Hacı Aziz Efendi - Hutbeler

KİTABA DAİR

— Yayınevi

  • Hacı Hasib Efendi ve Hacı Aziz Efendi

    Prof. Osman N. Çataklı

     

    Hacı Hasib Efendi Hazretleri (KS)
    (Abdullah Hasib Yardımcı)

    Ve

    Hacı Aziz Efendi Hazretleri (KS)
    (Abdülaziz Bekkine)

     

    Prof. Osman N. ÇATAKLI (Prof. Mazhar ÖZMAN’ın katkıları ile) (1929- 1999)

     

    Yazı Dizgisi: Mustafa GÜZEL
    Musahhih: Muharrem KARAKUŞ - Selçuk KESKİNGÖR
    Dağıtım: Gonca Yayınevi – İSTANBUL

     

    İSTANBUL– 1999

  • Yayınevi

    — Önsöz

  • Bismillâhirrahmânirrahîm

    Sonsuz Hamd-ü senâlar âlemlerin Rabbı olan Allah (z.c. hz.)’ne ve binlerce salât-ü selâm da Efdalül beşer Efendimiz (sav)’e ve O’nun Âl-ü Eshabına olsun.

    Allah’ın kullarına en büyük ikramı olan iman nuruna ve hidayete sebeb olan ve O’nun korunmasına yardımcı olan başta Peygamber (sav) olmak üzere, Ashab-ı Kirama ve bütün evliya-ı izama, ulemayı âmiline ve aynı zamanda Hocalarımız Abdullah Hasib, Abdulaziz ve Mehmed Zahid Efendi Hazretleri’ne ve Esad Hocaefendi’ye de Allah’dan rahmet dileriz.

    Bu çalışmayı hocalarımızdan ilk ikisinin, yani H. Hasib Efendi ile H. Aziz Efendi’nin hayat hikâyelerini, dünya ve ahiret görüşlerini, anlayabildiğimiz kadar ile, yeni nesillere anlatabilmek kasdı ile yaptık. Bu suretle kendileri ile beraber geçirdiğimiz senelere ait hayatlarının bir kesitini takdime çalıştık.

    Ayrıca şu hususu da belirtmeliyiz ki, Evliyaullah’ın ve alimlerin menkıbe ve sözlerini okuyan veya dinleyenler sanki onların sohbetinde bulunmuş olacakları gibi bu sözler ve onların zikri dinleyenlere şifa olacaktır.

    Şunu da açıklayalım ki, bu baskıda, Hasib Efendi Hz.nin gelini muhtereme Safiye Hanım’ın verdiği bilgilerle kendisinin hayat hikâyesi hayli genişlemiş bulunmaktadır.

    Bu çalışmanın hazırlanmasında yardımcı olan, çalışmayı bütün kardeşlerimize burada teşekkürü borç bilir ve bu çalışmayı okuyan ve dinleyen ve hizmeti geçen bütün kardeşlerimize Allah’ın rahmet ve mağfiretini ve Peygamber (sav)’in ve büyüklerimizin şefaatlerini temenni ederiz.

    «Gayret bizden, tevfik Allah’tan»dır.

  • Önsöz

    ABDULAZIZ BEKKINE EFENDI HZ.INDEN HUTBELER

    — Abdulaziz Bekkine Efendi Hz.’nin Cuma Hutbeleri’nden Bazı Örnekler

  • Aşağıdaki bilgiler Prof. Dr. Mazhar Özman tarafından veilmiştir.

  • Hoca Efendi’nin Hutbeleri kısa, öz ve çok vecizdi. Dinleyenlerin bu hutbelerin etkisi altında kalmaması mümkün değildi. Minbere çıktığında, eline bir kitap alır ve hutbe esnasında o kitaptan okurdu.

