KİTABA DAİR
Yayınevi
Mehmed Zahid Kotku (Rahmetullahi aleyh)
SEHA NEŞRİYAT
Merkez: Selânik Cad. 49/1 - Kızılay-ANKARA - Tel: 25 24 43
Şube : Hacıbayram Cad. 12 - Ulus-ANKARA - Tel: 12 65 28
Şube : Feyzullah Ef. Sok. 6 - Fatih-İSTANEUL - Tel: 524 16 00
SEHA NEŞRİYAT: 14
Sohbet Serisi: 4
Kapak: Saral Eroğlu
Kapak baskısı: Temel Matbaası
Dizgi-baskı: Yaylacık Matbaası, İstanbul 1984
Yaylacık Matbaası, İstanbul - 1984
İçi̇ndeki̇ler
— Önsöz 7
— Az Yemenin Lüzumu 9
— Az Yemenin Fazileti 14
— Güzel ahlâk az yemekle elde edilir 14
— Zenginlerin durumu 18
— Gaye Hak rızasını kazanmaktır 21
— Az Yemenin Hikmeti 23
— Sıhhat ilminin ehemmiyeti 23
— Az yemenin ölçüsü 29
— Yemek Yeme Âdabı ve İkramın Fazileti 30
— Helâl yemek ve ikramın fazileti 30
— Yemekte niyet 33
— Az ve helâlinden yemek 36
— Yemekte uyulması gereken edebler 39
— Yemekten sonra uyulması gereken âdâblar 43
— Misafire ikramın âdâbı 46
— Misafirlik âdâbı 51
— Davete icâbet edilmeyecek haller 55
— Sıhhat kaideleri 58
Önsöz
«Biz insanoğlunu mükerrem (kerâmet sâhibi) kıldık.» âyet-i çelilesi ile tavsif edilen insan; can ve ten, rûh ve nefs iki ayrı terkib üzere yaratılmıştır. Hayâtiyetini anasır-ı erba’a (hava, ateş, toprak, su) ile sağlayan insanın beslenmesi ile kemâli arasında sıkı bir irtibat mevcuttur. Şöyle ki:
Aldığımız nefes ile vücûda giren hava ve içerisinde bulunan oksijenin yanması ile hasıl olan hararet rûhun bedende dolaşmasını ve gücünü vücûda yaymasını temin eder.
Toprak ve su ile bunların karışımı neticesinde vücûd bulan her türlü yiyecek ve içecekler de nefsin ve bedenin güçlenmesini, yaşama kabiliyeti kazanmasını tevlid eder.
Aralarında kesin ve keskin bir mücâdelenin varolduğu bilinen rûh ile nefs, vücûdda daimî bir çatışma içerisindedir. Rûh, sahibini iyiliğe ve hayra sevketmeğe; nefs ise şerre, şehvete ve kötülüklere sürüklemeğe çalışır. Eğer insan, zikir, fikir, Kur’an okumak ve nafile ibâdet gibi gıdalarla rûhunu takviye ederse, bedende hâkimiyet rûhun eline geçer. O vücûd, güzellik ve iyiliklerle donanır. Aksine nefs, bol gıda, çok uyku v.s. gibi gıdalarla kuvvetlendirilirse hâkimiyet nefse geçer ve insan şehvetinin ve nefsinin esiri olur. Esas olan, itidali muhafaza etmekle birlikte, nefsin rûha râm olmasını sağlamaktır. Bu ise yeme ve içmede ölçülü davranmaya bağlı bir keyfiyettir.
«Az yersen o seni, çok yersen sen onu taşırsın» sözü bu konuyu ne güzel tebârüz ettirmektedir. Az yemekten esas maksad, nefse güç veren kaynakları kısmak sûretiyle onun gücünü ve direnişini zayıflatmak, rûhun ve îmânın emrine girmesini sağlamaktır.
Elinizdeki bu küçük risâlede Muhammed Zâhid bin İbrâhîm el-Bursevî’nin az yemenin lüzûmu, fazileti ve yemek âdâbı üzerine düzenlenmiş tavsiyelerini bulacaksınız.
Cenâb-ı Hakk cümlemizin muîni olsun da, bizleri doğru yolundan ayırmasın. Göz açıp kapayıncaya kadar da olsa nefsimizin eline bırakmasın.
Âmin.
AZ YEMENİN LÜZÛMU
Giriş
Hz. Ömer radıyallahu anh’ın, o celâdeti, o şecaati ile birlikte gündelik yemeğinin yedi lokmadan ibaret olduğu Kûtu’l kulûb’un taam bahsinde yazıldığı gibi; Ashab-ı kiramın gıdasının ancak bir müd (iki avucun aldığı kadar) arpa ekmeği olduğu yazılmaktadır. Zira açlık gönüllerin açılmasına, keşfin husulüne yegâne sebebdir. Tokluk ise hem ğaflet getirir, hem de kasvet-i kalbe sebeb olur. Bu da en büyük belâdır.
Aç insanların gönülleri arşa çıkar. Tokların gönülleri de pisliklerde dolaşır. Açlar mescidlerin etrafında dolaşır. Toklar da helâya boşalmak için koşar.
Kûtu’l-kulûb’un 165. sayfasında, «Âdet üzere yemek, şehvetini tatmin edercesine yemek ve doyarak yemek ulemâ-ı indinde mekruhtur», denmiş.
Bu gibiler, yani tıka basa yiyenler ulema nezdinde hayvan menzilesindedir. Tokluk üzerine yemek de, yine ehl-i ilim nezdinde fısk’tır, denmiş.
Ebûbekir isminde bir zâtın oğlu gece yemeğini çok yemiş ve mide rahatsızlığına uğramış, çok yemekten titreme gelmiş. Babası demiş ki: «Eğer ölecek olsa ben onun cenaze namazını kılmam.»
Oruç, hiç bir zaman riyazet değildir. Bilâkis vücûdu kuvvetlendirir. Tokluk ise şehveti arttırır, tenbellik ve uyku getirir. Tok insan arzûlarından hiç bir zaman vazgeçmez. Hâli, dünya ehlinin hâlidir. Dünya ehlinin orucu böyledir. Âhireti isteyenler ise, az bir şey ile oruçlarını tutarlar. Yalnız seher vakti yerler, onu da yine az yerler. Bazan da üç günde, beş günde, on beş günde, ayda bir kere, kırk günde bir kere yemeğe kadar hattâ elli, altmış güne kadar sabredip, tahammül edenler olmuş. İsimlerini yazmağı teberrüken uygun görüyorum:
Daha bunlara benzer pek çok bahtiyarlar vardır. Ebû Bekr es-Sıddik radıyallahu anh, altı günde bir kere yer idi. Abdullah b. Zübeyr de yedi günde bir yerdi. İbrahim Edhem’in üç günde, bazıları da dokuz günde bir kere yediğini söylemişlerdir.
Her sene kırk gün, ayda dört gün oruçlu olmak üzre hareket edilirse insana melekût âlemi keşfolur ve ceberût âleminden ilimler hasıl olur. Bundan nâşi yemeklere düşkünlüğü hiç makbul saymamışlardır.
