Zulüm

KİTABA DAİR

— Yayınevi

  • Mehmed Zahid Kotku (Rahmetullahi Aleyh)

     

    Merkez: Selânik cad. 49/1 - Kızılay - ANKARA - Tel: 25 24 43
    Şube: Hacıbayram Cad. 12 – Ulus - ANKARA - Tel: 12 65 28
    Şube: Feyzullah Ef. Sok. 6 - Fatih - İSTANBUL - Tel: 524 16 00

     

    SEHA NEŞRİYAT: 38
    Sohbet Serisi: 21

     

    Kapak: Göze Grafik
    Kapak Baskısı: Temel Matbaası
    Dizgi: Türkiyat Matbaacılık
    Baskı: Gümüş Basımevi
    Cilt: Acar Matbaacılık tesisleri

     

    İSTANBUL — 1986

  •  Yayınevi

    — İçindekiler

    • ÖNSÖZ - 7
    • ZULÜM - 9
    • Lügat Manası - 9
    • ZULÜMDEN SAKINMAK - 12
    • ALLAH’DAN KORKU ÜZERE OLMAK - 17
    • GÖNLÜ KORUMAK - 21
    • ZALİMDEN UZAK DURMAK - 24
    • AHDE VEFA - 27
    • MÜSLÜMAN İDARECİLERİ İŞBAŞINA GETİRMEK - 31
    • ZALİM İDARECİLERİN HAH - 34
    • ZALİME YARDIMCI OLANIN HALİ - 39
    • ZALİM SULTANLARIN KAPISINDAN UZAK DURMAK - 42
    • ZALİM İMAMLAR - 45
    • RESULULLAH (S.A.S.)’E KAYITSIZ ŞARTSIZ BAĞLILIK - 48
    • YEDİ TEHLİKE - 54
  •  İçindekiler

    — Önsöz

  • Zulüm, bir nesneyi mahalline değil de, mahall-i mahsûsundan gayrıya vaz’ eylemektir ki, bu vaz’ı mezbûr, ya noksan, ya ziyâde ile ya da vaktinden veya mekânından udûl ile olur.

  • Zulüm adaletin zıddıdır, her yerde her zaman ve her işte tatbiki emrolunan adalete mugayir her iş zulümdür. Vücudun kıvamı adaletle kaimdir. Vücuttaki adalet nizamı bozulunca çeşitli hastalıkların zuhuru şüphesizdir. İşte bunun gibi, memleketlerdeki asayişsizlik de, adaletsizliğin, bozukluğun alâmetidir. Adaletsizlik gerek fertler ve aileler arasında olsun ve gerekse cemiyetler, milletler arasında olsun, en büyük felaketlerin doğmasına yegâne sebebtir.

  • Zalimin zulmünü bilerek onunla biraz yürümek bile insanın hakikat-ı İslamiyeden çıkmasına kâfi gelirken, bütün ömrü zalimlerle geçirmek ve zalimlere her bakımdan yardımcı olmak ise bu felâketlerin en mühimlerindendir.

  • Zulmün en büyük zararı gönlü karartmasıdır. Zira o gönül karanlığı ne kadar fena ki artık insanı insanlıktan da çıkarıp zalimlerin yardımcısı olmaktan kaçınmaz bir hale getiriyor. Halbuki insana yakışan zalime değil, mazluma yardım etmektir.

  • Kalbin ve gönlün kararmasının ne kadar fena bir şey olduğunu görüp anlamak ve sonra da onu temizleyip parlatmak, her müslümanın ve hatta her insanın en mühim vazifelerinden biridir. Çünkü Allah Teâlâ’ya gidiş cesedle değil, bu gönülle olacaktır.

  • Gönüllerimizin berbad, perişan olmasına sebep olan Haccacı zalim gibi zalimlerle düşüp kalkmak ve onlara yardımcı olmak kadar korkunç ve tehlikeli birşey olmasa gerek.

  • Muhammed Zahid b. İbrahim el-Bursevi’nin eserlerinden derlenen bu küçük kitapta, zulmün ve zalimin anlamı, müslümanların zulümden, zalim idareci ve sultanların kapısından uzak durması gerektiği, zalim bir imama karşı inananların tutumlarının nasıl olması gerektiği üzerinde durulmaktadır.

  • İnananların zalimin zulmüne uğramaması dileğiyle...

  • «Şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir şeyle zulmetmez. Lâkin insanlar kendi kendilerine zulmederler.» (Yunus, 44).

  • SEHA

  •  Önsöz

    ZULÜM

    — Lügat manası

  • Zulmün lügat manası şoyledir: Zulüm, zulmet kelimesiyle birdir. Zulmet, karanlık, aydınlıktan mahrûmiyet, gece karanlığı, zifiri karanlık ki; göz gözü görmez olur. İşte zulüm de böyledir. Yani; aydınlıktan çıkıp, karanlığa düşmek...

    Aydınlığın arapça adı nûr olup karanlığın ve zulmetin mukabilidir. İslâm «nûrun ala nûrdur» küfür ve şirk ise zulmet üzere zulmettir. Bir adam karanlıktan aydınlığa çıkınca nasıl sevinirse, küfürden kurtulup İslâm’a geçmek bundan daha alâ ve daha da sevinç ve sürür vericidir.

  • Bilâkis aydınlıktan karanlığa girmek ne kadar fenâ ise, İslâm’dan çıkıp küfüre kaymak bundan daha fena ve daha kötüdür. Çünkü neticesi âhirette Cehennemde ebedi kalmak ve dünyâda yakalandığı takdirde ise, ölüme mahkûm edilmektedir. Kestiği yenmez, murdar olur. Nikâhı da sahih değildir.

  • Zulüm, bir nesneyi mahalline değil de, mahall-i mahşûsundan gayrıya vaz’ eylemektir ki, bu vaz’-ı mezbûr, ya noksan, ya ziyâde ile ya, da vaktinden veya mekânından udûl ile olur.

  • Zulüm üç nev’idir:

    Birincisi: Beynel-insan ve beynallah’dır. Bunun a’zamı küfür, şirk ve nifakdır.
    İkincisi: Beyne’z-zâlim ve beyne’n-nâs olur.
    Ve bir de: Beyne’z-zâlim ve beyne nefsihî olur.

  • Bir kimseye cevr ve cefâ etmek, haksız olan işi yapmak gibi işler, adâlete mugayir şeylerdir. Kur’ân-ı Kerim’de şöyle bir âyet var: «Allah’ın mescidlerinde Allah’ın ismini anıp zikretmekten ve orada ibâdet etmekten men eden ve harap olmaları yolunda çalışanlardan daha zâlim kim vardır?»[1] buyurmakla zulmün en fenâsının, Allah Teâlâ’nın mescidlerinde ve içinde isminin anılıp zikredilmesine mâni olmak olduğu açıklanmıştır.

    Bununla beraber, câmilere girip ibâdet edecek ve Allah Teâlâ’nın bilinmesine sebep olacak, dinin, îmanın, ahlâkın öğrenileceği ilim kaynaklarını kapatıp susmak, câmileri kapatmaktan daha fenâ bir zulümdür. Çünkü; camiler kapansa bile müslüman yine evinde namazını kılabilir ve Allah’ını zikredebilir. Lâkin mekteplerin, medreselerin, din okullarının kapanması, istikbalin evlâdlarının dinsiz bırakılmasına ve Allah Teâlâ’ya ibâdet etmekten mahrûm kalmalarına sebep olur. Bunlardan başka helâl, haram bilmedikleri gibi, sevabı ve günahı da bilmeyeceklerinden, kendilerinde her fenalık bulunabilirse de her halde bunlar dinsizler, imansızlar, inançsızlar gibi olmazlar ve olamazlar.

    [1] Bakara sûresi / 114

  • «Rabbi’sinin âyetleriyle kendisine nasihat edilip sonra da onlardan yüz çeviren, (Yani; nasihat dinlemeyen) ve daha önce yaptığı günahları unutan kimseden daha zâlim kim olabilir.» [2]

    [2] Sûre-i Kehf / 57

  • Yine Sure-i Kehf’de duyurulmuştur ki, Allah ü Teâlâ’ya iftira büyük bir zulümdür. Bu yüzden kızı var, oğlu var, Allah baba ve sâire gibi sözlerden şiddetle sakınmak gerekir, vesselâm.

  •  Lügat manası

    ZULÜMDEN SAKINMAK

    — Zulümden Sakınmak

  • «Zulümden korkunuz, çünkü zulüm kıyamet gününde karanlıktır. Sıkılıktan da korkunuz, çünkü sıkılık sizden evvel geçenleri helak etmiş ve onların birbirleri ile kanlarını akıtmağa ve haramları helâl kılmağa sevketmiştir.»