    Kendisine «Efendim, o hutbe kitabınızı tercüme edip, cemaata dağıtsak» dendiğinde şöyle cevap vermişti: «Ben o kitaptan okumuyorum, kitabı sadece elimde tutuyorum. Hutbemin mevzuu, cemaatin hulusuna ve manevi isteklerine göre o anda zuhûrat olarak ortaya çıkıyor» ve ilave ederek dedi ki: «Bazen hutbeye çıkmadan önce, düşünüyor, mevzuu seçiyorum. Ne söyleyeceğim hakkında karar veriyorum. Fakat, minbere çıktığım sırada niyet ettiğim mevzu kafamdan siliniyor, önceden hiç düşünmediğim şeyleri, Ayet ve Hadisleri söylüyorum. Bunu da cemaatin isteğine göre oluşan bir zuhurat olarak kabul ediyorum».

  • Hoca Efendi’nin hutbelerinden etkilenmemek mümkün değildi. Herkes bu hutbeleri bir yere kaydetmeyi düşünmüştür. Bu hususta Doç. Dr. Nureddin Bey’in Hoca Efendi’ye teklifi şöyle olmuştur: «Efendim, siz söylerken hutbenizi kaleme alabilir miyim?» diye sorunca, Hoca Efendi «O zaman Cuman olmaz» diye reddetmiştir. «Bahçede dursam, açık pencereden hutbelerinizi yazsam» diye sormuş. «Cuman olmaz» cevabını almıştır. Nureddin Bey: «Bahçeye bir Gayri Müslim oturtsam, o yazsa» diye sual ettiğinde. Hoca Efendi cevap vermemiştir.

  • Aşağıda okuyacağımız hutbe numuneleri Prof. Dr. Mazhar Özman’ın o zaman hutbeleri dinledikten sonra hemen Cuma namazının akabinde tuttuğu notlarından alınmıştır. Yalnız ayet mealleri ve bazı hadisi şerifler, Kur’an meallerinden ve Ramuz el-Ehadis tercümesinden tamamlanmıştır.

  • Abdulaziz Bekkine Efendi Hz.’nin Cuma Hutbeleri’nden Bazı Örnekler

    — HUTBE: 1

  • Ey Cemaat,

    Hz. Musa (AS), ümmetine ve bilhassa kendisine Allah tarafından çok büyük bir zenginlik verilen Karun’a şu mealdeki bir ayetle nasihat etmiştir: «Fazla ferahlanma, Allah (zch) neşeleneni sevmez».

    Bu genel bir hüküm ifade eder? Çünkü umumiyetle insanlar dünyalıkları artınca, dünyaları rahatlayınca ferahlanır ve sevinirler. Halbuki, Allah (zch) diğer bir ayette şu mealde buyurmaktadır: «Siz Allah’ın fazlı ve ihsanıyla ferahlanın, bu sizin dünyalıklarınızdan çok daha hayırlıdır», sonra ayetin devamında da «Sen bu dünyalıklarla Ahireti kazan» yani onları Allah yolunda Allah için harca buyurulmaktadır. Ve bunu tekid sadedinde de Ayet-i Kerime’nin sonunda yine mealen şöyle buyuruluyor: «Allah sana nasıl ihsan etti ise, sen de öyle ihsan et.» Bu ihsanın iki manada kullanılışı vardır: Biri ubudiyette ihsan, diğeri umumiyette ihsan. Ubudiyyete ihsan; Allah (zch) seni nasıl gözettiyse, sen de ona karşı öyle kulluğunu yap, öylece haddini bil. Umumiyyette ihsan ise; Allah (zch) sana nasıl varlık verdiyse, sen de onu öyle dağıt.

    Sonra Hz. Enes (ra)’den rivayet edilen şu mealdeki Hadis-i Şerifi nakletmişlerdir. R.E.363.10. «Sizin hayırlınız, ahireti için dünyasını, dünyası için de ahiretini terk eden kimse değildir. İkisinden de hissesine sahip olmalıdır. Zira dünya ahirete ulaştırıcı bir vasıtadır».

    Hakikatte dünya ile ahiret birbirinden ayrılmaz, ahiret te ancak dünyada ve dünyalıklarla kazanılır. Nasıl ki, niyeti halis olan bir kimse dünya işini yapmakla ahireti kazanırsa, gafil hareket edenler de kaybetmiş olur. Demek ki, bütün iş, ihlaslı ve uyanık bulunmaktır. Hadis’in devamında ise «İnsanlara da yük olmayınız» buyurulmaktadır. Müslümanlıkta ben ibadet ediyorum diye yük olmak yoktur, çalışmak ve vazife yapmak vardır.