İslâm’ın ilk devirlerinde ekmek, ekseriyyetle arpa unundan yapılır ve elek kullanılmazdı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin âhirete irtihalinden sonra çıkan ilk bid’atlardan birisi elektir ki, kibarlık alâmetidir. Halbuki kepekteki kuvvetin undainden fazla olduğu da rivayet edilir.
Medine-i münevveredeki hücre-i saâdetin arkasında büyükçe bir oda kadar olan basamak yükseklikteki yer Ashab-ı sufe yeridir. Ashab-ı suffe orada ibâdet ile meşgul olurlar. Peygamberimizin emirlerine âmâde, hazır asker olarak beklerlerken ilim tahsil ederler.
Yiyecekleri ise günde iki kişiye ancak iki avuç dolusu hurmadır. Harbe giderken de ekseriya yanlarına aldıkları hurma ve kavrulmuş un ile geçinirler idi.
Hele bir sefere gönderilen sekiz-on kadar mücahid daha yolda iken yiyecekleri bitmiş ve gidecekleri yere kadar arkadaşlarından birisinde kalan tek bir hurmayı yemeyip, ağızlarında biraz emip, biraz da su içerek harb mahalline kadar böylece erişmişler. Deniz kenarı olan o mahalde ise denizin attığı koca bir balığı yemek suretiyle beslenmişler ve balığın etinden bir miktar da Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve selleme getirmişlerdi.
Binaenaleyh mü’mine bir parça ekmek veya un, bir parça da su yetip artar. Çünkü mü’min kanaatkardır. Cenâb-ı Hakk'ın rızasını kazanmak için yer. Dinsiz ve münafıklar ise hırs ile ve yedi arzû ile yerler. Doymak bilmezler. Onun için müslümanlıkta çok yemek mezmumdur. Yemeğin azı çoğundan hayırlıdır, denmiş. Zira dünyada tokluğa devam edenler âhirette aç olacaklardır.
Tokluk insana gaflet getirir. Zikirden, fikirden alıkor, kalbi karartır. Tok insan ak ile karayı, hak ile bâtılı seçemez olur.
Bir ekmek meydana gelinceye kadar 360 mahlûk ona hizmet eder. Evvelâ Mikâil aleyhisselâm, melekler, ay, güneş, yıldızlar, havalar, hayvanlar, ekip-biçenler, harmanlar, değirmenler.. Unu alıp eve gelir veya fırıncıya gider, yuğrulur pişirilir. Odunlar, kömürler veya elektrikli fırınlar, sonra da satıcılar... Almak için kazanılan paralar hep bu bir lokma ekmek için değil mi?
«Âdem oğluna iki lokmacık yeter», denmiş. Maksad az bir miktar ile iktifa etmektir. Çok yemek insanı zikrullahtan alıkor, diyorlar. Bu da en büyük bir şerdir. Zira dünya fani, âhıret ise bakîdir. Onun için bir kişinin yiyeceği iki kişiye kifayet eder, dört kişilik yemek de sekiz kişiye yeter, denmiştir.
AZ YEMENİN FAZİLETİ
— Güzel Ahlâk Az Yemekle Elde Edilir
Kul açlığını unutur Rabbisinin zikri ile meşgul olursa, meleklere benzer ve eğer tokluğa devam ile şehvetinin peşinde koşup dolaşır ise, bu sefer de behâime, yani hayvanlara benzer.
Bak açlığı padişahlığa, sultanlığa benzetmişler. Tokluk da köleliktir, yani nefsin esiri ve kölesi olur. Açlığın hepsi izzettir, tokluğun da hepsi zillettir. Açlık âhıretin anahtarı, zühdün kapısı. Tokluk da dünyanın anahtarı ve dünyaya rağbetin kapısıdır. Cenâb-ı Peygamber buyuruyor ki:
«Muhakkak her şeyin bir kapısı vardır, ibâdetin kapısı da oruçtur.» Yani açlık ile Allah’a ibâdet olunur demektir.
«Oruç tutunuz ki, sıhhat bulasınız.» Kalblerin, gönüllerin sıhhati ve uyanıklığı ise hepsinden daha âlâ ve daha ahsendir.
«Cennetin kapısını çalmağa devam ediniz, elbette açılacaktır!
— Cennet kapısı nasıl çalınır? denince:
— Açlık ve susuzluk ile, Cenâb-ı Hakk’a yalvarmakla olur.»
Binaenaleyh medh ü sena olunan güzel ahlâklara toklukla erişilmez. Ancak açlık ile nefis terbiye olur. Onun için o büyük zatlar eriştikleri büyük derece ve makamlara hep bu açlık ve susuzluk ile, sabır ve tahammül ile erişmişlerdir.
Bayezid-i Bistamî hazretlerine sormuşlar ki:
— Bu dereceye nasıl nail oldun? Demiş ki:
— Açlık, susuzluk, bir de çıplaklık ile.
Abdulkadir Geylanî hazretlerinin oğlu bir gün babasından izin istemiş va’z etmek için. Çok çalışmış, hazırlanmış, fevkalâde, fesahat, belâğat, edebiyat, son derece. Fakat herkes uyuklamağa başlamış. Üzülmüş. Sonra babasına hâlini nakl etmiş. O da:
— Evlâdım, ben bu Bağdad çöllerinde tam yirmi küsur sene açlıkla, susuzlukla, nefsim ile mücadele ettim, öyle hemen okumakla bu işler olsa ne mutlu, diyerek oğlunu uyarmıştır.
Yeme ve içme ile meşguliyyetin insanın Allah Teâlâ’ya hakkıyla ibâdet etmesine mani olduğu aşikârdır. Allah Teâlâ’ya kurbiyyet kalbin hakiki hayata kavuşması ile olur. O da iyi bilmelidir ki, Allah Teâlâ onun dâimi surette şahidi ve gözcüsüdür ve bu hâl ona makam olduğu ân hakikat-i kalbe nail olmuş olur.
«Allah Teâlâ midesinde dünya taamı bulunduğu müddetçe bir kuluna tekellüm etmez.»
Sehl b. Abdullah rahmetullahi aleyh’in senelik gıdası üç dirhemden ibaretmiş.
Halife Mansur’a Hindistan’dan bir hediyye gönderilmiş. Bu hediyyenin neye yarayacağı bir yüksek doktora sorulmuş. O da:
— Bunun içine falan falan maddeler katılırsa sakallarınız hiçbir zaman beyazlanmaz, kendiniz daima genç kalırsınız, istediğiniz kadar yeyin hiç zararı olmaz ve her zaman muamele-i cinsiyyeye de kadir olursunuz demiş. Mansur cevaben şöyle demiş:
— Sakaldaki ak bir nurdur onun olmaması bir noksanlıktır onu istemem. Ben seni akıllı bir adam zannederdim. Çünkü siyah sakal adama aynı zamanda gurur da verir. İhtiyarlık alâmeti olan saç-sakal beyazlığında bir heybet, bir vakar vardır. Onun için onun gitmesini istemek akılsızlık alâmetidir. Çok yemek zaten mezmumdur. Sahibi mütemadiyen helâya gider, sonra insana sıklet verir, zikrullahtan alıkor, o da iyi bir şey değildir, ona da ihtiyacım yoktur. Kadına olan ihtiyaç ki, onun haddinden fazlası deliliktir. Onu da istemem. Kaldırın bunları, benim bunlara ihtiyacım yoktur, demiş.