  • Zulüm adaletin zıddıdır, her yerde, her zaman ve her işte tatbiki emrolunan adalete mugayir her iş zulümdür. Vücudun kıvamı adaletle kaimdir. Vücuttaki adalet nizamı bozulunca çeşitli hastalıkların zuhuru şübhesizdir. İşte bu hastalıklar vücuttaki adaletsizliğin alâmeti olduğu gibi memleketlerdeki bütün âsâyişsizlik de, memleketlerde adaletsizliğin, bozukluğun çokluğunun alâmetidir.

    Adaletsizlik gerek ferdler ve aileler arasında olsun ve gerekse cemiyetler, milletler arasında olsun, en büyük felâketlerin doğmasına yegâne sebebtir. Onun için sizler bu zulümden korkunuz, adaletle yaşamağa bakın ki, dünyanız dünya, âhiretiniz de saadet, selâmet olsun.

  • Zulm etmeyiniz ve zulüm etmekten korkunuz ve dolayısıyla zâlime hiç bir vech ile yardımcı olmayınız. İnsan çok âciz bir mahlûk olmakla beraber, zâlimlerin şerrinden korkarak veya menfaati dünya için her devirde ve her asırda en korkunç zâlimlerin bile bir çok avanesi, yardımcısı, destekçisi olagelmiştir. Herhalde bu zâlimler ve yardımcıları, Allah’a ve âhirete îmanı olan kimseler değildir ki, insanlara envai çeşit zulümleri reva görmüşlerdir; Fir’avnlar ve onların emsali gibi.

  • Onun içindir ki hükümetleri ve idareleri çabuk muzmahil olup, yalnız o kirli adları tarihte kalmıştır. Zulüm haksızlıktır ve bu haksızlık hiç bir zaman cezasız kalmaz. Bir hadîs-i kudsi’de: «Ey kullarım, ben zulmü nefsime haram kıldım ve bu zulmü sizin aranızda da haram kıldım, binaenaleyh, birbirlerinize zulüm etmeyiniz.» buyurmuşlardır.

  • Resulüllah da «Müslüman müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez, onu yalnız da bırakmaz, onu tahkir de etmez, hakir de görmez. Takvanın yeri gönüldür» diye üç defa tekrarlamışlardır.

  • Bir diğer hadîste de: «Müslim kardeşi tahkir, o kişiye şer olarak kâfidir. Her müslümanın her müslümana kanı, malı, ırzı haramdır» buyuruluyor.

  • Bu hadîs-i şerifi iyi, çok iyi oku. Şerhe hiç lüzum yok, çok açık. Hemen Cenâb-ı Hak cümlemize hidayetler nasib etsin de öğrendiklerimizle ameller nasib eylesin ve dilimizi tutup müslümanların aleyhinde konuşmaktan ve onları hakir görüp zulüm etmekten, kendimizi beğenmekten muhafaza buyursun. Amin.

  • Bakınız sallâllahü aleyhi ve sellem hazretleri iflâs eden müflisin kim olduğunu sormuş. Cevaben demişler ki: «Bizim bildiğimiz müflis, paraları ve malları elinden giden kimsedir.»

    Efendimiz sallâllahü aleyhi ve sellem buyurmuşlar ki: «Ümmetimden müflis şu kimselerdir ki, kıyamet gününde namaz, oruç, zekât gibi hayır hasenatları ile gelirler de lâkin falana sövmüş, falana iftiralar atmış, falanın malını yemiş, falanın kanını akıtmış, falanı da dövmüş. Onlara hasenatından verilir. Nihayet hasenatı tükenir, borçları daha kalır. O zaman döğüp, sövüp, öldürüp mallarını yedikleri kimselerin seyyiatları bu adamın üzerine yüklenir, sonra da cehenneme atılır.»[3]

    [3] Müslim, Tirmizî, Ebu Hureyre’den.

  • İşte asıl müflis bu adamdır ki o kadar hasenatı, iyilikleri, ibadetleri kendisine hiç faide vermeden öteki zulm ettiği adamların günahlarını yüklenip cehennemi boylar. Ne kadar çirkin ve korkunç bir manzara. Allah Teâlâ hepimize hidâyetler nasib edip, zulümden ve zalimlere âlet olmaktan muhafaza buyursun. Âmin.

  • Abdullah bin Abbas’dan rivayet edilen bir Hadîs-i Kudsî’de şöyle buyruluyor:

    Burada canlı insan resimlerini veya heykellerini yapanlar da zâlimlerin arasına sokulmuş ve: «Bunlardan daha zalim kim vardır ki benim yaptığım canlı mahlûk gibi mahlûk yapmağa kalkarlar, şayet öyle hünerleri varsa bir zerre, bir habbe, bir arpa halk etsinler de görelim.»

  • An Ebî Hüreyre (Ebu Hüreyre (r.a.)’ dan): Resûlullah buyurmuşlar ki:

    «Rabbim bana dokuz şeyle emretti.

    1.  — Gizli ve aşikâr ihlâs.
    2.  — Kızdığın veya razı olduğun halde adalet.
    3.  — Fakirlik ve zenginlik hâlinde iktisat.
    4.  — Zulüm edeni afvetmek.
    5.  — Gelmeyene gitmek (sıla-ı rahim).
    6.  — Vermeyene vermek.
    7.  — Sözün, zikir.
    8.  — Sükûtun, tefekkür.
    9.  — Nazarında, bakışlarında ibret olsun.»
  • Cenâb-ı Hak, hepimize bu güzel derslerden nasib ihsan buyursun. Âmin.

  •  Zulümden Sakınmak

    ALLAH’DAN KORKU ÜZERE OLMAK

    — Allah’dan Korku Üzere Olmak

  • «Beş şey, beş şey’e kefildir: Namaz kefildir rızka. Zekât kefildir berekete. Sadaka kefildir âfiyete. Zina kefildir fukaralığa. Zulüm kefildir haraplığa.»

  • Yâni namaz kılanın rızkı ayağına gelir, zekât verenin malı artar, sadaka, verenin afiyeti yerinde olur, zinâ eden de fakir olur, zulüm eden de harap olur, yok olur, mahv olur gider. Giden zalimler gibi.

    Zulümden korktuğunuz gibi bahillikten de korkunuz. Zulmün sonu nasıl haraplık ise buhlün sonu da hem haraplık, hem de kanların dökülmesi ve haramların helâl addedilmesi gibi büyük tehlikelere neden olur.

  • Bir taraftan israftan sakınınız, her istediğinizi yemek, giymek ve gezmekten kaçınınız. Çünkü o sizlere verilen servetlerin paraların ihtiyacınızdan fazlası fukaranın ve milletin hakkıdır, onu keyfe mâ yeşa harcamak ölümdür, vesselâm.

  • «Allah’tan korkunuz, beş vakit namazınızı kılınız, ramazan orucunuzu tutunuz, malınızın zekâtını veriniz, emirlerinize itâat ediniz, Rabbinizin cennetine giriniz.»

  • Hulfî «Fevâid»’inde rivayet eder ve der ki: Rabbinizin Beytini haccediniz ve zekâtınızı nefsiniz hoşnut ve memnun olarak edâ ediniz.

  • Allah korkusunun her işin başı olduğu ilk evvel zikr olunmakta. Sonra beş vakit namazı vakti vaktinde hem de cemaatla kılmağa gayret ediniz. Çünkü özürsüz cemaatten kalanlar aleyhinde çok acı hükümler verilmiştir. Evvelâ münâfıklık alâmeti.. Zaten bu yeter.

    Yukarıda da arz olunduğu gibi namaz Hâlık ile kul arasında bir ahd ü peymandır, onunla gönüllere nur verilir. Hak huzurunda durmayanlar bu nurdan mahrum kalırlar ve nihayet münâfıklık üzerlerine çöker ve onlar da münâfıklardan olurlar. Bu ise en büyük bir cezadır.

  • Namazın beş vakit oluşunda ayrı ayrı ve sonsuz hikmetler vardır. Bunların hepsine akıl erdirmek mümkün olur mu? Sabah namazı Âdem aleyhisselâmın, öğle namazı Dâvud aleyhisselâmın, ikindi namazı Süleyman aleyhisselâmın, akşam namazı Ya’kub aleyhisselâmın, yatsı da Yûsuf aleyhisselâmın namaz vakitleri olarak zikr edilmekte ise de Cibril aleyhisselâm beş vakti, vakitlerinde iki defa kıldı ve bu vakitler senden evvelki, peygamberlerin vakitleridir buyurdular.

  • Ramazan ayında oruç tutmak farzdır. Fâideleri sayılamıyacak kadar çoktur. Oruç hakkındaki eserleri okuyunuz. Hele İmam Gazâlî’nin oruç bahsi yeter de artar. Bir de farz olarak malınızın zekâtını veriniz. Zekât emr-i İlâhîdir, kişinin îman ölçüsüdür.