    Allah (zch) cümlemizi gafletten uyarsın. Âmin.

  • HUTBE: 1

    — HUTBE: 2

  • Ev cemaat-i Müslim’in,

    Allah (zch) Kur’an’ı Efendimiz (sav)’e inzal etti. Bunun inzal sebebi: «Akıllılar yollarını bulsunlar ve gaflette olanlar da ikaz olunsunlar» diyedir. Akıllı olanlar o kimselerdir ki yere göğe bakarlar, gece gündüze bakarlar ve «Rabbim» derler. Yani kainata ibret nazarı ile bakarak gördükleri şeylerin Rablerinin eseri olduğunu anlarlar ve «Sen bunları boşuna yaratmadın» derler. İşte bu kimseler akıllılardır.

    Yine «Ahdine vefa edenler, vazifelerini yapanlar da akıllı» olarak zikredilmişlerdir. Bu kimseler Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın (zch) yap dediğini yaparlar ve yapma dediğinden de kaçarlar.

    Bir Ayet-i Kerim’ede mealen (İsra s. 82’nci a.) «Kur’an-ı Kerim mü’minler için şifa ve rahmettir, zalimlerin ise yalnızca ziyanını artırır» duyurulmaktadır. Yani zalim olanlar Kur’an dan istifade edemezler. Bir insanın Kur’an dan istifade edebilmesi için önce ahlâk sahibi olması lâzımdır. Fakat Allah-ü Teâlâ’nın da (zch) buyurduğu gibi ekseriyet, duygusuz tabakayı teşkil ederler. Çünkü onlar Allah’ın verdiğine karşılık hamd edeceğine şükr etmeyenlerdir. Halbuki insan iradesiyle yaşayıp, iradesi ile ölmez ve istediği gibi de haşr olamaz. İşte Allah’ın verdiğine «ben» yaptım diyenlerden daha çok azaba kimler lâyık olur. Diğer bir Ayette ise mealen: (Haşr s. 21. a.) «Eğer Biz bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki O’nu, Allah korkusundan parça parça olmuş görürdün» buyurulmaktadır. Demek ki insanların bir kısmı bu taş ve topraklardan daha duygusuz ve aşağıdır.

    Hz. Aişe (ra) validemiz de şöyle bir hadis rivayet etmiştir:
    «Efendimiz’in (sav) ahlâkı Kur’an’ı Kerim’di».

    İbni Mesud Hz.den rivayet edilen bir hadisi şerifte, ise mealen:
    «Kur’an’ı Kerim şefaatçidir ve şefaati makbuldür. Riayet etmeyenlere ise hasım olarak ısbatı vücud edecektir.» «Kim ki Kur’an’ı öne alırsa Kur’an onu cennete götürür. Kim de arkasına bırakırsa onu da cehenneme sürer» buyurulmuştur. Yanı Kur'an-ı Kerim i kendine yol gösterici, rehber edinen, O’nunla hareket edenler ve onlar cennete girerler, Kur’an onlara şefaatçi olut, O’nunla hareket etmeyenlere de Kur’an hasım olur. Ve onlar da cehenneme girerler.

    Allah (zchz) cümlemizi tevfikine refik eylesin. Dünya da Kur’an la amel etmekten ve ahirette ise O’nun şefaatinden bizleri mahrum etmesin. (Âmin)

  • HUTBE: 2

    — HUTBE: 3

  • Ey Cemaat,

    Allah Teâlâ bir ayetinde (Nahl s. 125. a.) şu mealde buyurmaktadır:
    «Sen Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et, Muhakkak ki Rabbin kendi yolundan sapanları ve hidayete erenleri en iyi bilendir.»

    Bu ayeti kerime ile Allah (zchz) Efendimiz (sav)e önce senin vazifen tebliğdir, gerisine karışma demek istiyor.

    İnsanlar üç zümredir:

    1.  — İman sahibidirler ve iradeleri de kuvvetlidir.
    2.  — Hüsnüniyet (iyi niyet) sahibidirler, iradeleri zayıftır. İyi işler yapmak isterler. Fakat yapamadıkları olur.
    3.  — Hüsnüniyeti de yoktur. Hatta dine de düşmandır.