Bu da bizlere güzel bir nasihat olsa gerek. Allah celle ve alâ cümlemizi afv u mağfiret edip olgun bir müslüman olmayı nasîb eylesin. Âmin!
Şimdiye kadar yazılan ehl-i tasavvufun bu sözleri hiç de yabana atılacak sözler değildir. Lâkin bunlar bizim işimize gelmediği için çeşitli bahaneler ile bunlara uymayı uygun görmemişler. Görmemişler amma onların nail olduğu devlet ve kerametlerden, lütuf ve ihsanlardan da mahrum kalmamıza sebeb olmuştur.
Çünkü hep dünya adamı olduğumuzdan günde üç kere yemek bile az gelir. Yemekleri ve aralardaki çay ve kahveleri ve meyveleri terk etmek mümkün olur mu? Lâkin biraz insaf ile düşünecek olursak o fakir fukaranın yaptıkları cihadlarla dünyanın o zamanki en kuvvetli devletlerinden birisi Acem ordusu, birisi de Rum orduları idi ki, birisi Rus, birisi de Amerika ordusu gibi iki büyük devleti nasıl yenmişler, dize getirmiş1er, mülklerini bile ellerinden almışlar bizlere teslim etmişler. Biz de bugün çok besili, kuvvetli olduğumuz halde o bizlere emanet edilen yerleri bile muhafaza edemediğimize ne dersiniz bilmem?
Tabiî bahane çok. Fakat ne dersen boş. Sebebi, bizim Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin yolunu terk edip zevk, safaya dalışımız, ibâdetlerden geri kalışımız ve âhıreti unutmuş olmamız olsa gerek.
— Zenginlerin Durumu
Zenginlik elbette çok güzel bir nimettir, Allah Teâlâ’nın sıfatıdır. Fakat onun yanında cömertlik de beraberdir yani zenginlik cömertlik ile olur. Cömert olmayan servet sahibi, hiçbir zaman zengin sayılmaz. Sonra bugünkü zenginin büyük bir kabahati vardır ki, kendisini fakir fukaranın yanından ayırmış ve hattâ onlar ile ünsiyyet ve muhabbeti kendilerine yakıştıramaz hâle gelmişlerdir. Bunun da şübhesiz kalblerin kararmasından ileri geldiğini unutmuşlar.
Peygamberimizin bile Ashab-ı kiram ile olan sohbet ve muhabbetini akıllarına bile getiremez olmuşlar. Bundan daha büyük şer ve zarar olur mu? Sonra kazançlara haram da karışınca işin içinden çıkmak bile mümkün olmaz. Kalblere olan zarar vücûda ve âzâlara olan zarardan daha çok mühimdir.
Bişr b. el-Haris’e demişler ki:
— Falan zengin bütün sene oruç tutar. Cevaben demiş ki:
— O zengin bütün sene oruç tutacağına açları doyursa, çıplakları giydirse ve fukaralar ile düşüp kalksa bütün senenin orucundan daha iyidir, âlâdır ve efdâldir.
Bu söz ne kadar dikkate şayandır. Bu sözler «Kûtu’I-kulüb»ün ikinci cildinin 117.ci sayfasındadır. Şu yazacağım söz de orada yazılıdır:
(metin)
Bu Bişr el-Haris diyor ki:
— Zenginin ibadeti mezbelelikte biten ota benzer. Fukaranın ibadeti de güzellik üstüne güzelliktir. Yani güzel bir hanımın üstüne giydigi ve boynuna taktığı cevahire benzer.
Müsadeniz ile şunu da yazayım:
(metin)
«Âlimin uykusu ibadet, nefesi (soluğu) de tesbihtir».
Dünyada ve âhırette en kıymetli nesne ilimdir, beşikten mezara kadar tahsili emrolunmuştur. İlim Çin’de dahi olsa gidip öğrenmek borcumuzdur. Âlimin uykusu ibadet, aldığı nefes de tesbih sayılınca artık o paraların peşinde koşmanın ne kadar cahillik olduğunu anlamamak mümkün değildir.
Bugün bizdeki para, az para mıdır? Amma bakınız ne kadar borcumuz var acaba sebebi nedir diye hiç araştırmamız var mıdır?
Şimdiye kadar kuruluş işe yarar bir fabrikamız bile yok. Bu paralar nereye gidiyor düşünmez mi?
Onun için aziz kardeş zenginlik hüner değildir. Din ve ilm-i din olmayınca hem paraların, hem de diğer bilgilerin hiç kıymeti kalmaz. Şayet sen dersen ki: İşte bak, koca Çin ve Rus’un dini mi var? Evet bugün böyle amma bakalım yarın ne olacaklar. Şimdiye kadar dinsizlerin yaşadıkları görülmemiş. Sonra insanlar köle gibi hürriyyetten mahrum olduktan sonra hayatın, yaşamanın ne kıymeti olur?
— Gaye Hak Rızasını Kazanmaktır
Aziz kardeşim, sen boş fikirleri bırak da bu mülkün hakiki sahibi olan Allah’a dön ve O’na kul ol, emrini tut, yasaklarından kaç. Bütün bahtiyarlık, saadet, selâmet burada. O zaman servetin, sana da faydalı olur, memleketine de.
Bak şu yanan ormanlara. Her ağaç bir insan kadar kıymetli iken nasıl yanıyor, sebebi hep dinsizlik. Allah korkusu yok, vatan sevgisi yok, aklına geleni yapıyor. Bunun böylesinden memleket ne istifade eder. Hele bugünkü adam öldürme modası! Bunları gözünden kaçırma, iyi düşün, doğru düşün.
Bak her gelen mutlaka gitmektedir, gideceğin yeri iyi düşün, ömrünü boşuna zayi etme, mezardaki halini unutma ve bu güzel vücûdunun orada nasıl çürüyeceğini ve nihayet yok olacağını, hiçlere karışacağını, tamamı ile unutulacağını unutma da kâfirlere, dinsilere, ahlâksızlara benzemeğe çalışma. Belki hedefin Allah olsun, hak rızasını kazanmak da gâyen olsun.
Tuttuğun yol peygamberlerin, velîlerin, şehidlerin, salihlerin, âlimlerin, âbidlerin yolu olsun. Milletine, devletine, vatanına, ailene ve bütün insanlara karşı faydalı, hayırlı, herkes tarafından övülen ve sevilen, unutulmayan, hayırla yâd olunan, medh ü sena olunan, «ah Allah ondan razı olsun ne iyi adamdı» denilen bir insan olmağa çalış.