  • Parada kırkta bir, mahsulda onda bir, ticaret mallarında ise en kolayı paraya tahvildir.

    Meselâ kumaş, kereste, nalburiye, bakkaliye gibi malların para üzerinden hesap edilir. Zekâtlar evvelâ niyyet edip Kur’an’da beyan olunan fakirlere seve seve verilir. Talebe-i ulûm ile hocaları tercih efdaldir.

  • İdare-i umûr eden büyüklere itâat edip sözlerinden dışarı çıkmayınız, karşı gelmeyiniz, o zaman Rabbinizin cennetine dâhil olursunuz. Diğer bir rivayette: Rabbinizin Beytini tavaf ile haccınızı yapınız ve malınızın zekâtını nefisleriniz hoşnut olduğu halde edâ ediniz. Büyüklerimize, veliyyü’l-umurumuza, Allah’a isyan olmadığı müddetçe onlara itaat etmekle memuruz. Fakat her ne zaman Allah Teâlâ’ya isyan ve günahlarla emr ederlerse bu emirlerine itâat caiz değildir demişler.

  •  Allah’dan Korku Üzere Olmak

    GÖNLÜ KORUMAK

    — Gönül Korumak

  • «Zulm» kelimesi haksızlıklara, haddi tecavüz etmeğe, yapılan işi yerli-yerinde yapmamak ve bunlara benzer şeylere derler. En büyük zararı gönlü karartmasıdır.

    Ma’lûmdur ki, gönül bir havuz gibidir, gözün gördüğü ve baktığı hayır ve şer gönle gider, hayır ise nurlatır ve parlatır. Şer ise gönlü karartır. Kulağın işittiği sözler de gerek hayır ve gerek şer yine gönle gider. Hayırlı sözler, ya’z ü nasihatlar, zikir, tesbihler gönlü nurlandınr, parlatır.

  • Bilâkis kötü sözler, çirkin sözler, günaha teallûk eden her söz, her kelime kalbe tesir eder, gönül berbad, perişan olur.

    Onun için masiyyet olan, günah olan yerlere ne uğra ve ne de onlara bak. Evdeki radyo ve televizyonun da iyisi iyi, kötüsü de kötüdür, artık sen işini ona göre ayarla.

  • Evinizdeki havuza akan sular eğer pis, çamurlu ve lâğım suları ise, sizin o havuzunuzun hali ne ise işte gönülleriniz de tıpkı böyledir. Onun için gözlerine hâkim ol, gayrimeşru olan hiçbir şeye bakma ki, gönlüne pislikler akmasın, öyle ise bu gibi yerlere de girme ve uğrama ki, gözlerin onları görmesin, gönlün de selâmette kalsın. Diğer âzâların hepsi de böyledir. Onun için Cenab-ı Hak Zülcelâl Hazretlerinin emirlerine uymaktan başka çâremiz de yoktur.

  • Hele bizim, pencere önünde oturup da gelen-geçeni seyretmemiz de kâfi. Onun içindir ki, eski zamandaki evler hep kafes içerisinde yapılırdı. Sokağa ancak evin kapısı bakardı, evdekiler dışarısını hiç görmezler. Bu sebepten evde rahatlık, evde huzur, evde itaat ve bereketler dolu imiş.

  • Çalışan ise yalnız babadır; ne kadın ve ne de kız, ne sokak, ne mağaza ve ne de fabrikalarda çalışmak bilir. Şimdi ise kız fabrikada, hanım memuriyyette, bey de ayrı bir memuriyyet veya ticarette. Yine de feryad ü figan, geçinemiyoruz efendim, pahalılık çok fazla, ev kiraları, içinden çıkılmaz bir dert. Hele o mobilya derdini sorma artık, felâket.

  • İşte gönlün, gözün, kulağın, ağız ve burnun, el ve ayakların bütün kazançları hep gönle indirirler. O zaman gönül ya cennet bahçesi belki cennetin kendisi, huzur ve neşe içinde veya cehennem çukurları veya cehennem gibi azab evidir. Sahibi hiçbir surette rahat yüzü görmeden sıkıntılar içerisinde gözlerini yumup çekilip gider.

    Onun için sen sabah ve akşam’da istiğfara devam eyle ve hem de zikrullahı dilinden bırakma ve içinden de çıkarma. Umulur ki Cenab-ı Hak bizlere lûtf ve ihsan edip gönlümüzü hakka açar ve ibadet ve taatında devamlı kılar.

  •  Gönül Korumak

    ZALİMDEN UZAK DURMAK

    — Zalimden Uzak Durmak

  • Gönüllerimizin berbad, perişan olmasına sebeb olan ve hattâ İslâm'dan bile çıkmasına sebeb olan Haccacı Zâlim gibi zalimlerle düşüp kalkmak ve onlara yardımcı olmak kadar korkunç ve tehlikeli bir şey olmasa gerek.

  • Ramuz’un 445’inci sayfasının ikinci hadisi; Taberaninin, Ziya-i Makdisinin, Buharının tarihinde, Bagavî, Ebû Nuaym, İbn-i Kaniin Evs b. Şüreyhbil’den veya Şüreyhbil b. Evsed’den nakl edilen hadisi şerif hepimize bir ders-i ibrettir:

    «Her kim zâlime yardım için ve onun zâlim olduğunu bilerek onunla yürürse o kişi muhakkak İslâm’dan çıkar.»

    Yani artık onun İslâm'da yeri yurdu yoktur. Bu ise, bizim için ne kadar acı ve ibrete değer. Zira o gönül karanlığı ne kadar fena ki artık insanı insanlıktan da çıkarıp zalimlerin yardımcısı kılmaktan kaçınmaz bir hale getiriyor. Halbuki insana yakışan zâlime değil, mazlûma yardım etmektir ki, Hakk’ın da kendisine yardımına nail olsun.

  • Çünkü mazlûma yardım eden kişinin kıyamet gününde büyük lütuflara uğraması ile beraber bir de o sırat köprüsünden geçerken Allah Teâlâ onun ayaklarını kaydırmaz. Bununla beraber bir müslüman kardeşinin hacetlerini bitirivermek için yürüyüşe çıkanın hatvesine (adımına) 70 sevap yazacağı ve yetmiş günahı sileceği gibi ve yine kardeşinin hacetini bitirmek için yürür ve buna muvaffak olursa, yani işlerini görüp-bitirir ise, ona on senelik itikâf sevabı verileceği de hadislerde sabittir.

  • Şimdi gerek mazlûm ve gerekse bir müslüman kardeşine yapılan hizmetlerin mükâfatı nerede; bilâkis zalimlere yapılan yardım nerede? Şübhesiz her akıl sahibinin zalime değil, belki mazlûma yardım etmesi icab ederken bunu yapmayışı, işte onun kalbinin tam manası ile kararmış olmasının alâmetidir.

  • Kalbin ve gönlün kararmasının ne kadar fena bir şey olduğunu görüp anlamak ve sonra da onu temizleyip parlatmak, her müslümanın ve hattâ her insanın en mühim vazifelerinden biridir. Çünkü Allah Teâlâya gidiş cesedle değil bu gönülle olacaktır. Onun için gönlün kıymetine bahâ olmaz, derler.

  • Binaenaleyh, gönül bu cesedle kaimdir, cesedin yapacağı bütün günah ve kabahatlar gerek iç ve gerekse dış günahların tesiri hep gönüllerdir.

  • Öyle ise ey aziz kardeş, günahlardan son derece kork ve kaç, her ne kadar ufak da olsa, bilirsin ki ufak kıvılcımlar büyük yangınlara sebeb olmaktadır. Senden yine ricam şudur ki: Günah Kitabı’nı iyi oku ve muhakkak tekrar tekrar oku. Tâ ki, içine işlesin ve sen de o günahları incele bak altında ne kadar zararlar vardır. Zâlimlere yardım ise bu felâketlerin en mühimlerindendir.

  •  Zalimden Uzak Durmak

    AHDE VEFA

    — Ahde Vefa

  • Bu kelime-i tayyibe ki «lâ ilahe illallah»’dır. Bunu her kim cân ü gönülden ve Allah’ın sıfat-ı zatiyye ve sübutiyyesine de inanarak söylerse bu tevhidi söyleyenden belâlardan tam doksan dokuz belâyı defeder.

  • Bunların en ufağı ve ehemmiyetsiz gibi görüneni «gam»’dır. O da refolunur ve bu tevhidin sahibi safa ve sürür içinde âdeta cennette imiş gibi imrar-ı hayat eder, ömrü azizini rahatlık ve neşe içinde geçirir. Lütfün da hoş, kahrın da hoş. Mevlâm görelim neyler, neylerse güzel eyler mısraını terennüm eder, Mevlâdan gelen her şey onun hoşuna gider.