    Bu Ayet-i Kerime’de bu üç zümreye ayrı ayrı hitab edilmiştir.

    Birinci zümreyi «Hikmetle» çağır denilmiştir. Bu insanlar hikmetle mücehhez (donatılmış) olunca da hayatları ebedi hayatın bir parçası olur. Her iki tarafta da nasipleri artar. Bunların hikmeti öğrenmeleri için cemiyetin içinde olmaları ve insanların nasihatlerini de dinlemesi şart değildir. Bunlar yalnız başına dağ başlarında olsalar da; dağlardan, taşlardan, kuşlardan, kurtlardan hikmetleri alırlar, yani bunu Allah (zch) bu insanlara verir. Bu vasfa sahip olmak Allah’ın bir lütfudur. Sebep olanlar da nasibini alır.

    İkinci zümrenin ise güzel öğütle, nasihatlerle takviye edilmeleri ve ileride kavuşacakları saadetin hatırlatılması isteniyor. Müslümanların çoğu bu zümreye girmektedir.

    Üçüncü zümreye karşı ise, güzel mücadeleden bahis edilmektedir. Bundan kasıt, onların kötülüklerine karşı bilakis iyilik yapmaktır —ki onlar yaptıkları kötülükten dolayı pişman olsunlar—. Bu en hafif muameledir. Bunun en sonu ise cihattır.

    Allah (zch) cümlemizi tevfikine refik eylesin.

  • HUTBE: 3

    — HUTBE: 4

  • Ev Cemaati Müslim’in!

    Allah (zch) Tebareke Suresi’nin ikinci Ayeti’nde önce zatı uluhiyetini sena ettikten sonra şu mealde buyurmuşlardır:
    «O (öyle senaya lâyıktırki) ölümü ve hayatı, hanginizin daha güzel amel edeceğini sınamak için yarattı». Bununla Allah (zch) bize şunu anlatmak istiyor: Dünyayı, yalnız kullarının durumunu sınamak yani imtihan için yaratmıştır. Esasen ruhlarımız daha önce yaratılmıştı.

    Kehf S. 49. a. de Allah (zch) şu mealde buyurmuşlardır:
    «Kitab ortaya konmuştur. Mü’crimlerin Onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. «Vay halimize!» derler. Bu nasıl kitabmış; küçük büyük hiç bir şey bırakmaksızın hepsini sayıp dökmüş!» böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır.

    Senin Rabb’ın hiç kimseye zulmetmez.

    Bununla da yine dünyanın bir geçit olduğu ve geçitte kulun yaptığı amele göre ahiretteki durumunun belli olacağı belirtiliyor. Bazı kimseler derler ki; sen benim kalbime bak, imanıma bak, Allah imanımı korusun. Halbuki nasıl dünyada bir insan cemiyetinin ferdi olduğu halde, şayet cemiyetine gereken hizmeti yapmazsa benimsenmediği gibi, kıyamette de insan böyle benim imanıma bak demekle bu söze itibar edilmez. Ve nasıl ki dünyada suç işleyen insan cemiyetin adamı olduğu halde bu, ceza görmesine bir mani teşkil etmezse, Ahirette de böylesinin ceza görmesine mani yoktur. Nitekim bir Hadis-i Şerifte Efendimiz (sav) buyuruyorlar ki, «Kıyamette ümmetimi yüzlerindeki abdest nurundan tanıyacağım». Acaba abdest dahi almayan imanlılar. Efendimiz’e kıyamet gününde kendilerini nasıl tanıtacaklar. Bunun dünyada da numunesi, namaz kılan kimselerin yüzlerinde tecelli eden nurdur. İşte insanlar daha hayatlarının sonundan itibaren (ölümün yaklaştığı zaman) bu amel nuruna göre muamele görürler. Nitekim melaikeler de bu nuru insanlardan daha iyi bir şekilde anlarlar. Çünkü onlar tamamen nuranî, sırf aydın ve aydınlatıcı vasıftadır.