AZ YEMENİN HİKMETİ
— Sıhhat İlminin Ehemmiyeti
Yemek, insan bedeninin çalışmasına hizmet eden bir vasıtadır ve bunun yeri de midedir. Yenilen yemek, ekmek, meyve, bütün meşrubatın döküldüğü yer de burasıdır. Malûm olduğu vech ile bu yemekler burada hazm olunur, faydalı kısımlar vücuda kan olarak lâzım olan yerlere taksim olunur, artıklar da dışarı atılır. Bir taraftan alınır, diğer taraftan da atılır. Alınması bir nimet, dışarı atılması da ayrı bir ni’mettir. Bir rahatsızlık ve iştihasızlık sebebi ile yiyemediğimiz takdirde nasıl vücûddan düşüp rahatsız oluyorsak dışarı çıkamadığımız zaman daha fazlasıyla rahatsız olduğumuz görülmektedir.
Binaenaleyh sağlık baha biçilmeyen bir ni’mettir, onun korunması da boynumuza borçtur. Bu sebebten îmam-ı A’zam:
«Sıhhat ilmini bilmeyen âlim, fâkih olamaz» demiş. Onun için her müslümanın ve bahusus ilim sahiplerinin sıhhat ilmine ehemmiyet vermeleri pek lâzımdır. Çünkü gerek ılım ve gerekse ibadet, bütün dini ve dünyevî vecibeler, sıhhat ile kaimdir. Sıhhati bozuk olunca insanın ömrü de tabiatı ile boşa gider.
Bütün rahatsızlıkların başı iki şeyden ileri gelir: Birisi midenin bozulması, diğeri de soğuklardır. Mide bozukluğunun ise, ekseriyyetle çok yemekten veya zararlı şeyleri yemekten ve içmekten ileri geldiği muhakkaktır. Öyle ise bir insanın nasıl ve ne kadar yemek yemesi lâzım olduğunu bilmesi gerekir. Zira bazı kimseler çok yer ve çok içerler ve bu suretle hem şişmanlar ve hem de çeşitli rahatsızlıklara düçar olurlar. Bazıları da yemez, içmez zayıflar. Bu da çeşitli hastalıklara tutulabilir.
Soğuğa karşı bazıları çok giyinir, üstüne başına yük yapar, terler, sonra da koruyamaz, yine hastalanır.Bazıları da giyinmez ve soğuya karşı tahammül de edemez ve korunamaz. Bir de bakarsınız yataklara düşmüş. Sebeb: Soğuk almış, çeşitli hastalıklara tutulmuşlardır. Onun için sıhhat kaidelerine riayete müteessir oluruz.
Bu sebebden nâşi şöyle demişler «Halk içinde mûteber bir nesne yok devlet gibi Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi»
Sıhhatin kıymetini hastalar bilir. Fakat ne yazık ki, biz onun kıymetini gerektiği gibi bilemiyoruz. Bu vücûdu bize teslim eden Allah Teâlâ bunu korumayı ve muhafazayı da bize emanet etmiştir. Bize lâzım olan vazifelerden en mühimmi de midenin korunmasıdır. Onu bozacak her şeylerden son derece sakınmak gerektir. Bunu da yapabilmek herkesin elinden gelmemektedir. Bilmek başka, yapmak başka.
Meselâ, içkinin, sigaranın zararını bilmeyen hemen hemen yok gibidir, hattâ doktorlarımız ve hoca efendilerimizden bile ne kadar sigara mübtelâsı, enfiye mübtelâsı vardır. Zavallı hanımefendiler o pis mendilleri yıkamaktan bıkmışdırlar. Bu ibtilâlar ekseriya gençlik devrelerinde alışılan, sonra da âdetleşen bir belâdır ki, terki büyük mücahedelere bağlıdır.
Zaten bu yemek meselesinde usule riayet edemediğimizin sebeblerinden birisi de aile arasındaki alışkanlıktır. Bu alışkanlığa tabiat-i saniye diyorlar ki kurtulmak için yine nefis ile mücahededeki muvaffakiyete bağlıdır. Çünkü nefis daima alıştığı şeyi ister durur, vermezseniz sizi rahat bırakmaz. Artık çok azim, sebat sahibi olmak gerek ki, nefsin elinden yakayı kurtarabilesiniz ve bu nefsin elinden kurtulmadıkça insanlıkta tekemmül, olgunluk, dürüstlük, üstünlük mümkün değildir. O da yedikçe azıtan bir canavardır. Onun hakkından ancak açlık gelmektedir, başka hiçbir şeyden korkmaz.
Onun için âhıret yolcuları olan dervişana yakışan ilk şey kendini açlığa alıştırmak olmalıdır. Açlık hiç bir zaman insanı öldürmez. Hastahanedeki hastaların bazılarına doktorlar perhiz verirler. Bu herhalde onları öldürmek için değildir, hastalığın icabı ona muhtaçtır, yoksa ölümüne sebeb olur.
«Mide hastalıkların evi, perhiz de bütün tedavilerin başıdır».
Mide bütün vücûdun tam çalışmasını, sıhhatini muhafaza eden bir yerdir. İyi kullanıldığı takdirde sahibi rahat eder ve selâmetle, sıhhatla yaşar. Bütün ilâçların başı ise himye denilen az yemek, mideyi yormamaktır. Bunun için de Cenâb-ı Peygamber ne güzel buyurmuştur:
«Âdem oğlunun doldurduğu kabların en şerlisi midesidir».
Bugün hemen herkesin bindiği ve bildiği bir otomobil var. Buna yükü haddinden fazla korsanız az bir zaman sonra çeşitli arızalar baş gösterir, şurası kırılır burası kopar. Tâmir, tamir, derken artık bir gün kullanılmaz hâle gelir. Eğer arabanıza benzin korken biraz da mazot veya başka yağ veya gaz karıştırırlarsa sizin arabanızın hâli ne olur. Siz süper arıyordunuz, halbuki bu kanşık benzin sizin makinenizi nasıl işlemez hâle getirir ise lokmasına haram karıştıranların hâli de daha acı ve daha tehlikelidir. Araba gitmezse, iner başka arabaya binersiniz. Fakat midenize inen o haram lokma bütün kanınıza karışacak. Tabii artık sizin de insanlık ve İslâmlık yollarınız tıkanır. Ne namazdan, ne de oruçtan bir fayda göremeden ve İslâmlıktan da haberiniz olmadan ya dinsiz olur veya komünist olup gidersiniz vesselâm.
Mide tıpkı bir arabanın benzin deposu gibidir. O delinirse veya makineye benzini sevk edemezse makine nasıl işlemez durur. Eğer bir de kış günü ise karda ve kır bir yerde kalmış iseniz vay halinize.
Hastaların tedavide kullandıktan iki şey vardır: Birisi ilâç, diğeri de perhizdir. Perhize riayet etmezseniz ilâçlar size hiçbir fayda vermez. Halbuki ilâçları terk edip perhize devam etseniz hiç şüpheniz olmasın ki pek çabuk iyi olursunuz, iyi filiniz ki bütün ilâçların aslı perhizdir.
Nitekim:
(metin)
buyurulmuştur.