  • Bu kelime-i tayyibe Allah Teâlâ’nın indinde o kadar makbul ve kıymetlidir ki bunu söyleyenlerin hiçbirinin cehennemde kalmasına razı olamayacağından «lâ ilâhe illallah» diyen herkesi cehennemden âzad edeceğini Hz. Enes’in rivayetinden anlamaktayız.

    Fakat şunu da unutmamalı ki, bu tevhidin şartları vardır. Birisi: Muhammedürrasulullah’ı söylemedikçe müslüman sayılmaz.

    Sonra bu tevhidin icabıdır ki, emanete riayet, ahde vefa da şarttır. Zira emanete riayet etmeyenin imanı tam bir iman değildir. Ahde vefa da böyledir, yani tam bir dindar sayılmaz. Bak, kulun dini doğru olmaz da dili doğru olmayınca, dili de doğru olmaz tâ kalbi doğru olmadıkça. Komşusu şerrinden emin olmayan kimse de cennete giremez.

  • Bakınız müslümanlık ne kadar incedir, her şey de böyle ince değil mi? Elektriğin ufacık bir teli kopuyor, lâmbalar yanmaz, makinalar işlemez, dolaplar da soğutmaz oluyor. Din de böyledir, iman da böyledir, İslâm da böyledir. Ahde vefa, emanete riayet ve saygı, dilin doğruluğu, kalbin doğruluğu hep birbirlerine bağlı hatlardır, birinin kopması ceryanın kesilmesine kâfi geldiği gibi dinin de, müslümanlığın da İslâm'lığın da, insanlığın da, böylece felce uğrar. Sonra bizi görenler müslümanlığımızı, dolayısıyla da müslümanlığı tenkide kalkarlar.

    Halbuki müslümanlık başka, müslümanım diyen kişinin hali başka. Bunu fark edemeyen zavallı bu sefer var kuvveti ile müslümanlığa çatmağa başlar. Bilmez ki kabahat müslümanlıkta değil, «müslümanım» diyen bizim gibi zavallılardadır.

    Müslümanlık her bakımdan çok güzel, çok sağlam, çok esaslı çok da muhkem kitab-ı İlâhi olan Kur’anı azimüşşanın gösterdiği yoldur. Sırat-ı müstakim işte bu İslâm yoludur. Cenab-ı Hak cümlemizi bu İslâm yolundan ayırmasın, vaki olan kusur, kabahatlarımızı da fazl u keremi ile af buyursun, sevdiği ve razı olduğu kullarından eylesin. Âmin!

  • Bakınız şu hadis-i şerif bize ne güzel bir ders ve ibrettir:

    «Lâ ilahe illallah, Allah katında çok kıymetli ve yüce bir cümledir. Her kim onu ihlasla söylerse cenneti hak eder. İnanmayarak söyleyen de dünyada malını ve canını kurtarır. Fakat varacağı yer cehennemdir.»

  • Malını ve canını korumak için, ben de müslümanım, demek kolay. Fakat müslümanlığın inancı olan âhiret âleminde yerinin cehennem olacağı ne güzel belirtilmiştir.

  • Şimdi sen ve ben kendimizi bir teraziye koyup tartarsak, ne kadar müslüman olduğumuz o zaman meydana çıkar, fakat bu teraziyi kullanacak adam lâzım. Yoksa herkesin kendi tarafına yontmakta mahir olduğu, her zaman görülegelen şeylerdendir.

  •  Ahde Vefa

    MÜSLÜMAN İDARECİLERİ İŞBAŞINA GETİRMEK

    — Müslüman İdarecileri İşbaşına Getirmek

  • «Siz, gerek namazlarınızda ve gerekse cenaze namazlarınızda sefihleri öne geçirmeyiniz ve yine siz sefihlerinizi gerek namazlarınızda ve gerekse cenazelerinizde öne geçirmeyiniz. Zira, öne geçenler, sizlerin Allah Teâlâ’ya elçilerinizdir, Resûllerinizdir.»

  • Bu iki Hadîs-i Şerif de yine bizlere dînimiz hakkında güzel bir öğüt vermektedir. Zira; önümüze geçirdiğimiz imam efendiler, gerek ölülerimize ve gerekse dirilerimize yol gösteren, rehberlik eden, delillik yapan, bizim dertlerimizi Hazreti Allah’a ulaştiran bahtiyar kimselerdir. Ve Cennete de sorgusuz girecek olan bu bahtiyarların içlerinde bazen yaramazları da çıkar. «Çürüksüz ceviz olmaz» derler. İşte bunları iyice ayırdetmek ve ona göre önümüze, geçireceğimiz imamlara karşı uyanık olup, sesinin güzelliğine, kendisinin güzelliğine ve hele sözlerinin güzelliğine hiç aldanmamak.

  • İnsanda en mühim olan şey salâbet-i diniye denilen, dine bağlılık ve düşkünlüktür. Süse, saltanata meyyal, kıravatlı, çalımlı insanlardan ne hoca olur, ne de bir şey. Allah cümlemizi bu süs, saltanat ve çalım derdinden muhâfaza buyursun. Tabiî cemiyetteki insanlara uyma mecburiyetini hisseden insanda, Salâbet-i diniye yok demektir.

  • Kur’ân-ı Azîmüşşân’ın 5. sûresinde «Sefihlere mallarınızı vermeyiniz» buyurulmaktadır.

  • Yani; aklı, şuûru yerinde olmayan adama kendi parası bile olsa, vermek caiz değil, doğru da olmaz. O paralarla insan dünyâsını, rızkını ve çocuklarının nafakasını temin edecek. Bunu kullanmasını bilemeyen har vurup, harman savuran kimselere mirâsyedi derler ki, sonra ellerinde, avuçlarında bir şey bırakmaz, şunun, bunun yardımına muhtaç olurlar. Bir kısmının işi bozulur. Artık kendisini toplayamaz. İşte bu gibi sefihleri ne imam yapın, ne de işlerinizin önderi. Cenâb-ı Hakk cümlemizi sevdiği ve râzı olduğu bahtiyar kullarından eylesin, âmin.

  •  Müslüman İdarecileri İşbaşına Getirmek

    ZALİM İDARECİLERİN HALİ

    — Zalim İdarecilerin Hali

  • «O irfan sahibi olan reislere veyl (yazıklar) olsun. Emirlere yazıklar olsun! Ümerâlara da yazıklar olsun. Kıyâmet gününde bir kavim: Saçlarımızın uçlarından Süreyya denilen yıldıza asılıp da yer ile gök arasında, bir o tarafa, bir bu tarafa sallansaydık da, keşke insanlar arasında hiç bir şeyle zulmeden bir emir ve bir âmir olmasaydık diyecekler, fakat...»

  • Urefâ’ya, arifin cem’i olarak urefâ denmiştir. Elif ve lâm ile el’urefâ, ma’lûm olan reisler, kethudâlar, kâhyalar, nâsın seyyidi, başı, efendileri, demektir. Bir de A’raf denilen Cennet ile Cehennem arasında bir makam vardır ki, ona da a’raf derler, ‘itiraftan bir isimdir. Bin dirheme derler. Bizim bugünkü 1200 grama muâdildir.

  • Örf ve âdet üzere ma’rûf, olan ve bilinen evlâdlara, ma’rûf kimsenin evlâdları dendiği gibi, birbirini müteakiben ve mûteâbian bir yerin arkasına gelenlere de urfen derler. (el-Mürselâtü’urfen) gibi. Bu kelimenin halkın ahvalini bilici olan seyyidlik ve ma’nâ itibariyle kethudâlık, reislik, ululuk, riyaset gibi, baş idarecilere de şümûlü olsa gerek, hatta muhtarlıktan tutun da, son basamağa, onbaşıdan tutun da son kumandana kadar şümullü bir kelimedir.

  • Bunlara veyl ile hitap ise, bu hizmetlerin çok kolay bir şey olmadığına ve bunu hakkıyle yapabilmenin de çok müşkül olacağına işaretle veyl denilmiştir. Veyl, Cehennemde bir derenin ismidir ki, oraya Veyl deresi derler. Aynı zamanda tehdid ve azab makamında da kullanılır.

    Yazıklar olsun o reislere ki, milletin, kavmin ve cemâ’atin işlerinde adalet edemezler. Menfa’atları uğrunda çok işkence, azab ve zulüm ederler. Haccâc-ı Zâlim ve emsali firavunlar gibi. Milleti köle gibi kullanmaktan zevk alırlar.

  • İşte kendileri bunun acısını tadacaklarından veyl kelimesiyle ifâde olunmuştur.