    Mücrim bir kimse dünyada suçuna göre jandarmalarlar tarafından nasıl posta edilirse, kötü amelli kimseler de ölümden sonra melaikeler tarafından aynı muameleye tabı tutulacaklardır. Kıymetli kimseler ise kıymetleri nisbetinde teşrifat göreceklerdir. Allah ve Resulü bizim için hayatımız müddetinde yaptığımız salih amelleri kafi görmemişler ve öldükten sonrada da amel defterimizin kapanmamasını senelerce açık devam etmesini istemişlerdir. Bunun için de Efendimiz (sav) hayırlı eserler bırakmamızı tavsiye ederek buyuruyorlar ki: «Üç zümrenin öldükten sonra da defterleri kapanmaz. Bir, hasen-i hayrat (hayırlı eserler) bırakmak, iki, talebe yetiştirmek veya ilim bırakmak, üç, hayırlı evlat bırakmaktır».

    Allah (zch) cümlemize hayırlı amel işlemek nasib etsin. Ahir ve Akıbetlerimizi hayr eylesin. Âmin.

  • HUTBE: 4

    — HUTBE: 5 (9.11.1951)

  • Ey Cemaati Müslim’in,

    Bakara suresi 261’inci ayet:
    «Allah yolunda mallarını harcayanların örneği, yedi başak veren bir dane gibidir ki, her başakta yüz dane vardır. Allah dilediğine daha da fazla verir, Allah vasidir, her şeyi bilir» mealindeki «Ayet-i Kerime’yle anlatmak istenmiştir ki: insanlar her yaptığı hayırlı iş için yedi yüz kat mükâfat görür». Bir Hadis-i Şerif’e göre Efendimiz (sav) bu mükafatı iki milyona çıkarmaktadır.

    Bir Ayet-i Kerimede de Allah (zch) (Zümer s. 10. a.) mealen buyuruyor ki;
    «Ancak sabr edenlere (sabra dayanan amel işleyenlere) mükâfatları hesabsız ödenecektir.» Allah için yapılan amellerin başında fisebilillah yapılan cihat gelir.

    Bir Hadis-i Şerifte ise;
    «Allah indinde en kıymetli amel bir müminin kalbine neşe sokmak, bir sıkıntısını gidermek, karnını doyurmak, borcuna yardım etmektir».

    Diğer bir Hadis-i Şerifte ise:
    «Siz birbirinize tam merhamet göstermedikçe mü’min olamazsınız». Sormuşlar Ya Resulullah, biz göstermiyor muyuz? Buyurmuşlar ki: «Yalnız etrafınızdakilere değil bila istisna bütün müminlere».

    Merhametin pek çok faydaları vardır. Merhametli olan kalp rakik olan kalptir. Böyle olmayan kalpler yani katı kalpliler Allah’ı tanımaz ve Allah’a yakınlık duymaz. Nitekim Efendimiz (sav) buyuruyorlar ki; «Kalpler Allah’ın (zch) kapları gibidir. Allah bunlardan yumuşak ve ince olanlarını sever». Kalbi kaba benzetmek feyzi ilahiyeyi içinde tuttuğundandır. Nasıl ki taş, maddi rahmeti içine almazsa, bu sert kalpler de feyzi ilahiyi içlerine alamazlar.

    Diğer bir Hadis-i Şerifte ise;
    «Merhamet yalnız şakiden kaldırılır.» Yani merhametli olmayan şakidir. Demek ki bu kimseden hidayet nuru alınmıştır.

    Görülüyor ki merhametli olmanın en başta gelen faydası, insanı şekâvetten kurtarmasıdır.

    Allah (zch) cümlemize rakik (ince ve duygulu) bir kalp nasib etsin. Âmin.

  • HUTBE: 5 (9.11.1951)

    — HUTBE: 6

  • Ey Cemaati Müslim’in,

    Allah (zch) Kehf s. 28’nci Ayet-i Kerimesi’nde şu mealde buyurmuşlardır.
    «Ey Habibim, sabah akşam Rablerine sırf O’nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte candan sebat et. Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme. Kalbini, bizi anmakta gafil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimselere boyun eğme.»