Bakınız evvelce Hinduların hastalarına karşı kullandıkları ilâç, perhizdir. Hastayı yemeden, içmeden ve konuşmadan bir müddet menederler ve hasta da iyi olur diye Kurtubi Tefsiri’nin yedinci cildinin 192.ci sayfasındaki
(metin)
Cenâb-ı Hak da:
(metin)
diye yemekte israf edilmemesini emretmektedir. Bazı âlimler, bu israf kelimesinden maksad «çok yemektir» demişler.
Bazıları da Haram yemeyiniz demektir, demişlerse de insanın canının her istediğini yemesi de israftan sayılmıştır.
Hz. Lokman da oğluna çok yememesini, hele tok iken vakit geldi diye yemenin hiç doğru olmadığını anlatmıştır.
— Az Yemenin Ölçüsü
Bir büyük doktorun hizmetkârı bir siyahiden bir şey almak istemiş. O da vermemiş. Hizmetkâr.
— Bir gün gelir elbette sen de bize muhtaç olursun ben de sana gösteririm, demiş. Siyahi zat da:
— Benim size ihtiyacım olmaz, demiş. Doktor ve hekim olan zat ise:
— Evet eğer acıkmadıkça yemezse, doymadan az yemekle kalkarsa doğru söylemiştir.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri de:
«Âdemoğlu midesinden daha şer bir kabı doldurmamıştır. İnsanoğluna kendisini rahatlıkla yaşatmak için birkaç lokma kâfi gelir. (Üç ile on lokma arasında). Eğer bunu yapamazsa midesinin üçte birini yemek, üçte birini su, diğer üçte birini boş bırakıp rahat nefes almasına.
-Diğer bir rivayette:- Boş kalan kısmı da rahatça zikrullah yapılmasına bırakılmalıdır». Öyle yapmaz da fazla yerse o zaman şifa yerine zehir olur» buyurmuşlardır.
YEMEK YEME ÂDÂBI VE İKRAMIN FAZİLETİ
— Yemekte Niyet
1. — Nimetin mün’im-i hakîkî olan Allah Teâlâ tarafından ona verilmiş olduğunu bilmek ve şükrünü yapmak.
2. — Sonra bu yiyeceği ile Mevlâ’nın hizmetini yapabilmesi ve ehl-i takvâdan olmasına niyet etmesidir.
3. — Yemekte niyeti yediklerinin Cenâb-ı Hakk’a ibadette kuvvet olmasını istemek.
4. — Yemeği ekseriyetle ihvanı ile yemeyi ve onlara sevinç vermeyi kasdetmelidir. Cemaatta bereket vardır.
5. — Davete-icabette sünnete uymaya niyet etmek.
6. — Diğer yemeklerde ve şâir işlerde hep sünnete uygun olmasını istemek.
7. — Gerek evindeki yemeğinde ve gerekse davetlere giderken niyeti unutmamak. Evdeki yemekte «Ya Rab, bu yemeklerle benim vücûduma kuvvet ve kudret ver de sana güzelce ibadet edeyim» demek.
8. — Davetlere giderken de müslüman kardeşini sevindirmek için gitmek. Niyetsiz davetlere gitmek dünyaya aittir.
9. — Niyet müslümanlığın en birinci şartıdır. Çünkü herkes niyetine göre me’cur olacaktır. Zira:
10 — Bazı sûfîler her gün bir ihvan kardeşini ziyaret etmek suretiyle senesini böyle geçirirmiş ve bunu efdal-i a’mâl sayarlarmış. Bunların hepsi kardeşlerin birbirlerini sevmelerinin alâmetidir ve hepsi güzel ahlâklardandır. Kişi bu güzel ahlâkı sâyesinde gündüzleri sâim, geceleri kâim kimselerin derecesine erişir.
11 — Bazı büyükler oruçlu oldukları halde bazan ihvanı ile gündüz yemeğini yemeşini severmiş ve geceleri de onlarla beraber olmayı da arzû edermiş ki, bu güzel ahlâk sayesinde onların nâil olduğu gündüzleri oruçlu, geceleri de kâim olanların sevabina, derecesine erişebilsinler.
— Az ve Helalinden Yemek
12 — Yenecek yemeğin helâl olması şarttır. Bunu ilmihal kitaplarından iyice öğrenmelidir. Namaz nasıl farz ise; iman nasıl farz ise yemeğin helâlden olması da öylece farzdır. Alış-veriş usulleri fıkıh kitaplarımızda pek güzelce izah edilmiştir. Bunları öğrenmek her müslümanın boynuna borçtur. Bugün insanlar çeşitli yabancı dilleri öğrenmeğe çalışırlar da dinî bilgilere hiç ehemmiyet vermezler. Rüşvetlerin, faizlerin haram olduğunu bilmeyen de yoktur. Sonra içki satmak, kumar oynamak veya oynatmak sûretiyle para kazanmaya çalışanları da görmekteyiz. Sonra ihtikarla, mal saklamak sûretiyle, zamlarla haksız kazançlar temin etmek, terazi ve kantarını ve ölçüsünü doğru kullanmamak sûretiyle yapılan kazançlar, hele rüşvet ve yalan dolan ile elde edilen kazançların artık ne kadar doğru olacağını senin düşüncene havale ederiz.
13 — Yiyecek veya içecek şeyin bilinmesi ve ona yabancı, haram bir madde karışmamış olması ve ulemânın onu câiz görmesi lâzımdır.
14 — Zünnûn el-Mısri’yi o zamanki sultan bir sebebten dolayı hapsetmiş. Hapishanede bulunanlara verilen yemeği mübarek yememiş, sultan tarafındandır diye. Fakat kendisinin bir âhıret kardeşliği varmış. O da mübarek zâta yemek göndermiş, onu da yememiş. Hapisten çıkınca âhıret kardeşi, gönderdiği yemeği niçin yemediğini sormuş. O da hapişhanedeki zulüm kablarıyla geldiği için yemedim, demiş.
15 — Hz. Ali Efendşmize’e Küfe’de bir bayram günü altın tabaklar içinde yemekler gelmiş, fakat hiç birisini yemeden geri göndermiş.
16 — Her kim bir lokma haram yerse kırk gün kalbini kasvet kaplar ve simsiyah olur ve eğer kırk gün helâl yerse kalbine hikmet dolar ve nûrlanır, hikmetler lisanından su gibi akar.
17 — Helalden yediği ilk lokma ile Allah Teâlâ onun günahlarını mağfiret eder. Helâl kazanç için gayret gösterenlerin günahları ağaçların yaprakları döküldüğü gibi dökülür.
İbret levhası:
Bir adam bir köye misafir olmuş. Gelen yemeklerden şüphelendiğinden yememiş ve aç olarak yatmış. Gece rüyasında o köy halkının bütün sevabları bu adamın mizanına konmuş olduğunu görmüş.
Sultanlara hizmet edip yemeklerini yiyenlerin şehadetini kabul etmemişler. Hem sultana hizmet, hem tatlı nefis yemeklere rağbet ve hem de lokmanı büyük edişin senin şehadetine manidir, demişler.
18 — Acıkmadan yememek.
19 — Az yemeği tercih etmek.
20 — Kanaat sahibi olmak.