  • Reislik büyük bir nimettir. Fakat bizler her nimetin kadrini bilemediğimiz gibi, bu reislik devletinin de kendini bilemezmişiz, aynı zamanda bu kuvvetten istifâde ederek Hakk’ın ve hattâ halkın râzı olamıyacağı zulümleri irtikâb etmek tehlikesi olacağından kendisine emniyet-i kâmilesi olmayan insanların bu gibi yüksek makamlara özenmeleri çok mu, çok tehlikelidir.

  • Bunlardan mümkün mertebe uzakta kalmak tavsiye edilir. Halbuki bizim bugünkü tahsil gâyelerimizden birisi me’mûr değil, âmir olabilmektir. Urefâ, reis, ümerâ, her üçü de milletin işlerine bakan muhtelif kimselerdir. İşte bunlar yaptıkları işlerde yanlış hareketler de olsa, istediklerini yaptırabilmek için, şiddet kullanan, hapishanelerde inleten, darağaçlarında asan, idam eden, kurşuna dizenlerin belki haddi hesabı yoktur. Bunların hesabını vermek acaba kolay bir şey midir? Elbette ki, hesabını veremeyeceklerinden azaba, hem pek büyük bir azaba dûçâr olacaklarına dâir pek çok âyet-i kerime ve Hadis-i Şerifler vardır.

  • Kullarına karşı çok merhametli, rahmân ve rahim olan Allah, başkalarının, kullarına azab ve işkencesine hiç râzı olamayacağı için veyl demiş, sonra çok yüksekte olan Süreyyâ adlı yıldıza asılmak ne kadar korkunçtur. Asılmak bir nev’i idamdır. Fakat bu on dakika içinde olup biter. Bazen korku vermek için bir-iki gün durdukları da olur. Ama nihayet çukura atılır, biter gider. Eğer haksız yere asıldı ise şehîd olmuştur. Ve eğer kabahatli ise, cezasını çekmiş olur. Âhirete bir şeyi kalmaz, yani; âhirette tekrar azab görmese gerektir.

  • Fakat Hakk’ın astığı o yüksek yıldızdan ister baş aşağı ayakları yukarda, ister ayakları aşağıda başından asılmış olsun. Gök ile yer arasında asılı kalmak ne demektir? Allah (Azze ve Celle) cümlemizi böyle acı âkibete uğramaktan muhâfaza buyursun, âmin.

    Fakat bu duâ iyidir. Ama insanın da böyle tehlikelere sokulmaması gerektir. Zira yılandan korkan onun yanına sokulmaz. Arslandan korkan onların olduğu yerlere gitmez. Eğer onlardan sakınmıyorsa dua da kâr etmez. Arslan parçalar, yılan da sokar. Kabahat kimsenin değil, ancak kendisinindir.

  • Gerek ticaret, gerek zira’at, gerek san’at ve gerekse riyâset, büyük peygamberlerin ve evliyanın makamlarıdır.

    Âdem (Aleyhisselâm)’ın, Nûh (Aleyhisselâm)’ın, İbrâhim (Aleyhisselâm)’ın, Süleyman (Aleyhisselâm)’ın, Yûsuf (Aleyhisselâm)’ın ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin ve Hulefâ-i Râşidîn olan Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali (Radiyallahü anhüm)’ün ticâret, san’at, zirâ’at, idâreci, reislik, halifelikleri herkesçe ma’lumdur.

    Fakat onların haline kim tahammül edebilecek. Süleyman (Aleyhisselâm) hutbe okurken bile birşeyler örer. Ve onu satıp, parasıyla geçinirdi.

    Hz. Ömer (Radiyallahü anh) hilâfeti esnasında Acemistan’dan getirilen ganimetlerden birşey almadığı gibi, hutbe okuduğu sırada giydiği cübbenin üzerinde birçok yırtık ve yamalar bulunmakta idi.

    Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in hâli ise, öyle bir kitaba sığacak kadar kısa değil. O’nun nasıl aç kalıp da karnına taş bağladığını ve nasıl cihad ettiğini siyer kitaplarından lütfen okuyunuz.

  •  Zalim İdarecilerin Hali

    ZALİME YARDIMCI OLANIN HALİ

    — Zalime Yardımcı Olanın Hali

  • «Kim ki, bir zâlim ile birlikte yürürse, muhakkak cürüm (suç) işlemiş olur.»

    Allah Teâlâ buyurur ki: «Biz mücrimlerden intikam alınz.»

  • Bir Hadîs-i Şerif’te de:

    «Kim zâlimin zâlim olduğunu bildiği halde, ona yardım için onunla beraber yürürse muhakkak hakikat-i İslâm'iyeden çıkmış olur.»

  • Bir insan yaptığı şeyin hayır veya şer olduğunu bilmezse, ona câhil demek daha doğru olur. Bu gün de her zaman ve her devirde olduğu gibi pek çok zâlimler gelmiştir, Firavun ve Haccac-ı Zâlim gibi, meşhur zâlimler de vardır ki, bunların hemen hepsi kendilerine yardımcı ve destekçi kimseleri bulabilmişler, bunlar da bilerek veya bilmeyerek zulümlerine yardımcı olmuşlardır, Halbuki Cenâb-ı Hakk, Kur’an-ı Kerîmimde: «(Vela Terkenû ile-llezîne zalemû)» diye bizleri «zâlimlere değil yardım, onların kuvvet, kudret, saltanat ve servetlerine bakıp da, en ufak bir meyil bile göstermeyiniz» buyurmuştur.

  • Doğruluktan ayrılan, yanlış yollara giden, İslâm’ın emirlerinden dışarı çıkan bedbahtlara azıcık da olsa sakın, hiç bir suretle meyl etmeyiniz ve onlara hiç bir veçhile yardımcı olmayınız. Zira bir zâlim ne kadar zâlim olursa olsun «ateş ancak düştüğü yeri yakar» tâbiriyle zulmü etrafa sirayet etmez. Olduğu yerde kalır ve çabucak söndürülür.

  • Lâkin zâlime yardımcılar çoğalınca, zâlimin zulmü de o nisbette artar, umumileşir. Artık bu yangının söndürülmesi mümkün olamaz. Buna sebep zâlimin yardımcılarıdır. Bunun da sebebi zâlimlerin bir araya gelmesidir.

  • Birçok zâlim ve zâlimlerin para ile kendisine destekçi ve yardımcı bulmakta olduğu her zaman görülen hâdiselerdendir. İçleri para sevgisi ile dolu, olanlarla, iş bulamayan, elemek parasını çıkaramayan nice gâfiller var ki, aralarından değil zâlime, kâfirlere bile yardımcı olanlar çıkagelmiştir.

  • Düşmanlara casusluk yapanlar yok mu? Onun için zâlimin zulmünü bilerek onunla biraz yürümek bile insanın hakîkat-ı İslâm'iyeden çıkmasına kâfi gelince, bütün ömrünü zâlimlerle geçiren ve zâlimlere her bakımdan yardımı dokunan zavallılara ne demek lâzım bilemem. İnsanın bu paraların sahiplerine gözü kör olsun diyeceği geliyor.

  • İnsan bunlara tamah ederek güzel dinini, îmanını, İslâm'lığını fedâ ederek onların emirleri altında yaşar mı dersiniz? İnsan çöpçülük, sakalık, amelelik ve buna benzer bütün işleri yapar, yine de ekmek parasını çıkarır fakat, parası çokmuş, mevkii yüksekmiş, şeref ve saltanatı şöyleymiş diyerek zulmün olduğu yere asla sokulamaz. İslâm yolundan çıkan kâfirlere hizmet edenlere ne dersiniz bilemem?

  •  Zalime Yardımcı Olanın Hali

    ZALİM SULTANLARIN KAPISINDAN UZAK DURMAK

    — Zalim Sultanların Kapısından Uzak Durmak

  • «Sultan ve sultanın yakınlarının ve adamlarının kapılarına gitmekten Allah’tan korkunuz. Çünkü onlara en yakın insanlar Allah’tan uzak olanlardır. Her kim Allah üzerine sultanı seçerse Allah onun kalbinde zâhir ve bâtında bir fitne kılar ve ondan verâ denilen Hak korkusu gider ve onu hayran bırakır.»

  • «Sultan» kelimesi kuvvet ve kudret sahibi olan kimselere denir.
    «Havaşi» ise onun avanesi, etrafındaki yardımcılarıdır.

    Herhangi sebepten bunların kapılarına gidip bunlara gerek yardımcılık yapmak ve gerekse menfaati için bir iş, bir vazife almak ve istemekten Allah’tan korkunuz, zira bunlar zulm ile âlûde kimselerdir. Hak ve hukuka riayetleri yoktur. Hattâ müslümanlığa bile ne hürmetleri ve ne de saygıları vardır.