    Bu ayet-i kerime şu hadise sebebi ile nazil olmuştur: Halkın ileri gelenleri (zenginleri) Efendimiz e gelip; «Ya Resulullah, biz senin dinine hizmet etmek istiyoruz. Ama yanında bulunan bitli ve fakir kimselerden dolayı sana sokulamıyoruz. Çünkü bu bizim şanımıza sığmaz. Sen onları yanından ayır ki, biz sokulalım». Efendimiz, dinin yükselmesi için bu isteğe biraz gönül verir gibi olmuş, bunun üzerine de bu ayet-i kerime nazil olmuştur. Bununla Allah (zch) bizim için üç nasihat buyuruyorlar.

    1.  — Mücahede etmek.
    2.  — Hevamıza uymamak (iyi arkadaş edinmek).
    3.  — Allah’a (zch) gece gündüz dua etmek (Allah’ı unutmamak).

    Hadis-i Şerifte ise şöyle buyurulmaktadır:
    «İyi arkadaş misk kokan gibidir. Onunla gezen onun huylarını alır, hiç olmazsa kokusunu duyar içi açılır. Kötü arkadaş ise ocak başındaki demir ocakçısı gibidir. Ondan bir kıvılcım sıçrar ve insanın bir yerini yakar. Yakmasa da kokusu rahatsız etmeye kafi gelir». Bu aşikar olarak anlaşılmaktadır.

    Diğer bir Hadis-ı Şerifte ise;
    «Siz hatalarınızı idrak ettikçe helak olmazsınız. Şayet hatalarınızı mazur görürseniz helak olursunuz». İnsanoğlu yaptığı hataları (kabahatleri) bilir ve bunu kendi ağzından da itiraf edecektir. Lâkin bunu dünyada itiraf edenlerin kurtulma ihtimali vardır. Fakat ahirette itiraf edenlerin artık kurtuluşu kalmamıştır.

    Allah (zchz) Mülk s. 8.9.10 ve 11. ayetlerinde kısaltılmış olarak şu mealde buyurmaktadır:
    Her ne zaman Cehenneme bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara, «Size korkutucu bir Peygamber gelmemiş miydi?» diye sorarlar. Onlar şöyle cevap verirler: «Evet doğrusu bize korkutan bir Peygamber gelmişti fakat biz onu yalan saymıştık... Böylece günahlarını itiraf ederler...»

    Allah (zch) hepimizi nefislerine uymayan, kabahatlerim dünyada idrak edip tevbe edenlerden eylesin. Amin.

  • HUTBE: 6

    — HUTBE: 7

  • Burada Abdülaziz Efendi Hazretleri’nin bir Cuma hutbesini de kayd edelim.

    «Re’sül ubûdiyyet’itta’zimi liemrillahi ve’şefkatü alâ Halkillahi» Hadis-i Şerifi bize şunu bildirir: Kulluğun başı, Allah’ın buyruğunun kıymetini büyük bilmek ve Allah’ın halkına şefkatli bulunmaktır. Her şeyde olduğu gibi Hakk’a kulluğun da bir şekil ve sûreti bir de ruhu ve manası vardır. Hakk’a kulluğun ruhu ve manası kendisine lâyık olan mevkiini teslim ettirebilecek derecede Hakk’ı tanımaktır ki buna iman ederiz, şekil ve sûretine gelince de o da Hakk’ın emrine uyarak kendisi de dahil olmak üzere bütün halkına hizmet etmekten ibarettir ki buna Ubûdiyyet ve ibadet deriz. Hakikatte, Hakk’ın çehresi bize kendi çehremizden daha yakın ve daha ayandır. Onu biz olanca açıklığı ile göremiyorsak bu bizim görüşümüzün lüzumu kadar aydınlanmadığından ileri geldiğini bilmeli ve kabul etmeliyiz. Bu kusurumuzdan me’yûs da olamayız. Çünki, Cenâb-ı Hak bu eksiğimizi doldurmak için hizmet ve ibadeti bize vesile etmiştir. Biz, hizmet ve ibadetle Hakk’ın nûruna kavuşabilir ve ona karşı icâb eden kulluk ve hizmet borcumuzu da lâyıkı ile anlamış olabiliriz. Hülâsâ, Hakk’a kulluk için halka hizmet yol olduğu gibi Hakk’ı bilen için de halka hizmet borç olmuştur.

  • HUTBE: 7