21 — Hırstan kaçmak.
— Yemekte Uyulması Gereken Edebler
22 — Yemekten evvel ve sonra elleri yıkamak.
Yemekten evvel elleri yıkamak fakirliği giderir, yemekten sonra yıkamak da hataları giderir ve gözleri sağlam eder.
23 — Yemek helâl ise evvelinde besmele çekip sonra da:
(metin)
demek ve şükrünü çok etmek ve yemek sahibine de «Allah sana tayyib taam ihsan etsin» diye dua etmek.
24 — Ev sahibi başlamadan yemeğe başlamamak.
25 — Yemeğe evvelâ büyükler veya alimler başlamalı.
26 — Evvelinde besmele-i şerife okuyup sonunda da hamd etmek.
27 — Yemeğe evvelâ tuz ile başlamalı.
28 — Hurma veya su ile iftar etmeli.
29 — Yemeği daima sağ eli ile yemek ve içmek.
30 — Hiçbir yemeği beğenmemezlik etmemek ve ayıplamamak. Beğenmez veya sevmezse sesini çıkarmamak.
31 — Gelen yemeğe kanaat edip başka şey istememek.
32 — Lokmaları ufak yapmak ve iyi çiğnemek.
33 — Yemek yiyenlerin yüzlerine bakmamak ve gözetmemek.
34 — Oturarak yemek ve sol ayağının üstüne oturup sağ ayağını dikmek.
35 — Dayanarak ve yatarak yememek.
36 — Doymadan çekilmek. Doktorlar der ki: En güzel ilaç acıkmadan yememek ve doymadan kalkmaktır.
37 — Önünden yemek.
38 — Eli ile ve hem de üç parmağı ile yemek.
39 — Sahanın ortasından veya üstünden yememek.
40 — Sofrada edeb dahilinde güzel sohbetler, konuşmalar yapmak.
41 — Ekmeği ve eti yemekte bıçakla kesmemek.
42 — Ekmeği çok parçalamamak. Meğer ki misafir çok ola.
43 — Yemek yiyenler ev sahibini, şunu da isteriz, bunu da isteriz diye sıkıntıya sokmamalıdır.
44 — Her zaman âdeti veçhile yemek, ne az, ne de çok yememek.
45 — Yemekte suyu eksik etmemek, kararınca içmek.
46 — Yemek kablarını iyice sıyırmak
47 — Sofrada yeşillik bulundurmak, hatta su dokülüp içilecek hale getirmek ve suyu da içmek.
48 — Yemek artığı bırakmamak. Resulullah’ın önünde hiç bir yemek artığı görülmemiştir.
49 — Yemek hazırken ezan okunursa ve vakit de müsait ise yemek yenir, sonra namaz kılınır. Vakit dar ise evvelâ namaz kılınır.
50 — Yemeği daima yerde yemek sevabdır. Çünkü Resûlullah Efendimiz hep yerde yerlerdi ve diz çöküp sol ayağının üzerine oturur, sağ ayaklarını da dikerlerdi:
«Ben kulum, kulun yediği gibi yer ve onların oturduğu gibi otururum» buyururlardı. Sofrada yedikleri vakit asıl katıkları takva idi.
51 — Yüksek masalarda yemek yemek mekruhtur, ehl-i bid’atin işidir.
52 — Meyvenin olmuşunu yemek.
53 — Ekmeği ve meyveyi iyice çiğneyip öyle yutmak.
54 — Yemeğin üstüne su içmemek.
55 — Mideyi doldurmak büyük zarardır.
56 — Doktora sormuşlar ki:
En güzel yemek nedir?
— Açlıktır, demiş. Yani yemek o zaman çok leziz ve faydalı olur.
57 — Meyvayı yemekten evvel yemek ve yedirmek.
58 — Meyve ile çekirdeği bir kaba koymamak.
59 — Çekirdekleri avucunda toplamamak.
60 — Hurmayı tek yemek. Meselâ yedi, onbir veya yirmibir gibi.
61 — Cemaat arasında hurmayı birer birer almak.
62 — Yemekten yere düşen kırıntıları ve lokmaları yemek cennet hurilerinin mehirleridir, buyurulmuş.
63 — Yemek kabını temizce sıyırıp içindeki suyu içmek bir köle âzâdına bedeldir demişler.
64 — Yemekten ev sahibi ve diğerleri kalkmadan doysa dahi çekilmemek.
65 — Dışarda yediğinden muhakkak ev dekilere de getirip yedirmek.
— Yemekten Sonra Uyulması Gereken Âdâblar
66 — Yemekten sonra:
«Oruçlular sizde iftar etsin, yemeğinizi sâlih kişiler yesin ve melekler size istiğfarda bulunsun» diye dua etmek.
67 — Yemekten sonra da yine tuz almalıdır. Hz. Ali Efendimiz yemekten evvel ve sonra tuz alanlar için:
«Allah Teâlâ onlardan yetmiş çeşit belâyı defeder» buyurmuşlar.
68 — Yemekten sonra elleri yalamak, sonra silmek lâzımdır.
69 — Yemekten sonra eleri yıkamak lâzımdır.
70 — Sofradan dökülenleri yemek. Bunu âdet edinirse bolluk üzere yaşar ve çocuğu da âfiyette olur.
71 — Kur’an okumak ve misvak kullanmak balgamı giderir.
— Misafire İkramın Âdâbı
72 — En efdal amel evine gelip oturan kardeşlere ikram imiş. Bugünkü müslümanların en büyük kabahati birbirlerini beğenmemeleri ve birbirlerine itaat etmeyip bölük bölük, parça parça olmalarıdır. Mevlâ cümlemizi nefsin elinden kurtarsın. Âmin.
73 — Alimler demişler ki, iki yemekten sual olmaz: Biri sahurda yenilen, diğeri de kardeşi evinde ikram olunan.
74 — İhvanın sofrada bulunmasından memnun olmak.
75 — Oruçsuz olduğu günkü yemeğini ihvanı ile yemeyi tercih ederlermiş ve bu hareketi oruçlu günü gibi sevablı sayarlarmış.
76 — Yemekte misafirlerin çok olmasına çalışmalı. Zira yemekleri toplu olarak yemek, yemeğin mübarek olmasına vesile olur. Böyle yemekte hem çok fayda, hem de çok bereket vardır.
77 — Varlıklı insanlar yemek esnasında kapılarını açık tutmalı, zengin-fakir her geleni sofralarına oturtmalıdırlar.
78 — Tabiînden bazıları «İnsanların ha Arlıları yemeklerini evlerinin içinde değil bahçelerinde yeyip, gelen geçenden arzu edenleri çağırır ve yemeği de bol yaparlardı» demişler.
79 — Ibn-ı Mübarek ihvanına hurma ikram ederek «Her kim fazla yerse her bir çekirdeğe bir dirhem vereceğim» dermiş. Yani bugünün bir lirası veya beş lirası gibi. Ve çekirdekleri sayar, fazla yiyenlere sayısı kadar para verirmiş. Bizim ramazanlarda bazı zenginlerin diş kirası diye yemek- tekilere para vermeleri gibi.