  • Binaenaleyh gidip de bunların kapılarında bekleyip bir iş istemek veya bunların sohbetine bile gitmek câiz değilken bunlardan meded, yardım beklemek akıllı insanların işi değildir, hele bunlara yardımcı olmak çok tehlikelidir. Çünkü bunlara yaklaşmak Allah’tan uzak olmağa sebeb olur. Zira Allah Teâlâ haksızlığı hiç sevmez ve istemez, bunların işleri ise hep haksızlıktır.

  • Onun için bunların yanlarına yaklaşanların bir zaman sonra tıpkı onlara benzeyeceklerinde de şübhe yoktur. Ateşin içine atılan demir bile bir müddet sonra ateş gibi olmuyor mu? İşte sana açık bir misal. Binaenaleyh mümkün mertebe kendi işini kendin gör ve bunlara muhtaç olmamağa çalış. Sonra sen de haberin olmadan Allah’tan uzak olursun, bu da kâfi.

  • Sonra bunların adamları olunca Allah Teâlâ o kimselerin kalblerinde içi ve dışı da fesat bir fitne kılar ki artık onlardan hayır beklenemez ve her işleri şerdir. Allah korkusu da gönüllerinden gider. Şaşkın bir halde terk olunurlar, kendilerine Allah da yardım etmez, çünkü Allah’tan ayrılmışlardır. Hem yalnız kalırlar, umdukları kimselerden de yüz bulamazlar.

    Binaenaleyh işleri de ileri gitmez, nihayet perişanlıkla helâk olup giderler. Sen de tarihten ders almazsan ve kendi kendini aldatırsan artık sana kim ne yapar?

  • Allah cümlemize dünya ve âhiret selâmeti versin. Âmin.

  •  Zalim Sultanların Kapısından Uzak Durmak

    ZALİM İMAMLAR

    — Zalim İmamlar

  • «Dinin âfeti üçtür, günahkâr fakih, zalim imam, cahil müctehid»

  • Her eşyanın hem faydası, hem de zararı vardır. Kullanılması iyi bilinmeyen bazı faydalı şeylerden fayda yerine zarar geldiği görülmektedir.

    Meselâ: Bal, çok şifâlı bir gıdadır. Fakat haddinden fazla yenildiği takdirde bazı zararlar îras eder. Yağlar, etler de öyle değil mi? Binâenaleyh din aliminin de bir takım zararları vardır.

    Meselâ: dini iyi bilen ve bizlere de hocalık yapan, öğreten bir kişinin günahkâr oluşu, günah işlemesi, haramlardan kaçmaması dine çok büyük zararlar verir. Onu gören halk da günahların daha büyüğünü işlemeğe kendisinde cesâret bulur. İşte o zaman dinden matlûp olan, Hak Teâlâ’nın rızâsı gibi büyük ni’metler ve güzel neticeler elden gider.

  • Onun için (fakih) âlim kimseler son derece müteyakkız bulunmalıdır. Halka örnek olduklarından; günahlardan ve günahları icabettiren herşeyden son derece uzak kalmağa dikkat etmeleri lâzımdır. Talebe, hafız ve imam efendilerin de böyle olması gerekir. Çünkü; halk onların medih ve zeminine pek dikkat ederler. Onların da böyle dikkatli olmaları lâzım ki, din âfetlerden emin olsun.

  • Zalim imamlar da din için pek büyük tehlikedir. Onların zulmü zayıf insanları dinden soğutur. Belki dinden bile çıkarır. Bakarsınız belki menfaat dolayısıyla; o mütedeyyin olan zat bir gün gelir o zâlim imama yardımcı bile olur. İşte o zaman bütün sermâyesini kaybeder. Çünkü; Allah Teâlâ Hazretleri: «Zalimlere değil yardım, meyl bile göstermeyiniz.» buyurmaktadır. Bugünkü felâketlerin çoğu da hep zâlimlere yardım etmekten doğmaktadır.

  • Câhil olduğu halde ictihâda kalkanlar da din için büyük bir tehlike ve zarardır. Bildiklerimiz devede kulak mesâbesinde olduğu halde müctehidleri beğenmeyen ne kadar câhilin var olduğu her zaman görülmektedir. Arapça ve Farsçayı biraz öğrenince hemen âllâme kesilerek, istediği gibi fetvalar veren, âlimlik taslayan ne kadar câhiller vardır ki, zararları pek büyüktür.

  • Gerek mikropların ve gerekse zehirlerin tehlikesi pek büyüktür. Ancak zararları musallat olduğu kimseleredir. Fakat günahları işleyen âlim ve fakih kimselerin, zâlim imamların, câhil müctehidlerin zararları, bulundukları kavim, cemâat ve milletin topuna te’sir eder ki, zararları umumidir. Cenâb-ı Hak cümlemizi böyle dinine, milletine karşı zararlı olmakdan korusun, âmin.

  •  Zalim İmamlar

    RESULÜLLAH (S.A.S.)’E KAYITSIZ ŞARTSIZ BAĞLILIK

    — Resulüllah (S.A.S.)’e Kayıtsız Şartsız Bağlılık

  • «Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a kasem ederim ki, sizden birinizin imanı, kâmil îman sayılmaz. Tâ ki Ben ona, validesi ve evlâdından daha ziyâde sevgili olmadıkça.»

  • Diğer bir rivayette, (bütün insanlardan) tâbiri de vardır ki: «Anasından, babasından, evlâdlarından ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça, o kimsenin îmanı îman sayılmaz. Yani, îmanı, kâmil ve olgun bir îman değildir.»

  • Başka bir Hadîs-i Şerif’te de: «Ey dilleri ile îman edip de, îmanı gönüllerine girmeyen cemâat, müslümanlara ezâ etmeyiniz. Ve o müslümanlan ayıplamayınız. Onların kusûrlarını, hatalarını, kabahatlarını, araştırmayınız.»

  • Bunlar da mü’miniz diyorlar ama bunların îmanı işte bu kadar, bir taraftan müslümanların aleyhinde konuşur, yalan ve iftiralar yapar. Diğer taraftan da, acaba neresinde bir hata ve kusûr bulacağım diye uğraşır durur da kendisinin yapmadığı yaramazlık ve günah kalmaz. Zavallı onları hiç görmez ve düşünmez de. Bütün derdi müslümanları çekiştirmek. Sanki en iyi müslüman kendisi.

    Halbuki Cenâb-ı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ne buyuruyor: Kâmil bir müslümanın her şeyden ziyâde Resûlullah Efendimizi sevmesi gerekir, diyor. Fakat bu sevgi ile Resûlullah’a can ve baş verenler elbette onun yolundan ve izinden kat'iyen ayrılmaz. «Anam, babam sana feda olsun!» der ve onun için hiç bir fedakârlıktan geri kalmazlardı.

  • Bir gün Hz. Ömer (Radiyallahü anh) Hazretleri:

    «Ya Resûlallah, ben Seni her şeyden çok seviyorum, yalnız nefsim müstesna.» demiş. O zaman Cenâb-ı Peygamber efendimiz:
    «Yâ Ömer! Ben sana nefsinden de sevgili olmadıkça, mü’mini kâmil olamazsın.» demiş. Bunun üzerine Hz. Ömer (Radiyallahü anh) de:
    «Sana kitabı (Kur’ân-ı Kerim’i) gönderen Allah hakkı için, sen bana nefsimden de ziyâde sevgilisin.» demiş. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
    «İşte îmanın şimdi tamam oldu.» buyurmuşlar.

    Bu bizlere pek güzel bir ders ve bir ibret levhasıdır.

    Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e sordular:
    «— Kişi ne zaman sâdık bir mü’min olur?» buyurdular ki:
    — «Allah’ı sevdiği zaman sâdık ve kâmil mü’min olur.»
    «— Ne zaman Allah’ı sever?» Buyurdular kİ :
    «O’nun Resûlünü sevdiği zaman.» Yine dediler ki:
    — «Onun Resûlü ne zaman sevilmiş olur?» Buyurdular ki:
    «— O’nun yoluna uyduğun ve onun yolundan gittiğin zaman ve bir de onun sünnetini işlediğin vakit. Onun sevgisiyle dolmak. O’nun sevdiklerini sevmek, buğz ettiklerine buğz etmek. O’nun velîleriyle dost olmak ve düşmanlarına da düşmanlık etmek. İşte o zaman Allah’ın Rasûlünü sevmiş olursun.»

  • Bu kadar mühim bir sevgiyi biz, O’nun kabrini ziyâret etmekle oldu bittiye getirerek övünmek ve sevinmek isteriz. Biraz da Salavât-ı Şerife okuduk mu işte bak seviyoruz diye kendimizi aldatırız.

