisi büyük kıyamet ki, dünyanın ömrü bitip âhiret kapısının açıldığı mahşer günü, hesap günü, mizan günü, cennet, cehenneme girilecek gündür. Buna kıyamet-i kührâ denir. İkinci kıyamet ise: Öldüğü vakit, her şeyin bittiği gündür. Bize âhiretteki yerlerimiz gösterilir. Cennetteki yerlerini görene ne mutlu. Kabri, ravzatün min riyazılcennet olarak rahatlıkla kıyamet-i kübrâyı beklerler.

  • İmansızlardan biri öldüğü vakit ise, ona da, kabrinde cehennemdeki yeri gösterilir, tabii kabri de bir cehennem çukuru olarak kıyametteki yerini bekler durur; artık ıztırabını ne tarif mümkündür, ne de, anlamak.

  • Şimdi bunu bize duyurarak Allah Teâlâya ibadetin lüzumunu hissettirmek ve O’na lâyıkı vech ile ibadet yapılabilmesi için O’nu görüyormuş gibi ibadet etmek gerektir. Hakikaten biz O’nu her ne kadar göremezsek de, O’nun bizi görmesi muhakkaktır. Allah Teâlâyı görmeğe bizim gücümüz, takatimiz kafi gelmez. Bizim güneşe bile devamlı bakmağa tahammülümüz yoktur.

  • Allah Teâlânın mekandan da münezzeh olduğunu herkes bilir. Lâkin insan Allah Teâlâyı tefekkür ederken O’nu cisimlendirmek, şekillendirmek haramdır, günahtır. Çünkü Allah Teâlâ akla gelen her şeyden uzaktır, beridir, münezzehtir. O görür, bilir, işitir, söyler, gücü her şeye yeter, istediğini istediği gibi yapar, yaratan da O’dur. Ebedî bir hayat sahibidir. Fakat bunların hiçbirisi bizim ne hayatımıza ve ne de görüp işitmemize benzer.

  • O’nun huzuruna durulduğu zaman Allah Teâlânın kendisini gördüğünü hatırından çıkarmamalı. Velakin tecessüm ettiremez ve hiçbir şekli hatırına bile getiremez. Çünkü Allah Teâlâ bu gibi noksanlıktan münezzehtir. Bununla beraber çokça da noksanlıktan münezzehtir. Bununla çokça da istiğfar eylemesinin lüzumu da ayrıca tavsiye edilmektedir. Bu istiğfarın her zaman yapılması lâzım olduğu gibi bahusus namazların arkasından hiç olmazsa üç kere okunması da ayrıca tavsiye edilmektedir. Zira bizler Allah Teâlâya lâyık bir ibadet etmekten çok uzağız, hemen yaptığımız ibadetleri Allah kabul buyursun.

  • Onun için her farz namazın arkasından üç kere istiğfar edip: «Aman ya Rab! Ben sana lâyık ibadet edemedim, kusurlarımı afvedip ibadetlerimi kusuru ile kabul eyle» diye tazarru ve niyazda bulunmak gerektir.

    Fakat bu niyaz yalnız namazlardan sonra değil belki (külle sâat) yani her saatta istiğfara devam etmenin lüzumu bildirilmektedir. Buradaki saattan murad, altmış dakikaya biz bir saat deriz. Bu öyle değil her an, hakikatta her zaman. Zaman ise su gibi akıp giden bir andır, yani her an her zaman istiğfardan hâli kalmayınız. Çünkü her an gaflet içindeyiz, gaflet içindeyiz, gaflet ise en büyük günahtır.

    Binaenaleyh, her an için istiğfar etmek mecburiyyetindeyiz. Onun için büyüklerimizin bütün dertlere ve dertlilere istiğfarı tavsiye etmekte olduklarını pekale görüp okumaktayız.

  •  Kişi Öldüğü Vakit Kıyameti Kopmuştur

    — Öldüğü Vakit, Salih Kişi Bir An önce Yerine Kavuşmayı, Kötü Kişi de Kavuşmamayı Diler

  • «Salih bir kişi tâbutuna konduğu vakit der ki: Çabuk, çabuk acele acele beni yerime götürünüz. Kötü bir kişi tâbuta konduğu vakit: Aman nereye götürüyorsunuz der.»

  • Yani ehl-i ilim, ehl-i Kur’an ve ehl-i takva, salih kimseler yıkanıp tabuta konduğu zaman —zaten ruhu kabz olunduğu zaman cennetteki yerini görmüş olduğundan bir an evvel oraya kavuşmak için— çabuk beni yerime götürünüz der. Çünkü kabri cennet bahçesidir, oraya bir an evvel gitmeği arzu ettiğinden Kaddimûnî diye ruhen seslenir.

  • Eğer ölen kimse günahkâr, fâcir, fâsık, münafık ise o da cehennemdeki yerini gördüğü için ve kabrinin de cehennem çukuru olduğu bildiği için: Aman beni nereye götürüyorsunuz, bırakın götürmeyin diye feryada başlar.

  • Bunu erbab-ı keşf olanlar hem duyarlar hem de görürler. Bu feryad ya ruhendir, veya hal ile tekellümdür. Hangisi olursa olsun ehl-i cennet bir an evvet gitmeği istediğinden beni götürün! beni götürün! diye seslenir, öteki zavallı da yerinin cehennem olduğunu bildiği ve hatta gördüğü için oraya bir türlü gitmek istemeyeceğinden: «aman götürmeyin! nereye götürüyorsunuz yahu! görmüyormusunuz, aman götürmeyin» diye feryadü figana başlar.

  • Bunları sen sakın şaka sanma, yarın gözünü yumduğun vakit görürsün feryada başlarsın, amma kimse kulak asmaz. Onun için şimdiden tevbeni tazele ve Allah’a dön, başka fayda da yok çarede yok son pişmanlık kâr etmez vesselam.

  • Cenab-ı Hak cümlemize uyanıklıklar versin. Dünyanın fani, ahiretin ise bakî olduğunu bilerek ona göre hareket etmek nasib ve müyesser eylesin. Âmin.

  •  Öldüğü Vakit, Salih Kişi Bir An önce Yerine Kavuşmayı, Kötü Kişi de Kavuşmamayı Diler