80 — Bazı cömert insanların evlerinde hem pişmiş et, hem de kesilmiş, temizlenmiş bütün koyun asılı dururmuş. İsteyen ya hazır pişmişten alır yer, isteyen de çiğ etten bir parça keser kendi pişirip yermiş. Bir tarafta da elbise ve kumaşlar, isteyen istediğini alır giyermiş. Bu Saîd İbn-i Urve denilen zâtın hüneri imiş.
81 — Taamın şerlisi, zenginlerin çağrılıp fakirlerin çağrılmadığı ziyafetlerdir. Taam hiçbir zaman şerli değildir. Buradaki şer ismi zenginlerin çağrılıp fakirlerin bırakılmasından nâşidir.
82 — Şerli yemeklerden biri de ölüler için yapılan yemeklerdir. Yemek ziyâfeti bir sevinç alâmetidir. Mevtânın öldüğü ev ise matem evidir. Orada yemek ve helva yapmak çok ayıptır. Sanki adamcağızın öldüğüne seviniyorlar. O yemekten yemek de mekruhtur, yani haramdır. Bunun için mevta evine dostları, akrabaları yemek yollar ki onlar yemek pişirmeğe acılarından nâşi vakit bulamazlar. Mevta evine yemek yollamak sünnettir. Bu yemekten kendileri de yer, başkaları da.
83 — Misafire ikram ediyorsa yemeği acele etmelidir. Misafire takdim edilen yemeğin en efdali güzel haşlanmış veya kızartılmış ettir. Arkasından da güzel bir tatlı misafire tam ikramdır.
84 — Taze ekmek, keskin sirke ve soğuk su ile yapılan ziyafet çok para harcamak suretiyle yapılan ziyafetlerden iyidir. Emekten sonra güzel bir tatlı çok çeşitli yemeklerden iyidir, demişler.
Süleyman ed-Daranî: «Tayyib, helâl yedirmek Allah Tealâ’nın rızasını celbeder» demiştir.
Halife Me’mun: «Buzlu su, sıcak mevsimde Allah’a lâyıkı ile şükre vesiledir» der.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri:
«Allah’a ve âhırete inanan misafirine ikram etsin» buyurmuşlardır.
85 — Ekmeği ikram ediniz, hele buğday unundan olursa çok âlâ. Zira katık istemez. Biraz tuz, sirke ve yeşillik olursa fevkalâde.
86 — Kardeşlere tekellüfsüz yemek her zaman mümkündür. Yani her zaman gelmek mümkün, fakat tekellüf olunca her zaman gelmesi istenmez demişler.
87 — Bazı itibarlı kimseler davetlere icâbet etmemişler. Sebebi, cennet yemeklerini hatırlamaktan ve emeksiz ve masrafsız yemekleri yemek istemediğinden. Tabiîdir ki, yemekleri yapmak hele bugün pek çok masraflara bağlı. Sonra çok emeklerle yapılmaktadır. Eğer bir de evde hizmet edecek gelin, kız veya hizmetçi yoksa, artık o hanımın hâlini bir kere düşünmek insaf sahipleri için kâfidir.
88 — Fakir müslümanlardan olan ihvanı ile yemek yerken eğer yemek az ise o yemeği misafirlere bırakıp kendisinin az yemesi mendubdur, güzeldir.
89 — Misafire ikram israf değildir. İbrahim Edhem bir ziyafette bol yemek yapmış da onu ayıplamışlar «bü kadar israfa ne lüzûm var» diye. O da, «misafire ikramda israf olmaz» cevabını vermiş.
90 — Misafire, ziyaretçiye ancak evde hazır bulunan takdim olunur, tekellüf caiz değildir. Tekellüf yapanlara lanet olunmuştur. Tekellüf kendi yemediğini misafire hazırlamaktır.
Enes ve diğer sahâbe-i kiram radıyallahu anhüm, evlerinde olan şeyleri çıkarıp topluca yemek yerler ve Kur’an okurlardı.
91 — Yemekte külfete katiyyen gitmemek gerekir.
92 — Yemekleri borçla ve meşakkatle yapmamak.
93 —Yemekte kolay olanı ve ucuz olanı tercih etmek lâzımdır.
94 — Cemaatla yenilecek yemeğe gelmeyeni beklemek doğru değildir. Ancak gelecek olan fakir bir kimse ise onun hatırını kırmamak için beklemek caizdir, demişler.
95 — Yemekte misafirlere üçten fazla buyurun demek edebden değildir. Kapıyı çalmak da böyledir, üçten sonra bir daha çalmamalıdır.
96 — Bazı âlimler derler ki: Ziyaretine gelen kardeşini yalnız bırakıp nafile namaz kılmakla meşgul olmak sünnetten ve mürüvvetten çok uzak olduğunu gösterir. Kardeşinin önüne yemeği koyup kendisi oruçlu olduğundan yememesi de sünnetten değildir ve ayıptır, sevab da alamaz.
97 — Zengin olan müslümanlann, müslüman fakir kardeşlerini sevindirmek için onların istediklerini yapması da efdaldir.
98 — Yemekte ev sahibinin misafirlerin arzularına riayet ederek istediklerini yapması da fazilettir.
99 — Yemekten evvel, ev ehlinin kısmetini, nasibini ayırmak gerektir.
100 — Misafir önünden artanları yemekte hesap yoktur.
101 — Herkes yemekten elini çekmeden sofrayı veya tabağı kaldırmak lâyık değildir.
102 — Kardeşlerinin ellerine su dökmelidir.
103 — Misafiri kapıya kadar uğurlamak sünnettir.
— Misafirlik Âdâbi
104 — Davetsiz olarak yemeklere gidenler fâsık olarak gider ve haram yerler, demişler.
105 — Yemek vakitlerini gözleyip o vakit misafirliğe ve ziyarete gitmek makbul değildir. Hatta yemeğe buyur etseler de oturmamalı.
106 — Aç olduğu zaman yemek için bazı dostların evlerine gitmek caizdir, denir. Efendimiz ve bazı sahabe yapmışlardır. Ebû Bekr es-Sıddîk ve Ömer radıyallahu anhüma hazeratı Ebu’l-Heysem veya Ebu Eyyûb el-Ensarî’nin evine yemek kasdı ile gitmişlerdir.
107 — Meşakkatli yemeklerin yapılmasını istememek.
Hz. Ali Efendimiz’i yemeğe davet etmişler. O da üç şartla yemeğe gelirim, demiş:
Eski devirdeki müslümanlar, kendilerini ziyarete gelen kimselere evlerindeki yiyecek her şeyi çıkarır önlerine koyarlarmış.
108 — Misafirin hane sahibinin izni olmadan evden çıkması da sünnetten değildir.
109 — Üç günden fazla misafirlik olmadığı gibi, üç günden fazla ziyafet yapılması da doğru değildir.
110 — Yemek için toplanmak iyi ahlâktandır, demişler.
111 — Ashab-ı kiram hazeratı Kur’ân okumak ve zikrullah yapmak için toplanırlar ve yemek istemezlermiş. Ancak ikram olunursa ona da kanaat ederlermiş.