    Halbuki asıl mühim olan O’nun yolunda gitmek, sünnet-i seniyesini tamamiyle icra etmek ve bir de O’nun sevdiklerini sevmek, sevmediklerini de sevmemek, dostunu dost, düşmanını da düşman bilmektir. Bu olmadıkça diğer sevgiler lâftan ibarettir. Kıymeti yoktur.

  • Yanlış anlaşılmasın! Sen yine Salâvatı Şeriflerine fazlasıyla devam et, fakat Peygamberinin sünnetinden sakın ayrılma ve bir de sevdiklerini ve sevmediklerini iyi araştır. Bakalım Peygamberin sevdiklerini mi seviyorsun! Yine bak bakalım: Dostun Allah ve Resûlünün sevdikleri kimseler midir? Yoksa onlar’ın sevmedikleri fasıklar, fâcirler ve kâfirler midir? Ve bunlar çok mühimdir.

  • Yine iyi dikkat et, hem de çok dikkatli ol! Şimdi elimizde tek bir fırsat var, bakalım onu nerede kullanacaksın? Allah’ın ve Resûlünün sevdiklerine mi? Yoksa tam bir müslüman düşmanına mı? Herhalde bilirsin. Zâlimlerin yardımcısı da zâlimlerden sayılır: «Zâlim ve zâlimlerin yardımcılarının yeri, doğruca cehennemdir.» Hiç te’vile kalkma.

    Allah insana hem göz, hem akıl, hem de irfan ve sevgi vermiştir. İnsan önünü gördüğü gibi, çok uzakları da görebildiğinden başkasının menfaatine kendisini kurban etmemelidir. Akıl bunu icâb ettirir.

  • Müslümanların birbirlerine karşı, farkı ve üstünlüğü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e olan iman değişikliği, muhabbet, sevgi, alâka ve bağlılığı nisbetindedir.

    Onun için: «Agâh ve mütenebbih oluruz ve iyi biliniz ki, Resûlullah’a muhabbeti olmayanın imam da yoktur.»

    Yani; kâmil işe yarar bir iman değildir. Nasıl ki, bir insan, henüz daha ölmemiş, fakat kendisinden geçmiş, etrafındakilerden haberi yok, ama ölmemiş, henüz canlıdır. Böyle bir durumda olan kişi nasıl işe yaramaz ve bu insan nasılsa, o iman da tıpkı buna benzer.

  • Bazen mü’minler, havf u haşyet içerisinde oldukları halde bazısında bu havf u haşyetten eser görülmez. Acaba sebebi nedir? diye sormuşlar da, cevâben; îmanın tadını bulan haşyet sâhibidir. İmanın tadını Resulüllah (s.a.s.)’ı bulamayan zavallı da bu havf u haşyet elbette bulunmaz.

    Yine sormuşlar ki, bu havf ve haşyete ne sebeble nail olunur ve nasıl kazanılır? Buyurmuşlar ki, bu da ancak Allah ve Resulünü sevmekledir. Binâenaleyh; Allah Teâlâ’nın ve O’nun Resûlünün rızâsını sevgilerinde arayınız.

  • Allah (Azze ve Celle) ve O’nun Resûlü’ne muhlisâne bin surette iman eden kimseler ehli safâ ve ehl-i vefadırlar. Alâmetleri de, Allah ve Resûlü’nün muhabbet ve sevgisini her muhabbet ve sevginin üstünde tutarlar ve Allah Teâlâ’nın zikrinden sonra içleri ve dışları Resûlullah’ın zikri ile meşguldür. Ve bu bahtiyâr kimseler ki, bütün varlıklarını Resûlullah uğrunda feda etmekten zerre kadar çekinmezler. Cenâb-ı Hakk cümlemizi Allah ve Resulünü candan seven sevgili ve bahtiyâr kullarından eylesin ve şefâatına da nâil eylesin, âmin.

  •  Resulüllah (S.A.S.)’e Kayıtsız Şartsız Bağlılık

    YEDİ TEHLİKE

    — Yedi Tehlike

  • «Yedi tehlikeden sakınınız: Allah’a şirkten, sihirden, adam öldürmekten, Allah’ın haram kıldığı nefsi haksız yere öldürmekten, nefis ancak haklı olarak öldürülür, faiz yemekten, yetim malı yemekten, harbte düşmandan kaçmaktan, namuslu gafil kadınlara iftira atmaktan —diğer bir rivayette— hicretten sonra arabiyye’ye rücu, etmek (bedeviyyet) haline rücu’ etmekten.»

  • Bu hadîs-i şerifte yedi tehlikeden bahs edilmektedir, tehlike deyince insanın aklına çeşitli şeyler gelmektedir, halbuki asıl tehlike büyük günahlara düşmektir.

    Birinci tehlike: Şirk Hz. Allah celle ve alâ hazretlerine ortak koşmaktır, meselâ hıristiyanların dedikleri gibi Hz. İsa Allah’ın oğludur, melekler kızlarıdır gibi, buna benzer üç ilâh tanımaları ve saire gibi şeylerdir. Bu şirk en büyük günahtır. Her günah(ın) afvı me’muldür, fakat şirkin afvı yoktur, yalnız tevbe eder, müşriklikten vazgeçerse her tövbekar gibi onların da afvı mümkündür.

  • Riyakârlığın da şirkten sayılacağı geçen hadislerde zikrolunmuştu. Hakkın işine karışmak kimsenin vazifesi değildir, onun için ihtiyatlı olmak ve konuşmamak lâzımdır, çünkü tehlikenin başı şirk ile başlamıştır.

  • İkinci tehlike: Sihirdir. Sihir: Bâtıl olan şeyi, «haktır» diye izhar edip göstermek, büyücülük, aldatıcı, kandırıcı, cazıcılık, gözbağcılığı gibi bir çok ma’nâlara geldiği gibi bizim sihirbazlar, erkek ile kadın arasını açıcı, gönül kaydıranlar, aşka düşer gibi olmaları, sana büyü yapmışlar diye adamı tımarhaneye düşürenler. Allah şerlerinden korusun. Âmin.

  • Üçüncü tehlike: Haksız yere adam öldürmek, katl-i nefis’tir. En büyük tehlikelerden ve en büyük günahlardan birisidir, günah-ı kebair derler, bunların da cehennemde ebedî kalma tehlikesi vardır. Çünkü Hakkın yaptığı bir binayı yıkmak kolay bir şey değildir, o anda insan nefsine mağlûp olup, böyle bir cinayeti irtikâb etmesinin cezası da tabiî çok ağır olacaktır.

  • İnsana muharebelerde kâfirleri öldürmeğe izin olduğu gibi paralarını veya malını elinden almak isteyen eşkıya ile mücadele edecek ve icab ederse öldürmek de vardır. Ya o beni öldürürse diye sorulana bir cevap olarak: Sen cennete o da cehenneme gider, çünkü sen mazlûmsun o da zâlim..

    Zâlimin yeri cehennem, mazlûmun yeri de cennettir. Ve bir de hâkimin hükmü ile kısas olarak ve başka sebeblerle katilleri caizdir.

  • Dördüncü tehlike: ise, fâiz yemektir. Demek ki fâiz yemenin büyük bir tehlike olduğunu Cenâb-ı Peygamber apaçık söylerken bu günün haris insanları bunu hiç kale almayarak harıl harıl fâiz alırlar, sonra da yıkılıp giderler, Heyhât, hem müslümanım der, hem de Hakk’ın yasak kıldığı fâizi almaktan korkmaz ve kaçmaz ve sudan bahanelerle: Ne yapalım mecbur kaldım diye kendini kurtarmağa çalışır.

  • Efendim mutlaka fabrika işletmek mecburiyetinde miyiz, bir boğaz derdi değil mi? İnsan sağ ve sıhhatli olduktan sonra ekmeğini taştan bile çıkarır derler de ne diye fâiz ile iş yapmağa kalkarlar? Sonra sermayen kadar iş yaparsan belki biraz az kazanırsın ama, helalinden olur, rahat ve huzur içinde olursun, günahlara girmezsin, çoluk çocukların da sana mutî olurlar, haram yerlere gitmezler, haram işleri işlemezler. Sen de rahat, onlar da rahat; fâiz, insanları hem günahlara sokar, hem de israflara sevk eder, hem de çirkin şeyleri yapmağa mecbur eder.

  • Son pişmanlık elbette fayda vermez, sen söz dinle, Allah Teâlâ’nın ve Resulünün sözlerine dikkatle bak, kendi aklını beğenip şu hıristiyanların oyununa düşme. Neticede onlara yardım etmiş olursun, onları zengin edersin, sen de zengin olsan ne olacak. Giderken kefenden başka ne götürülüyor? O da toprakta çürüyüp gitmeyecek mi? Neden bu kadar hırsa kapılıyorsun, bugünkü işçi grevlerinden ders almıyorsun? Bunlar da Hakk’ın kullarına musallat kıldığı mikroplardır. Sebebi; dinsizin hakkından imansız gelir dediklerini de unutma ve Hakk’a dön, teslim ol, biraz tevekkülün olsun herhalde zarar etmezsin.

  • Beşinci tehlike: ise yetim malını yemektir. Dikkat eder misin, faiz ile yetim malını yemek yan-yana zikr edilmiş, ha fâiz yemişsin, ha yetim malı, fâiz yiyenler nasıl azaba müstehak olacaklarsa yetim malını yiyenler de aynı akıbete düçâr olacaklarında hiç de şüphe yoktur.

  • Bize düşen vazifelerden birisi de yetim malını muhafaza etmek ve hattâ işletip çoğaltmak, yetim büyüyünceye kadar ona bir sermaye bırakmağa çalışmaktır, yoksa yetimin malını yemek hiç de doğru değildir ve büyük tehlikedir, hem dünyası perişan olur hem âhıreti. Hattâ ölen zâtın geride yetimleri varsa onun gerek cenaze masrafında ve gerekse devrinde çok ihtiyatlı olup malını zayi etmemek gerektir.

  • Risaletü’l-hak'ta 815. inci hadîste yetim hakkında şöyle duyurulmaktadır: «Müslümanların evlerinin hayırlısı o evdir ki, o evde yetim vardır da ona iyi bakılır ve ona ihsanda bulunulur ve müslüman evlerinin şerlisi de o evdir ki o evde yetime fena muamele olunur, işte o ev de fena bir evdir.. Ben ve yetime iyi bakan, bakmasını tekeffül eden cennette hâkeza» deyip parmakları ile işaret buyurup beraberiz demek istediler.

  • Kalbinin, katılığından şikâyet eden bir kişiye de cevaben: «Yediğin yemekten yedir, yetimin başını mesh et (okşa) ve miskinleri yedir, hem kalbin yumuşar ve hem de hacetlerine erişirsin.» Sen de bunlara dikkat eyle.

  • Eğer bir hanım efendinin kocası ölür ve yetim çocukları da kalır onlara bakmak için evlenmezse ve yetimlere de iyi bakarsa yeri cennet. Sevap cihetine gelince bir muharip ömrü boyunca muharebe etse ve geceleri sabahlara kadar ibadet etse, gündüzleri de oruç tutmuşçasına sevaba nail olur ve cennetlik olur, bu ne büyük devlet ve ne büyük nimettir.

  • Altıncı tehlike: harb gününde düşmanla karşılaştığı anda kaçmak hem günah-ı kebâirdendir, hem de en büyük tehlikelerdendir. Bir müslüman, bir kâfirin karşısında kaçmaz, kaçtığı takdirde en büyük günahı işlemiş olmakla beraber devletine, milletine de en büyük fenalığı işlemiş olur. Üç kâfir karşısında da kaçmaz ve lâkin gerikuvvetlere iltihak için geri çekilir denmiş.

  • Müslümanlığın bekası ancak cihâd iledir, onun için her müslümanın daha çocukluğundan itibaren atıcılık öğrenmesi sünnettir. Düşman karşısından kaçmak iman zafiyetinin alâmetidir. Ölüm bir keredir, ecel gelmedikçe ölüm olmaz.

  • Hâlid bin Velid bir çok muharebelere girdiği halde, nihayet yatağında öldüğüne çok esef etmekte olduğunu müş’ir kitabesi Humus Büyük Camimdeki dikili ve çok uzun bir sütun üzerinde yazılır. Harbten kaçmak korkaklık alâmetidir ve dünyaya, haris olduğunu isbat eder. Allah’a îman eden bilir ki, Allah’ın takdiri bozulmaz.

  • Bir muharebede müslüman askerlerinden birisi düşman saflarına saldırmış idi ki müslümanlar: Vah, vah, kendisini tehlikeye attı diye bağrıştılar. O zaman Eyyûb el-Ensarî dedi ki. Siz bu âyetin mâ’nâsını yanlış anlıyorsunuz, ma’nâsı şöyledir: Asıl tehlike, gazalara gitmemek ev gazalara verilecek yardım paralarını vermemektir, böyle olunca düşman cesaret alır ve kuvvet bulup müslümanlara saldırır.

    Onun için buhl’ün adına helak demişler. Siz ellerinizle nefislerinizi helake sürüklemeyin, Allah yolundan paralarınızı hattâ canlarınızı bile feda edip kendilerinizi, milletinizi, devletinizi kendi elleriniz ile tehlikeye atmayın, belki veriniz, Allah sizlere nasıl veriyorsa öyle veriniz, hem çok veriniz, saadetiniz, selâmetiniz gazalara gidip düşmanla arslanlar gibi cenk edip onları korkutmak ve paralarınızı da verip ordularınızı her türlü teçhizat ile kuvvetlendiriniz ve daha sonra bu teçhizatı kâfirlerden almak değil belki bilfiil kendinizin yapması lâzımdır. Bu ise zaman ve parayı icabettirir.

    Onun için her israftan son derece uzak kalıp bütün gücü ile hürriyet ve istiklâlinin muhafazasına çalışmak her müslümanın en başta gelen vazifesidir.

  • Bakınız cihad o kadar mühimdir ki, her müslüman hattâ kadın, erkek, çoluk çocuğun buna hazırlanması gerekir. Zira bir mü’min gazalara gitmeden ve gazaya hazırlanmadan ölürse o münafıklıktan bir şu’be, bir parça üzerine ölür ve yine bir insan gaza etmez veya gazaya giden bir müslümanı teçhiz etmez veya bir gazinin evine bakmazsa, böyle olan kimsenin ansızın başına, öyle tehlikeler gelir ki, içinden bir daha çıkamaz.

    Bu hususta Tergîb ve Terhîb’te tam yüz sahife, pek çok geniş malûmat vardır. Ben kısa olarak bu kadarcık yazabildim. Aman kardeşim hemen okuyup maaş alıp masa başlarına oturmaya heves etme. Belki oku ve lâkin gayen İslâm'ın yükselmesi olsun ve bunun için elinden gelen her fedakârlığı yapmaktan çekinme vesselam.

  • Yedinci tehlike: namuslu bir kadına zina iftirasında bulunmaktır. Bu da tehlikedir ki sahibini cehenneme sürükler, namuslu, afife bir kadına zina iftirasında bulunmaktan daha çirkin ne olabilir. Evli ise kocasından ve çocuklarından, ayn kalır, bir geliri yoksa, bir iş de yapamazsa artık onun hâlini sizler tasavvur ediniz, korkunç ve çirkin hareketlere de sürüklenebilir, hem o kadının hayatı mahv olmuştur, hem de bıraktığı çocuklar. İnsanın böyle fena bir âkıbete düşmesine sebep olan kimsenin elbette akıbeti tehlikeli olacaktır. O da hiç ummadığı yerlerden bir takım belâ ve musibetlere uğrayıp perişan olacaktır.

  • Çünkü o da bir âileyi perişan etmişti, şimdi bu yaptığı iftirayı eğer hem de dört şâhid ile isbat edemezse ki bu gibi hâlâtı dört kişinin birden görmesine de imkân yoktur.

    Binaenaleyh ona ceza olarak 80 değnek vurunuz, bir daha şehâdetini kabul etmeyiniz, onlar fâsık kimselerdir, bu hallerine nedamet edip tevbe eder ve amel-i sâlih işlerlerse Allah Teâlâ gafûr ve rahimdir...

  • Ve bu müfterilere dünya ve âhırette acı bir azab vardır ve hem de kendilerine de lanet olunur. Acaba bu kadar ceza, bu adama kâfi değil mi? Bir de şâhidliği bile kabûl olunmuyor. Kendisi artık cem’iyyetten kovulmuş bir kimsedir, ona ve sözüne artık itimad edilemez. Zira bir müslim ve mü’min kardeşini haksız yere lekelemeğe kalkmış, artık bundan hayır gelmez, çünkü şuuru da yoktur. Maâzallah insan böyle çirkin bir akıbete düşse bile mü’minin vazifesi onu himaye edip, suçunu örtbas edip Allah Teâlâ’nın afvını istemektir ve onu büsbütün âleme rezil ü rüsvây etmemeğe çalışmaktır.

  • İşte şu yedi tehlike ki: Şirk, haksız yere adam öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, harb yerinden kaçmak, namuslu müslüman kadına iftira etmek. Erkeğe de iftira fenadır, fakat kadının hâl-i müstesnası vardır onun için muhsanât denilmiştir.

  • Cenâb-ı Hak cümlemizi böyle korkunç tehlikelerden muhafaza buyursun.

  •  Yedi Tehlike