112 — Çağrılmadan davetlere gitmemek lâzımdır.
113 — Gösteriş için de davetlere gitmemek gerektir.
114 — Bir ziyafete davet olunanın, yanında bulunan kimseleri ev sahibinden izin almadan götürmesi caiz değildir.
115 — Cemaatle davet olunduğu zamanda cemaatın adedini bildirmek lâzımdır.
116 — Eğer hususi ihvanını götürürse sofraya oturmaması lâzımdır.
117 — Kifayet miktarı ile kanaat etmek. Davet sahiplerine zahmet vermemek için kifayet miktarı ile kanaat etmeli. Asıl olan üns ve muhabbetin devamıdır.
118 — Ev sahibinden bir şey istemek caiz değilse de bazı hatırı sayılan kimseler dostlarından şunu da isteriz, bunu da isteriz diye söylerlermiş. Tabiî buna da ev sahibi pek memnun olurmuş. İmam Şafiî de bunu yapmışlar da adam memnuniyetinden kölesini âzâd etmiş.
119 — Misafir yemek yerken bir dilenci gelse, ev sahibinden izinsiz o dilenciye o yemekten Vermek caiz değildir. Şayet verirse sevab taam sahibinin olup, günah da verene olur.
120 — Ziyaretçiler geldiği ve evde bir şey bulunmadığı zaman komşu evlerine gider, evde kimse olmasa dahi buldukları ekmek ve yemekleri alır evine getirip misafirlerine ikram ederlermiş. Sonra ev sahibi gelip de evde bir şey bulamayınca, evin hanımı
— Falan geldi, hepsini aldı misafirleri ne götürdü, deyince, adamcağız pek sevinir ve o yemekleri alan adama:
— Aman yine misafirlerin gelirse her zaman gel bulduklarını al götür misafirlerine yedir, dermiş. Vah bugün bizim halimize.
121 — Bu da bir büyüğün ahlâki: Cüneydin ustazını bir çocuk, babası namına davette bulunmuş. Baba ise bu misafiri tam dört defa kapıdan geri çevirmiş. Bunu ancak nefs-i mutmainne makamında olanlar yapabilir.
122 — Zenginlerin davetine gidip fakirlerin davetine gitmemek kibir alâmetidir. Cenâb-ı Peygamber, her kim davet etse red detmez giderlerdi. İster zengin, ister fakir hatta miskinlerin ve kölelerin bile davetine giderler ve insan ayırmazlardı.
123 — Hazret-i Haşan bir gün miskinlerin topladıkları ekmekleri yerlerken oradan atıyla geçiyormuş. O miskinlere selâm vermiş. Onlar da;
— Buyurun ey Allah Resulünün torunu, demişler. O mübarek de, tevazuan atından inmiş ve onların arasına girip tenezzûlen onların ekmeğinden bir miktar yedikten sonra onlara «siz de bize buyurun» deyip ayrılmış. Bir müddet sonra da o miskinler Hz. Hasan’ın evine gelmişler. Onlara iltifat ve ikramda bulunup, hane-i saadetinde bulunanları önlerine koymuş ve kendi de onlarla beraber yemek yemişler.
Bakınız büyükler nasıl oluyor, insanların hepsi Allah Tealâ’nın kullarıdır. Kimini zengin, kimini fakir kılmış. Hepsinin sayısız hikmetleri vardır. Fakirleri hor görmek çok terbiyesizlik ve edebsizliktir. Amma bugünün insanına bunu anlatmak deveye hendek atlatmaktan daha zordur.
KAPANIŞ
Tenbih, Ders ve Dua
Aziz ve muhterem kardeş, buraya kadar yemek hakkında verilen izahlar herhalde fazlasıyla kâfidir. Bunların içinde en mühimi yemeği mümkün mertebe azaltmak ve öğünleri hiç olmazsa ikiye indirmek, bir akşam, bir de sabah, hem fazlasıyla kâfidir. Bizim nasılsa üç öğüne alışmamız bizi çok geride bırakmış, kanaatimiz o nisbette azalmış, sonra Allah Teâlâ’ya tevekkül kalmamış. Her şeyi hemen maddiyyattan beklemekteyiz.
Halbuki bizim ne alakamız olmuştur. En güzel bir boybosla elhamdülillah akıllı bir insan olarak hayata atılmış bulunmaktayız.
Bunca ni’metleri veren Allah Teala’yı unutup bütün gücümüzü maddelere, yemeklere, zevk u safalara harcamak revayı hakmıdır?
Onun için, iyi düşün. Az yemek, az konuşmak ve az da uyumak suretiyle ömrünğ boşa kaçırmamağa bak, her gelen gitse gerektir, diyorlar.
Onun için alimleri, salihleri bul, onlara kendini uydurmağa çalış. Onlar az yemek suretiyle ne büyük derecelere ulaşmışlar, onların yanında bizim sarayların, debdebe ve saltanatların hiç kıymeti yoktur. Onlar ancak âhırete götüreceklerine bakmışlar. Bizim saraylar, saltanatlar göz yumuncaya kadar. Sonra yanlış hareket ettiğimizi anlayacağız, fakat ne fayda.
Yine tekrar edeyim ki, yemeğini niyyetsiz yeme, davetlere karnını doyurmak için değil, müslüman kardeşinin hatırını hoş edip sevindirmek için ve sünnet-i Resûlullah’a uymak niyyeti ile gitmelisin. Sonra bak içkili evlere, altm-gümüşe meraklı kimselerin evlerine, süse, saltanata meyyal kişilerin ve evlerinde resim bulunduran kimselerin, fâsık, fâcır, zâlim kimselerin sakın yemeklerinden yeme.
Allah’ın emirlerini tut, Peygamberinin sünnetinden, yolundan ayrılma, namazını muntazam kıl, orucunu tut. Hem de pazartesi ve perşembeyi ve her ayın 13, 14 ve 15.ci günlerini kaçırma. Haccmı da ihmal etme, sadakanı da bol eyle. Para biriktirmeğe heves etme. Allah’ı zikirden hâli kalma. Bak Süleyman Çelebi mevlidinde:
«Her nefeste Allah adın di müdam Allah adıyla olur her iş temam» demektedir.
Sonra kendini beğenip başkalarını yerme. Kendini düzelt, bu sana yeter. Müslümanları birbirinden ayırmağa çalışma. Toplu olmak perakende olmaktan iyidir. Bak dinsizler birbirlerini nasıl tutuyorlar. Sen de hiç olmazsa bunlardan ders al da adam beğenmezlik yapma. Bir müslüman ne kadar fena olsa herhalde bir kâfir bir dinsiz gibi değildir. Bu beğenmemezlik, müslümanların birleşmesine mani olmaktadır. Eğer sen kendini beğenen kişi, başa geçsen seni kim beğenecek! Yalanlara katiyyen tenezzül etme, sözünde sadık ol va’dinde dur, kendini herkesten aşağı, günahkâr bil.
Cenâb-ı Hak cümlemizin muini olsun da sevdiği ve razı olduğu kullarından eylesin.
Âmin!